Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - AKPLILERE
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: « Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 6. sayfa (Toplam 7 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 4:57 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

BAYKAL: RUM'A EGEMENLİK TANIYAN ÇERÇEVE BELGE ÖZENLE SAKLANMIŞTIR
Anonymous 8.10.2005 Saat: 08:36
CHP Genel Başkanı Baykal “İktidar onayladığı Çerçeve Belge ile zaten Kıbrıs’ta Rum’un egemenliğini tanımıştır. Böylece Rum'un tanınmayacağına yönelik yayınladıkları deklerasyonda hükmünü yitirmiştir. Sonuç itibariyle Ek Protokol’ün Meclis'e getirilmesine zaten gerek kalmamıştır. Ayrıca elimize geçmesin diye de bekçiye bırakmışlar” dedi.
Yalan rüzgârı
4 Ekim Lüksemburg
Gül: Kıbrıs’ta Çözümün yeri de BM’dir.
5 Ekim Lefkoşa
Borell: Kıbrıs AB’ye aittir. Çözümü biz buluruz.

Takkeyi düşürdü

Olli Rehn: Ek Protokol onaylanmadan müzakerelere başlanmaz. TBMM’den geçmesi şart.


Ek Protol ile ilgili gerçekleri açıklamaktan kaçınan Başbakan Erdoğan, NTV’de “Protokolü Meclis’e ne zaman getireceksiniz“ sorusunu “Zamanı belli değil. Bu konuda değişik fikirler var. Bazıları gelmesin diyor, bazıları gelsin. Zaten acelesi yok. Gereği de yok. Değerlerdiriyoruz” diye cevapladı.


Müzakere şartına bakın!

Olli Rehn: Ek Protokol Meclis’te onaylanmadan müzakere başlamaz

AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn, Ek Protokolün Meclis’ten geçirilmesinin, müzakereler için şart olduğunu belirtti. Rehn, Güney Kıbrıs R um Kesimi’nin NATO üyeliği gibi konularda Türkiye’nin veto şansının kısıtlandığı eleştirileri üzerine “NATO AB’nin işi değil ama elbette alınan kararlarda Türkiye’nin, ortaklarla beraber hareket etmesi arzulanır” dedi. Türkiye temaslarına başlayan Olli Rehn, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile görüştü. Görüşmenin ardından Rehn ve Gül ortak basın açıklaması yaptı. Abdullah Gül, Türkiye ile AB’nin 25 üyesi arasındaki Gümrük Birliği’nin fonksiyonel olduğunu, malların serbestçe dolaşabileceğini ifade etti. Gül, malların serbest dolaşımına ilişkin bir konunun sorun olması durumunda, konunun AB’nin ilgili kurumlarında görüşüleceğini kaydetti. AB Komisyonu üyesi Olli Rehn de, müzakerelerin başlamasının Türkiye açısından büyük bir başarı anlamına geldiğini belirtti. Rehn “Bu karar Türkiye’nin cesur reform sürecinin bir sonucudur” dedi. Rehn, “Şimdi sıra Türkiye’nin siyasi reformlar, kadın hakları, sendikal haklar ve dini özgürlüklerdeki uygulamalarını AB’ye yaklaştırmasında” diye konuştu. Rehn, ek protokolün tam olarak uygulanmasını beklediklerini de hatırlattı. Daha sonra Meclis Dışişleri Komisyonu üyeleriyle görüşen Rehn, Güney Kıbrıs’ın NATO üyeliği gibi konularda Türkiye’nin veto şansının kısıtlandığı eleştirileri üzerine “NATO AB’nin işi değil ama alınan kararlarda Türkiye’nin, ortaklarla beraber hareket etmesi arzulanır” dedi. Rehn, ek protokolün Meclis’ten geçirilmesinin, müzakereler için şart olduğunu belirtti.

Borrell, Gül’ü yalanladı

AB’nin sorunudur

KIbrIs’ta bulunan Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borrell Fontelles, düzenlediği basın toplantısında, Kıbrıs sorununun, 1 Mayıs 2004’ten itibaren AB meselesi haline geldiğini ifade ederek, “Bütün ülke AB’ye aittir” dedi. AB üyeliğiyle Kıbrıslı Türk ve Rumların tümünün birlik vatandaşı olduğunu da ileri süren Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borrell, “Bu, pratikte Kıbrıslı Türk ve Rum, bütün bireylerin büyük Avrupa Birliği ailesinin bir parçası olduğu anlamına geliyor” şeklinde konuştu.

Çözümün yeri BM

DIŞİŞlerİ Bakanı Abdullah Gül de, Lüksemburg’da düzenlediği basın toplantısında, gazetecilerin sorularını cevaplarken; konunun BM’yi ilgilendirdiğini söylemişti. Gül, Kıbrıs’la ilgili herhangi bir şartın söz konusu olmadığını da belirterek, “Onların bu konudaki tutumları ne olursa olsun Türkiye’nin tutumu bellidir. Türkiye’nin yayımladığı bir deklarasyon vardır, AB’nin de açıklaması vardır, ya bugünkü durum aynen devam eder ya da herkes çözüm için daha çok uğraşır, çözümün de yeri BM’dir’’ diye konuşmuştu.


Erdoğan:TBMM’ye getirmeyeceğiz

Ek Protol’le ilgili gerçekleri açıklamaktan kaçınan Başbakan Erdoğan özel bir televizyon kanalında “Protokolü Meclis’e ne zaman getireceksiniz “ sorusuna “Zamanı belli değil. Bu konuda değişik fikirler var. Bazıları gelmesin diyor, bazıları gelsin. Zaten acelesi yok. Gereği de yok. Değerlendiriyoruz” diye cevapladı. Muhalefetin ‘bilgilendirilmedikleri’ itirazlarının hatırlatılması üzerine Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Koalisyon iktidarı değiliz. Zaten herşeyi toplumla paylaşıyoruz.
Biz mutabakat sağlandığı zaman Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e ilettik. Fatura bize ait olacak. Meclis’te tartışarak neyi halledeceğiz” dedi.

Meclis devre dışı bırakıldı

CHP lideri Baykal: Çerçeve Belge ile Rum’un egemenliği tanınmış oldu. Dolayısı ile deklârasyonun da Meclis’e getirilmesine gerek kalmadı

‘Laubali yaklaşım’

CHP Lideri Baykal, önceki günkü müzakerelerde Gül’ün kürsüden inerek çerçeve belgesini önüne bırakması sırasında yaşananları da anlattı. Gül’ün belgeyi vermemenin mahcubiyeti içinde, oturduğu sıraya yinelerek “Almadıysanız vereyim” diye belgeyi getirdiğini, kendisinin de elini uzatarak almadığını söyledi. “Yani bir Dışişleri Bakanı böyle mi yapar, fekalade laubali bir yaklaşım” diyen Baykal, “Geldi belgeyi bıraktı, bırakınca ‘uygulama böyle mi oluyor sayın bakan’ dedim, asabı bozuldu geldi çekti geri aldı belgeyi” diye konuştu.

Müzareke Çerçeve Belgesi’nde, Türkiye’nin Rum’u, NATO gibi uluslararası kuruluşlara katılımında veto edemeyeceğine yönelik maddesine eklettiği ileri sürülen pragrafı içeren metin halen kimsenin eline geçmedi. Çerçeve Belge üzerindeki tartışmalar dün de sürdü. AKP iktidarının Ek protokolü Meclis’e getirmeyeceğini belirten CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “İktidar onayladığı Çerçeve Belge ile zaten Kıbrıs’ta Rum’un egemenliğini tanımıştır. Böylece Rum’un tanınmayacağına yönelik yayınladıkları deklârasyon da hükmünü yitirmiştir. Sonuç itibariyle Ek protokolün Meclis’e getirilmesine zaten gerek kalmamıştır” dedi. Hükümetin meseleyi kavrayamadığını anlatan Baykal, şunları söyledi. “Önce İlerleme Raporu’nu kabul etmekle büyük yanlış yaptılar. Ardından 17 Aralık’ı bayram gibi kutladılar. ‘Kalıcı derogasyonlar var, kısıtlamalar getiriliyor’ dedik, dinlemediler. ‘Muhalefetin söyledikleri doğru mu’ diye, AB’ye sordular. Onlarda herhangi bir açıklama yapmadı.”

‘BELGEYİ GÖRMEDİK’

Baykal önceki gün Meclis Genel Kurulu’nda Dışişleri Bakanı Gül ile arasında yaşanan müzakere çerçeve belgesi tartışmasına açıklık getirdi. Bu süreçten ne Meclis’in, ne kendilerinin haberi olmadığını, işin kapalı kapılar ardında yürütüldüğünü savunarak, çerçeve belgeyi görmediklerini söyledi.


Bekçiye vermişler

Belgeyİ 4 Ekim günü internetten elde edebildiklerini ifade eden CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün dünkü “metni gönderdik” şeklindeki sözlerini de cevapladı. Baykal, şöyle dedi: “Dün(önceki gün) Meclis’teki müzakere öncesi saat 14:00-14:30 arası bir saatte birisi geliyor, CHP genel başkanının sekretaryasına değil, genel sekreterinin sekretaryasına değil, partinin evrak bölümüne değil, girişteki görevlisine, bir anlamda partinin bekçisine belge bırakılıyor, imza karşılığı da değil. Bizim partinin kapısına atılmış, bırakılmış gidilmiş. Bu iyi bir yöntem değil.”


YENİÇAĞ
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 5:15 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

--------------------------------------------------------------------------------


YORUM

GÜNCEL OLAYLARLA İLGİLİ KISA YORUMLAR
Son Güncelleme :20.05.2003

Baskı ve intifada ?

Küresel egemenler dünyayı özelde de Ortadoğuyu yeniden dizayn ediyorlar. Kendi siyasi ,askeri ,ekonomik ve kültürel menfaatleri uğruna göze alamayacakları hiçbir şey yok. Soğuk savaşın bitimi ile birlikte,globalleşme ve kapitalizmin zaferinden sonra dünyaya yön verecek gücün çok uluslu şirketler olabileceğini şeklinde bir sav dillendirildi. G8’ler ile başlayan ve artık dünya gündemini bütçesi bir çok devletten daha büyük olan uluslar arası şirketlerin belirleyeceği düşüncesi Bush yönetimi ile birlikte gerçekleşmiş oldu

Ortadoğunun yeniden dizaynı projesi şu an bir ekibin gayretleri ile devam etmekte. Bu stratejinin emperyalist Amerikanın devlet politikası olup olmadığını kestirmek zor. Çünkü yeni bu ekip Clinton ve ekibini suçlayarak onların tutumlarının yanlışlığını dile getiriyorlar. Bu projelerin Amerikada ki yönetimleri etkileyen lobilerin (Yahudi ,Hristiyan ,Silah ve Petrol Lobileri vs..) ve büyük sermaye gruplarının var ve güçlü olduğu müddetçe devlet politikası gibi her yönetim tarafından uygulanacağını düşünüyorum. Ortadoğu’daki ülkelerin sınırlarının bile yeniden belirleneceğinin sinyallerinin verildiği (İrak,Ürdün ve Kuveyt’in birleştirilmesi projesi) bir dönemeçte İslami direniş örgütlerinin konum ve geleceklerini konuşmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü yine ortaya atılan “İslam dünyasında emperyalizme karşı direnişin devletler değil İslami Hareketler tarafından gerçekleştirileceği” savı yukarıdaki ilk sav gibi doğruluğunu kanıtlamak üzeredir. Bu noktadan sonra tek tek devletlerin konumlarına değil bu hareketlerin ideolojik, ekonomik, askeri ve taban olarak arka planlarına bakmak lazım.

Hizbullahın ve Hamasın arkasında belli devletlerin olduğu ve onların himayesi ve desteği ile bugünlere geldiklerini belirtirken bu hareketlerin işgale ve İsrailin varlığına karşı oluşmuş birer yapı olduklarının altını çizmek lazım. Yanı bu hareketlerin varlık nedenleri işgal. İşgale karşı oluşan bu yapıların işgal sürdükçe var olacaklarını düşünmemiz lazım. Buradaki ana nokta arkalarındaki devlet desteklerinin güçlerine oranı. Her direniş örgütünün arkasında belli devletler olabilir. Değişik stratejik nedenlerden dolayı İran , Suriye , Lüblan ve diğer Arap devletleri bu örgütleri destekliyorlar. Bu desteklemedeki arka planın ilkeli ve islami kaygılarla olup olmadığı sorgulandığında aynı devletlerin zamanında Filistin davasına yapmış oldukları ihanetleri görür ve olayın aslında devletler arası siyasette elde koz olarak tutulacak bir kartın bulundurulması şeklinde ortaya çıkar. Tabi her devlet bunu yapıyor manasın demiyorum. Mesela İran Hizbullahı ideolojik bir tutumdan dolayı destekliyordur. İsraile karşı direnişinin yanında onun kendine yakın özel durumlarıda vardır.

Suriye Golan tepelerini Ortadoğu Barış Sürecinde önemli bir konu olarak görüyor ve İsrailin bu tepelerden çekilmesini istiyor. Buna karşılıkta Hizbullah ve Lüblan kozunu kullanıyor. Eğer Suriye elindeki kozları şimdiden bırakırsa Golan Tepelerinden vazgeçiş olacak. Pazarlık Golan Tepelerine karşı Suriye’nin Lüblandan askerini çekmesi ve Hizbullaha desteğini kesmesi şeklinde olacak. Bildiğimiz gibi Hizbullah Lüblan parlamentosunda milletvekilleri , okul, hastane,tv ,radyo vb. gibi kurumları olan büyük bir yapıdır. Fadallah gibi fikri arka planda alimin olması Hizbullahı güçlü kılmakta ve Lüblan gerçeğinin vazgeçilmezleri arasına sokmaktadır. İsraili Güney Lüblanda kovan bir askeri güçe ve direniş kültürüne sahip örgüt kolay lokma olmayacaktır.

Filistin içindeki direnişin kırılması bu noktadan sonra imkansız. Özellikle Hamas ve İslami Cihatın dış desteklerini keserek yok edilmesi biraz Ortadoğu gerçeği ile uyuşmuyor. Filistin artık direniş yurdu. Bugün Hamas var. Eğer o giderse başkası gelir. İşgal sürdükçe sürecek mücadele. Filistin davasına destek olanlar devletlerden çok halklardır. Müslüman halkları şu yada bu şekilde Siyonizme ve emperyalizme direnenlerin arkasında olacaktır.

Küresel işgallere ve saldırılara karşı Müslümanlar kendilerini ve şu an yaşadıkları yurtları korumak istiyorlarsa bunu ancak kendilerinin oluşturduğu hareketlerle yapabilirler. Türkiye dahil hiçbir Ortadoğu ülkesinin yönetimleri Emperyalist saldırılara dur diyebilecek durumda değildir. Saddam ve ordusunun örneğinde olduğu gibi yeri geldiğinde değişik çıkarlar uğruna en kutsadıkları değerleri bile satabilirler. Kendi yaptıkları putları yeme olayını T.C. nın K.İrak politikasında gördük. Savaş sebebi saydıkları gelişmeleri sessizce nasılda kabul etmek zorunda kaldılar. İşte bu yüzden hiçbir şekilde herhangi bir devlete yada orduya güvenmeyerek kurtuluşun halkın kendi iç dinamiklerinin İslam hareket ile yoğrulmasında aranması gerektiğini söylemeliyiz. Tüm dünyada direnen İslami Hareketler birbirleri ile daha fazla ilkeli ve sağlam ilişkiler içine girmelidir. Halkların desteği İslami Hareketlerde olacaktır. Kurtuluş umudu bizleriz. Amerika nasıl koalisyonlar oluşturup İslam topraklarına saldırıyorsa islami hareketlerde koalisyonlar ve platformlar oluşturmalı ve güç birliğine gitmelidir.

Son olarak kafirlerin stratejileri ve hileleri varsa rabbimizin de onlara karşı bir bildiği vardır. Allahın yardımı O ‘nun dinini kendi varoluş sebebi sayan ve yücelten Müslümanların üzerinedir.Gayret bizlerden yarım Rabbimizden.

14.05.2003

Müslümanlar,ADK ve Sol

Üniversitelerdeki kavga ve gerilimlerin önceden 3 aktörü vardı.Müslümanlar,solcular ve ülkücüler. 28 şubatla beraber ADK palazlandı ve rejimin gençlik kolları haline geldi. Polisin ve özellikle üniversite yönetiminin desteği ile faaliyet gösteren bu grubun ne müslümanlar nede diğer sol gruplar nezlinde bir kıymeti ve değeri yok. Solcularla ADK arasındaki kavgaların önümüzdeki günlerde devam edeceğini ve dışardan adam toplayarak ve polis desteği ile girdikleri üniversitelerde diğer grupların intikam saldırılarına maruz kalacakları kesin.

Hem müslümanlar hem de solcular tarafından sevilmeyen bu gruba karşı ortak bir tavır alınması gerekir. Nasıl üniversitelerde polis ve yönetim baskısına karşı bir gelenek varsa cunta uzantılı grupların faaliyetlerine karşıda bir gelenek oluşturulmalı. ADK nın kuruluş amacı müslümanlar ve islam. Müslümanların üniversitelerde sesini çıkartamaz hale getirmek ve sindirmek amacını güdüyorlar. Güçlendikleri zaman yapacakları şey müslümanlara karşı açıkça tavır almak ve polis ve yönetim desteği ile terör estirmektir.

Üniversitelerdeki eskiden ülkücülerin üslendiği prokatif ve rejim eksenli faaliyetleri şimdilerde ADK ve uzantıları üstlenmektedir. Bırakın birbirlerini yesinler anlayışı bizlerin sahipleneceğimiz anlayış olamaz. Çünkü galip gelecek yada kendini güçlü hissedecek olanın ilk düşmanı müslümanlar olacaktır. Ayrıca devrimci,tevhidi ve adalet eksenli bir duruş sahibi müslümanların cunta uzantılarına karşı ,kimden kime olursa saldırılara ve baskılara karşı çıkması gerekir.

Son olarak 28 Şubat ile birlikte üniversitelerdeki müslümanların nicel ve nitel olarak gerilemesi sorununu bir an önce aşmalıyız. Devrime giden yolda üniversiteler önemli bir kazanımdır.

14.05.2003

AKP ve Protokol Krizi
AKP den başörtüsü yada müslümanlarla ilgili sorunları islami kimlik bakış acısının doğrultusunda ele alıp çözüm üretmesini beklemiyorum. Başörtüsü sorununu demokratik ve insan hakları şeklinde ele alınmasının sorunu çözmeyeceğine göründü.Belli bir kültür den (ki geçmişlerini red edip değiştik deseler de ) gelen bir kadronun yapabileceği en iyi şeyi bile yapamadığını gördük.23 Nisan törenlerine egemenlerin koyduğu başörtüsü ambargosuna karşı "Gerginlik" çıkarmama adına sindiler. Tabi burada islami olmayan bir rejimin bayramlarının kutlanmasını ve katılınmasını meşru görmüyoruz.


Ancak kendilerini sistem içi mücadeleye adamış kişilerinde en azıda oynadıkları oyunun kurallarını bilmeleri gerekir.Ayrıca belli bir amaçları var ise bunu oyun içinde nasıl elde edebilirim diye düşünmeleri lazım. Kemalist ideolojinin tutarsızlıklarını dile getirmek için mutlaka islami naslara ihtiyaç yoktur. Bunu Fikret Başkaya (Paradikmanin İflasi)
yapmıştır.AKP de islami bir parti olmadığını dektare etmişse ve yinede bir şeyler yapma gayreti içinde ise en azından sistemin kendi açıklarını ve tutarsızlıklarını kullanması gerekir. Oligarşinin deşifre ve teşhiri yada kemalist idelojinin tıkanmışlığını bile ortaya koymaları Türkiyeli tüm muhalifler için en iyi şeydir.

İslami kimlik acısından olaya bakış ve çözümü farklıdır. Bu noktada sorunun kuranı naslar konusunda ele alınmasında
tevhidi müslümanların görüş birliği içindedirler. Amacımız rejimden hak dilenmek değildir.Birilerinin bizlere vermiş olduğu hakların nasıl kolayca kaybedildiği ortadadır. Ancak siyasi iktidarların yapıp ettiklerine karşıda duyarsız olmak ve "sistem içi mücadeleyi benimsemiyorum bana ne neler yaparlarsa" demek akıl karı değildir. Sistem dışı güçlerin
kendi kimliklerini koruyarak siyasi iktidarı kendi görüşleri doğrultusunda etkilemeye çalışmak bazen fayda vermektedir.Bunun son örneğini 2.Tezkere de gördük. Sağı ,solu , islamcısı ile İşgal karşısı platformlar iktidar partisi milletvekillerini tezkere konusunda etkiledi. Bu Türkiye'deki sivil toplum hareketleri adına güzel bir gelişme idi.
24.04.2003

İslami Direniş İçin Önce Halifelik Tartışması Üzerine

Önce hangisi ? Halifelik mi cihat mı ? Sorunun kavramsal bir döngüde ele alındığını görüyorum.Sorun teorik bir sorun değildir yada sırf öyle ele alınmamalıdır. Real ve yaşanan sorunlara çözüm üretmek zorundayız.Bence şu an için en büyük sorunumuz ve var olma mücadelemiz islam topraklarının işgalidir.

Müslümanların canları,malları, namusları, onurları ,toprakları işgal ediliyor. Emperyalizm yeni haclı zihniyeti ile sinmiş kukla devletlerin üzerine çullanıp müslüman halkları tutsak etme amacında.

Şimdi bu saldırılar karşısında ne yapılacaktır? Cihat ve direniş için önce halifeliğin tesisine mi
:çalışacağız ? Halifelik yada islami devlet bizleri var olan sorunlar ve işgallerle mücadeleden nasıl
uzak tutabilir? Bizler yada en azından ben devrimle gelen bir direniş ve dirilişin olacağına inanıyorum.
Artık halifelik vs.. kavramların teorik tartışmalarını içine dalmamamız gerekir. Yapılması gereken
islam topraklarının işgalden , müslüman zihinlerin sinmişlikten kurtarılması ve öze dönüştür.
Keşke halifelik olsa idi ... ama yok. ne yapacağız ? Mehdi gibi halifemi bekliyoruz?

Direniş ve diriliş için mücadelenin artık bu topraklarla sınırlı olmadığını ve kendimizi korumamız gerekiyorsa artık
mevzinin Kudüs , Şam , Bağdat ,Tahran olduğunu görmemiz gerekir. Global saldırılara karşı evrensel
bir direniş ruhu sergilememiz lazım.Bağdatın düşmesi ve belki de düşecek nice başkentler bizlere gelecek direniş unsurlarının devletler değil o coğrafyaların insanları yanı İslami Hareketler olduğunu göstermiştir.İrakta ortadoğunun müslüman gençleri onurluca direniyor ve inş. direnecek.

Yarın Şam'dan sonrasında Tahran'da yine sivil unsurlar yanı islami hareketler var olacak. Bu aşamada halifelikten
bahsetmek gereksiz. Ben Ortadoğu'dan Amerikan emperyalizmin ve yahudi siyonizmin kovulduğu ve işbirlikçi
yönetimler devrildiğinde direnen ve diriliş özlemini yüreklerinde hissedenlerin islam birliği ve halifelik noktasında
ellerinde geleni yapacaklarını düşünmekteyim. Çünkü direnen islami hareketler kendi içlerinde birlikteliği sağlamış yada zamanla sağlayacak veyahut sağlamak zorunda hissedeceklerdir.

Son olarak şu anki durumda halifeliğin direnişten sonra ele alınması gereken bir konu olduğunu , önce direniş ve
cihat sonra halifelik gibi bir sıralamamın real konjektür acısından doğru olduğunu düşünmekteyim.
15.04.2003


Türkiye'deki dikta rejimi ile muhalif olmak dışında herhangi bir bağı olmayan müslümanların gelişen olaylar karşısında T.C.'nın durduğu yeri görmeleri yada ileriye dönük kendi menfaatleri ışığında stratejik öngörülerde bulunmaları lazımdır.Müslümanlar real politkayı bilerek ancak dikkat almayarak geleceğe dönük özgün bir iç ve diş siyaset ve strateji üzerine kafa yormalıdırlar.Yerimiz ne Amerikanın yanı nede Batı medeniyeti olmalıdır. İslam Medeniyetinin öncüleri olmayı ve bu medeniyeti yeniden canlandırmayı düşünmelidir.

Ahmet Davutoğlu gibi birini kendilerine danışman olarak alan siyasi iktidarın gerçek iktidar olan oligarşiye rağmen yüzünü ehveni şer olan Avrupa'ya dönmesi gerektiğini düşünmekteyim .AKP iktidarı kendisine diş politikada danışmanlık yapanlara rağmen derin devlete muhalif bir siyasete cesaret edememiştir. AB üyelik sürecinden yaşanan kımıldanışlar sonradan kendini kırmızı kitaplara bırakmıştır. Bunun örneğini en son Kıbrıs sorununda gördük. Aynı şekilde İrak konusunda da işgal başlamadan önce yapılan diplomatik temaslar ilerletilememiştir. Şimdilerde ise İran ve Suriye ile birlikte İrak sonrası gelişmeler konusunda ortak bir tavır almaya gücü yetmemektedir.

ABD-İngiltere-İsrail şer üçgenine karşı siyasi ve ekonomik bir dayanak olarak Avrupa stratejik tercihtir.Bunu Rum süresindeki gibi İranlılara karşı Rumları tutmak gibi değerlendirmemiz gerekir. Amerikaya karşı şuan Fransa-Almanya-Rusya yakınlaşmasını desteklemelidir.

05.04.2003


ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell,

30 ülkenin Irak savaşında kendilerine destek vereceğini açıkladı.

Listede şu ülkeler var:
Afganistan, Arnavutluk, Avustralya,
Azerbaycan, Bulgaristan, Kolombiya,
Çek Cumhuriyeti, Danimarka, El Salvador,
Eritre, Estonya, Etiyopya, Gürcistan,
Macaristan, İtalya, Japonya, Kore,
Letonya, Litvanya, Makedonya,
Hollanda, Nikaragua, Filipinler,
Polonya, Romanya, Slovakya,
İspanya, Türkiye, İngiltere, Özbekistan.

------------------------------------

Listede görülen ülkelere baktığımızda destek verenlerin eski doğu bloğu ülkeleri

Latin ve uzak doğudaki ada devletleri ,Afrikanın eski sömürge devletleri olduğunu

görürüz.



Tabi destekleyen ülkeler arasında eski sömürgeci İspanya,Potekiz,Hollanda ve İngilterede var.

Türkiyeyi Afrikanın eski sömürü ülkeleri ile aynı listede ,Oradadoğunun çadır devletleri ile

birlikte zikredilmesi AKP iktidarının aslında egemen güçlerin çizdiği daireden uzaklaşamayacağını

göstermiştir.



28.Şubata imza atıp yerel cuntaya boyun eğenleri eleştirenler küresel 28 şubatcıların

emir eri olmaktan ve ülkeyi işgal etmelerine göz yummaktan çekinmiyorlar.

Erdoğan aynı Menderes gibi ABD ile işbirliği yapan sonrada idam sehpasına gönderilen

bir başbakan gibidir.Amerikaya Türkiyenin Kürt illerini işgal ettiren ve yıllarca o bölgede

kalmaları için gizli anlaşmalar yapan siyasi iktidar şimdi konjektür gereği arkasında olanların

yarın düşman olacağını ne yazık kı göreceklerdir.Medyası ,sermayesi ,ordusu ile AKP ye

destek verenler şimdiden timsah gözyaşları dökmeye başlamışlardır.



Küresel 28 Şubata evet diyenler yüz binlerce masum insanın kanında boğulacaklardır.

Yerel ve küresel cunta AKP yi gözden çıkarmıştır. Savaşın ağır bilançosunda AKP zayıflayacaktır.

Türkiye oligarşisinin bir amacı da budur ve Erdoğan kendi ayağı ile idam sandalyesini çekmiştir.



Kendi sinmişliklerini, ümitsizliklerini ,kayboluşlarını AKP iktidarı ile gidermeye çalışan bazı

müslümanların hayalleri ne yazık kı kısa sürmüştür. Direnmek ve diriliş için tek yol olarak

siyasi iktidarları görenler Küresel İntifada ortamında zulme taş atacak cesareti kendilerinde

bulamayacaklardır.

19.03.2003




Evrensel bir İslami Hareketten bahsediyorsak üniversiteleri küçümsemek ve boşlamakla bir yere varamaz ve söylemlerimizi dar kalıpların kısır döngünde boğarız.Tüm hareketlerinyaptığı gibi İslami direniş ve diriliş hareketleri de üniversitelerde tüm güç ve kapasiteleri ile var olmalıdırlar.Hayatın tüm alanların da var olmaktan bahsediyorsak bu öncelikle bu alanlar üniversiteler olmalıdır.

Üniversiteler genel olarak öncü ve itici gücü içlerinde barındırdıklarından , bulundukları ortamın genel atmosferini soluyabildikleri ve yerel ve küresel olaylara bakış acılarının genişliğini kavradıkları müddetçe olumlu bir vazife ifa edeceklerdir.Yoksa denilmek istenen

fakülte koridorların da devlet yıkıp –devlet kurmak ,çay içip cigara tüttürmek ,boş ve gereksiz edebi,siyasi ve dini tartışmalarla oyalanıp halktan kopuk bir yaşantı sürmek değildir.

Kaldı ki üniversiteleri tek başına yeterli bir çalışma alanı olarak görmediğimizi ifade etmek gerekir.Üniversite yaşantısında devrimci bir çizgi edinip sonrası olmayan niceleri gelip geçmedi mi ? Çoğu arkadaşımızın yıkılışına ve sinişine tanık olmadık mı? Tüm bunlar bize

ailesinden,komşusundan,iş arkadaşlarında kopuk bir üniversite gençliğinin istenen bir nesli ve kadroyu oluşturamayacağı göstermiş olmalıdır.

Jakoben bir zihniyet ile tepeden inmeci bir yaklaşımı kabul etmezken kitlesel bir harekete giden yolda olumlu bir paradox sergilememiz lazım.Yanı üniversiteler halkı ,halkta(tabanda) üniversiteleri beslemeli.Bu iletişim ve etkileşim ne kadar olumlu olursa devrime giden yolda o kadar sağlam ve emin adımlar atarız.

Üniversiteler müslümanlara kültürel alanlarda ,siyasi analız ve yön belirlemede , müslümanların güncel sorunlarına dönük akademik araştırmalarda vb. olumlu katkılarda bulunmuşlardır ve bulunmalıdırlar

İRAK SAVAŞI


ABD nın İrak a karşı bir operasyona gireceği gittikce kesinleşiyor.ABD ve saldırı köpeği İngilterenin savaş hazırlıkları yaptığı da bilinen bir gercek.Son olarak ABD nın bir tatbikatla ilerde işgal etmeyi düşündüğü ülkelere dönük hazılık yapmaktadır.Bu ya Endenozya, Malezya yada İran gibi görünmektedir.Ama hedefin müslümanlar olduğu kesindir.Artık emperyal güçler siyoniztlerinde desteği ile işğallerden bahsetmektedirler.Kan dökmenin hesapları yapılmakta, stratejileri oluşturulmaktadır.ABD nın başındaki petrol lobisi ileri dönük dünya enerji kaynaklarının ABD ve Batı ya aktarımında sorunlarla karşılaşılmaması için yeni petrol hatları cizmektedirler.Bu yolalr üzerinde gecen ülkelerde muhalif unsurlar temizlenmeye başlanmıştır.


İrak savaş aslında Ortadoğuda nelerin değişebileceğinin yada değişmeyeceğinin bir göstergesi olacaktır.Müslüman toplumlarıın bu saldırı karşısındaki tutumları ve işbirlikçi yönetimlerine karşı tavırları bu değişime rengini verecektir.Kendi halklarından cekinen bazı ülkeler el altından destek vereceklerdir.Ancak yinede ABD nın Ortadoğu ya yerleşmesi vede sonrasında olası bir Kürt devletinin kurulması İraka komşu ülkelerde rahatsızlıklar yaratmaktadır.Bunlardan biri İrandır.ABD nın kendi etrafında yeni mevziler kazanması İranı tehdit edecektir.Aynı şekilde SÜriye de Oratdoğu Barışına (!) ayak diretmesi yüzünden Abd nın kara listesindedir.TC ise Kürt devleti olasılığı karşısında uşaklık ile milli menfaatleri arasında gidip gelmektedir.


Türkiye li müslümanlar olarak yaklaşan İrak Savaşına Karşı nasıl tepkiler vereceğimizi şimdiden düşünmeliyiz.ABD hegamonyasının gittikce müslümanların kanını emerek güçlenmesi karşısında daha etkili ve bilincili komuoyu oluşturma ve tavır koyma calışmalarını şimdiden gündemde tutmalıyız.İrak tan sonra hangi müslüman halkın kanına gireceği belli olamayan ABD ve dostları global 28.Şubatı aygınlaştırıp derinleştirerek devam ettiriyorlar.Yerel 28.Şubat karşısında çözülen Türkeli Müslümanların bundan ders alarak küresel saldırılar karşısındaduyarlı olmalıdır.Artık mevzi Karstan yada Edirneden itibaren değil Filistinden ,Basradan, KAbilden, Filipinlerden başlamaktadır.

Tüm bu baskılar karşısında ALLAH EN BÜYÜK tür demek ve yılmadan ŞEHİT olana kadar mücadele vermeyi Rabbimiz hepimize nasip etsin.AMİN

Aralık - 2002

3 KASIM SECİMLERİ VE MÜSLÜMANLAR


3 Kasım secimleri yaklaşırken müslümanların gündemi hem secimle hemde İrak la ilgili bi haylı doluyor.Tabii bu dolgunluk kendini yaşadığı toplum ve coğrafyada müslüman kimliği ile tanımlayan ve kendi içinde islami kaygı ve düşünceleri olanlar için.
İrakla ilgili gelişen gündem yanın da müslümanların secimlerle ilgili de bir gündem oluşturmaları gerekmektedir.
28 Şubattan sonra ki 2. secim olacak önümüzdeki secimler müslümanların tavır ve hareketlerindeki değişikliklerinde bir sınavı olacak gibi.Milli Görüş ten ayrılan ve kendini merkez sağ doğru ceken bir AKP ile ilgili müslümanların tavırların acıkca merak etmekteyim.Parti ye yaklaşım acısından nasıl kırılmaların olduğu ve olaçağını göreceğiz.AKP içerisinde mevcut islami cemaatlerden kimlerin ne şekilde bulunduğunu ve partisel calışmalarda ne şekilde bulunacaklarını da göreceğiz.
Oy kullanma konusunda ki eski tavırların ne şekilde değiştiğini de sınama aşaması olacaktır.Kaldiki bundan önceki secimlerde islami kesimlerin secimleri 28.Şubat cuntasından kurtulmanın bir vesilesi olarak değirlendirmeleri ve başta başörtüsü olmak üzere islami kesimin sorunlarını rejim içinde cözeceklerini söylemişlerdi.Şimdi ki secimlerde de çok farklı olmayacağını ve siyasi kariyer ve koltuk uğruna müslümanların duygularını sömüreceklerini göreceğiz.Kaldıkı bunu sırf SP,AKP,MHP,BBP den değil siyasetin sağ ve sol yelpazesinin her iki tarafından da yapılacağını düşünüyorum.
Seçimden secime hatırlanan cemaatler vede müslümanlar olmaktan,birer oy deposu olmaktan önce kendimizi sonrada diğer müslümanları kurtarmanın yollarını yeniden araştırmalıyız.Rejimin kendi içine çekip yaramazlık yapanları uyarması ve uslu biri olmasını için elinden geleni yapmasına izin veren her yapı en son noktada sistem içinde koybolup gitmeye mahkumdur.Evet müslümanlar olarak dinimizin sömürülmesine bizler öncelikle duyarlı olmalıyız.

Eylül - 2002

SECİM VE SONRASI
Secim sonrası bir bahar havasının estiğine şahit olduk.Ekonomik olsun ,politik olsun herşey çok tatlıydı.Yanı sanki bir sağduyu hakimdi yada insanlar beyinleri ile düşünmeyi öğrenmişlerdi.

Tahmin edildiği gibi bu havanın uzun soluklu olmayacağını ve bir yerden sonra firtanılı bir gökyüzü ile karşılaşacağımızı düşünüyordum.Ama süpriz olan bunun çok erken bir zamanda olması.

Bi anda ortam gerildi.Oligarşi cikti ortaya.Jakoben zihniyet milletin egemenliğini (!) bile kayla almadığını belli etti.Sorunlarınız varsa dedi müslümanlara bunları unutun.Eğer ben istersem çözerim.Şu an canım istemiyor demeye getirdi.Özellikle başörtüsü ile ilgili sorunun çözümünün çokta uzayabileceğini düşünmemekle bereber sırf okullarda başörtüsüne serbestiyet vermek adına kamusal alan (!) larda yasaklanacağı yada başörtüsü problemi okullarda bile çözülmeden yasağın sokağa ineceği endişesi bende oluşmakta.Halen yasak değilmi dersek evet çalışanlar acısından yasak.Ancak kamusal alan tartışmaları ile birlikte her kamu hizmeti veren (okul,hastene,adliye,vergi dairesi, karakol vb.) birçok yerde serbestce girilen yerlerde de yasaklanabileceğini aklımıza getirebiliriz.Ki bunun örneklerini görmüyor değiliz.Velisi olduğu cocuğunun okulunun bahcesine alınmayan,siyah giyindiği için adliyeye giremiyen,Medine Bircan gibi hasta olduğu halde hastahanelerden yararlanamayan vs. bir çok örnek verebiliriz.

İşte tüm bu ferdi davranışlardan kaynaklanarak yasaklanan kamusal alanların artık rejim tarafından sistematik bir genişleme ile en son Tunus benzeri sokağa kadar varabilecek bir zihniyetle yaygınlaşma imkanı var.

Tüm bunlar kaşısında siyasi iradenin ne yapabileceğini fazla konuşmak istemiyorum.Halktan çok egemenlere şirin görünmek isteyen bir zihniyet onurlu bir tavır sergileyemez.

Genel de Türkiye sorunlarının ve özelde müslümanların problemlerinin halladilme adresi olarak görülen iktidarın muhalif müslümanların tepkilerinin ve söylemlerinin manupile edilmemesine dikkat etmeliyiz.Sabredip ve sessiz kalarak ,dümanı uyandırmama gibi sinmişliği içeren bir anlayışla kaderimizi ve umidimizi birilerine veremeyiz.Müslümanlar bundan sorna daha duyarlı davranmalı ve ister yerel isterse evrensel tüm sorunlar karşısında kulluklarının gereğini yerine getirmelidirler.

Kasım -2002


BİŞEYLER YAPMALI


“Medyanın sessizlik duvarını aşmanın yolu yüz binlerin katılımıyla düzenlenecek mitinglerdir. Başta ABD olmak üzere dünyanın çeşitli köşelerinde yapılanlara benzer 'savaş karşıtı' toplu gösterilere ihtiyaç var. Her büyük ilde on binleri savaş karşıtlığında birleştirip yüz binlerce insanı Ankara'da toplayarak Meclis'e milletin iradesini duyurmak gerekiyor. Türkiye'de halkın savaşa karşıtlık kararlılığı, ABD ve müttefiklerini, planlarını yeniden gözden geçirmeye sevk edecektir. “ ( Fehmi Koru – Yeni Şafak – 23.12.2002 )

Arkadaşlar yukarıda ki alıntı bence bu tartışmadan şu an için önemli.Şuan Türkiye de kitlesel savaş karşıtı eylemler yok.Aslında hiçbir şey yok. İktidarın (AKP nın ) savaşa katılım konusunda karar vereceği bir dönemde müslümanların neden kitlesel eylemlikleri gündeme almadıklarını merak ediyorum.

Savaş karşısında duyarı tüm cemaat,grup,parti vs. lerle savaş karşıtı bir platform oluşturup eylemliliğe geçilmelidir.Yoksa bu topyekün saldırı karşısında sessizliğimiz tarihe utanç verecek bir kayıt düşecektir.Müslümanlar iyi bir çalışma ile milyonları ( El ele eyleminde olduğu gibi ) sokaklara dökebilir.

ABD den ve İsrail den yüzlerce bürokrat ,asker ,ajan Türkiye ye gelip pazarlıklar yaparken ,ABD de bile binlerce insan savaş karşıtı eylemler yaparken bu sessizlik çok kötü.Kaldı kı tüm dünya bu sefer ABD ,İngiltere ve İsrail üçlüsünün savaşa kışkırtmalarına ve yayılmacı ,sömürgeci arzularına destek vermiyor.Ayrıca Türkiye deki kamuoyu araştırmalarında halkın % 80 den fazlası savaşa değişik nedenlerden karşı.Bu durumu müslümanlar kendi lehlerine çevirmelidirler.

Çok geç olmadan müslümanları karar almaya ve acil harekete geçmeye davet ediyorum.

Aralık -2002

İRAKTA SAVAŞA KARŞI CAĞLAYAN MİTİNGİ


Eylemle ilgili bazılarına imzasının kullanılıp söz hakkı verilmemesi vs. olaylarını kınamak gerekiyor.Müslümanlar ne yazık kı halen daha bazı hizipçilikleri aşamadı.Bunu herkeste görmekteyiz.

Ancak eylemi değerlendirirken olaylara sığ bakma yada eski sloganik ve kaba radikallığın doğmatik sablonlarından kurtulamıyoruz gibi.Müslümanlar toplumsal muhalefet olma noktasında 28 Şubattan sonra bazı yanlışları düzelttiler zannediyordum.Ama ne yazık kı eylemin organizesinde yaşanan olaylardan sonra şu an eyleme yapılan eleştirilerde aynı yanlışlar tekrarlanıyor gibi.

Eylemde neden yanlızca Türk bayraklarını görüyoruz?Neden Milli Gazate yi görüyoruz?Neden eylemi genel olarak değerlendirme noktasına gitmiyoruz.? Ben eylem alanında Özgürder den (Dergiden) birilerini görmek mutlu etti.Bu tavrı takdir ediyorum.Ama onlar gibi eyleme resmi söylem dışında, milliyetçi ,muhafazakar çizgi dışında tevhidi ve devrimci bir renk katan güzellikleri de görmeliyiz.

Evet eleştirirken olumsuzlukları görmeli ve düzeltme yoluna gitmeliyiz.Ama içinde olmama bize insafsızca eleştirme hakkı vermemeli.Eylemde bizler gibi düşünen insanlar vardı ve seslerini duyurdular ve eyleme kendi renklerini kattılar.Emperyalislerin ve siyonistlerin bayraklarını yaktılar.Sloganlarında emperyalismi ve işbirlikçilerini lanetlediler.Onda çeşni olarak değil yönveren olarak vardılar.Hatlalar olabilir.Evet.Türk bayrakları eylemde vardı.Ama bunu siz yada biz ,yada bizim gibi düşünenler açmadı.Asıl sorun bizler elimizde Türk bayrakları ile meydana inmemizdir.Toplumsal muhalefet yaparken kitleden uzaklaşmak ve marşinalleşmek ile ilkeleri korumak arasındaki hassas dengeyi korumalıyız

Ocak - 2003

KANAL 7 = ?

Kanal7 ile ilgili yoruma katılmakla beraber bir kaç şey eklemek istiyorum.Eylem akşamı tv de eylemleri seyrederken Kanal7 nın müslümanları hiç göstermemesi oldukca sınır bozucu idi.
Genelde yapmama ragmen netten Kanal7 nın telefonlarını buldum ve aradım.Eşcinsellere bile geniş yer ayıran kanalın neden müslümanları hiç göstermediğini sordum.Cevap şuydu ; arkadaşlar haberi öyle kurgulamışlar.

Tabii asıl konu müslümanları neden göstermemeleri değil bence.Medyanın artık buna islami (!) medya da dahil olayları nasıl manupile ettiklerini görmektir.Savaş karşıtı eylemde medyatik kişi ve olaylara yer vermek reyting mantığına uygun olabilir.Ancak ister ahlak diyelim ister de etik (yada haber etiği) haberin amacı olayın mesajının saptırılmadan ve objektif olarak verilmesidir.

Medyada da eylemle ilgili genellikle Kanal7 mantığına benzer olarak medyatik şovlar gösterildi.Dövizlerde ve insanların dillendirdiği sloganlardaki mesaj es gecildi.

Medyanın bu tür tavrına karşı bir eylem mantığı geliştirmek gerekiyor.Yanı eylemlerde ana fikir,düşünce yada mesajı bulanıklaştırıp kaybedecek medyatik kişi ve aktivitelerden kacınmak gerektiğini düşünüyorum.

AKP iktidarı ile islami (!) medya da bir TRT yada TGRT mantığı oluşmaya başladı.Muhalif düşünce ve olaylar yada kişilere artık yer verilmiyor gibi.İktidarın övülüp reklamının yapıldığı bir kanal veda gazete izlenimini veriyorlar.Aslında Kanal7 yada Yeni Şafak ın anti demoktarik denen ,28 şubat ürünü uygulama ve düşünceler karşı nisbide olsa verdiği tepki AKP ile artık yerini pohpohlamaya ve poliyanacılığa birakmış görünüyor.
Aslında burda üzülerek söylemek gerekiyorki özellikle bu saydığımız medyanın muhalif duruşu iktidarın AKP ye gecmesine kadar mış.Yanı kendilerini demokrat olarak lanse eden müslümanların demokratlığıda güven oyuna kadar mış.

Burada müsülüman kitlelerin buna neden bu kadar duyarsız olduklarını da düşünmek ve irdelemek gerekiyor.Katılım çok fazla olabilirdi.Utan verici müslümanların halleri.İraktan kendi dindaşları ölüyor ama avrupa da yada ABD de verilen tepkinin yüzde biri bile verilmiyor.Bu ne sinmişlik ve duyarsızlıktır.

AMA HERŞEYE RAĞMEN MÜSLÜMANLARIN MEYDANLADA OLMASI GÜZEL BİR GELİŞMEYDİ.
Aralik/2002

ÜLKE HALI

Mesut Yılmaz ın ordu ile girdiği polemik bazı çevrelerde soğuk duş etkisi yapmış,yine aynı kesimler darbe sürecinin yara aldığını düşündüğünden olsa gerek bu tartışmayı fazla uzattırmama gayretine girmişlerdir. Tartışmanın ülkenin daha fazla cunta yönetiminden çıkma gayretinden değilde yolsuzlukların ortaya çıkmasından kaynaklandığı meydanda.Daha önceleri de M.Yılmaz ın bu tür çıkışlarının olduğunu da düşünürsek bu polemiğin bazı yolsuzluk dosyalarının akabinde çıktığını görürüz. Olayın sebebi daha fazla nasıl ülkeyi sömürürüz kavgası.Ordu ben sömürecem (Oyak,kontragerilla,Pkk ile savaşta harcanan milyar dolarlar, yolsuzluk yapan sermayenin yönetim kurulundaki paşalar) diyor ,siyasiler yok biz.Olan halka oluyor.Biraz ses cıkaracak olsalar başlarına her an inmeye hazır cop yada postal.

Bu yüzden M.Yılmaz ın paşalarla olan söylenenler bakımından olumlu ancak söyleyen ve sahip olduğu siyasi düşüncesi bakımından söylediklerini yok sayılabilecek durumda.Yüzü tamamen batı ya dönmüşlüğü ve de kapitalizmi ifade eden Yılmaz ın bu tür sözlerini garipsememek lazım.AB üyeliğini önceleyen ,kapitalizmin önündeki her türlü engeli kaldırmak isteyen birisi için liberalizmi savunmak tuaf gelmese gerek. Bu yüzden 18.nisan seçimleri arefesinde bir kısım müslümanların F.B yı pasif bularak İHL ve başörtüsü konularında sorunlarını çözeçek bir kurtarıcı MHP (miliyetçi ve fasist) oy vemeleri gibi şimdide M.Yılmaz 28 Şubat Cunta sından ülkeyi kurtarıcı olrak görülmemeli.Sistem içi mücadele eden tüm partiler gibi ne F.B ne MHP ne BBP ne de ANAP ülkeyi bir yerlere götüreçek değildir.Ülkenin gizli yönetiminin ordu-sermaye-medya-siyasilerden oluşan mutlu bir azınlıkta olduğunu artık fark etmek gerekiyor.Tabi arkalarında da emperyalistler ve siyonistler var.(Cevik Bir ABD de yahudilerden ödül alması manidardır) Ecevite mektup gönderip ben senin efendinim şunu şunu yapaçaksın diyen ABD kendi çıkarlarını koruduğu sürece bu çeteye ses çıkaraçak değildir.

2002

2.Özal ve 2.Devrimcilik

Ülkenin halını(ne kadar fakırleştiğimizi) görmek için dövize bakmak yeterli.Evet şuan dolar bir bucuk milyonu geçti.Halkın kanını emenler halen daha pişkinliklerini koruyorlar.Ülkeyi soyanlar ve emperyalistlere parca parca satanlar yaptıklarını gizlemenin yollarını çok kolay buluyorlar.Halkın isyana bu kadar soğuk olmasının nedinini gelenekle acıklamanın yanında 150 yıllık dikta ve zulum carkının halktakı izlerinede bakmak lazım.Halkın üzerine kara bulutlar giib gelip gitmek bilmeyen rejim kendi sonunu hazırlıyor.Sonunda bu halk ayaklanmasını ve devirmesini de öğrenecek.oligarşide yaptıklarının hesabını vereçek.

Rejim yıkılan itibarinı kurtarmak için ikinçi Özal ları piyasaya sürüyor.Tayip Erdoğan bu misyonun şimdiki piyonu durumda.Bizler artık yeniden 80 öncesi partı ayrımının olduğu kırılma noktasına geri dönüyoruz.Eskinin hızlıları şimdilerde darbeci sürece karşı yapabilçekleri en iyi şeyin oy kullanıp iktıdara II.Özal ı getirmek te yattığını düşünüyor.Bizler savrulan halkla beraber savrulmanın dinamiklerini yakalamalıyız. Devrimci bir halk hareketinin köklerini sağlamlaştırırken yeniden rejiminin kısır döngülerine girmenin vebalını üzerimize almamalıyız.AB ye girmenin bile faydalarından bahsedeb müslümanların düştükleri düşünsel kaosun izleri çok derinlerde aramak gerekiyor.İlkeli bir mücadelenin temellerini atmak gerekirken halen daha partı düşüncesinin öncelenmesi geçirilen süreci iyi değerlendirememenin acı bir gerçeğidir.

2002
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 5:20 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

AKP LILERIN FIKIR BABA;LARI

LINKE TIKLAYIN

http://members.lycos.co.uk/musluman/yorum.htm
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 5:45 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

BlogThis!Komplo Teorileri
" Hiç Bir Şey Tesadüf Değildir " - Komplo Teorileri Blog'u

Mayıs 29, 2005
MİT'te çalışan GAZETECİ?

HÜRRİYET'TEN AYRILDIKTAN SONRA MİT'TE ÇALIŞMAYA BAŞLAYAN GAZETECİ KİM?... ''20 yıllık mesleki tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim; ''tirajı yüksek'' veya ''etkili'' her basın kuruluşunda istihbaratla bağlantılı bir ''eleman'' vardır. Bu elemanlar, çalıştıkları kuruluşta daha çok ''karar verici'' veya kamuoyunda ''etkin'' isimlerdir.'' MEDYA VE İSTİHBARAT Geçen haftaki ''Mücadeleciler ve derin devlet'' başlıklı yazımızdan dolayı okuyucularımızdan çok sayıda mesaj aldım. Bu mesajların çok az sayıda kısmı, ''küfür'' ve ''hakaret'' doluydu. Bunları...''Her mahallenin delisi vardır'' deyip geçiyorum. Bazı mesajlarda, ''Siz bizden daha mı temizsiniz? Basında istihbaratçı yok mu?'' mantığıyla, iki yanlıştan bir doğru çıkarma gayreti vardı. Ama mesajların önemli bölümü, ''sağduyulu'' bir yaklaşımla kaleme alınmış, ''bizi daha iyi tanıyın'' diye feryat eden inançlı insanların samimi düşüncelerini yansıtıyordu. Öncelikle şunu belirtmeliyim; Mücadele Birliği'nin İslam'a saygılı ve milli değerlere karşı duyarlı yaklaşımıyla hiçbir problemim yok. Aksine, bu konularda ''düşünce birliğimiz'' söz konusudur. Tertemiz duygularla ve büyük ideallerle örülmüş bu siyasi hareketin ''idealist yolcularına'' ancak ''saygı'' duyarım. Ama benim burada itiraz noktam şudur; iyi niyetli bu çabaların bir ''derin el'' aracılığıyla yönlendirilmesine müsaade edilmesidir. Yönetim kademesindeki bu şahısların ''deşifre'' edilmesi karşısında, ''başımızı kuma gömerek'' gerçeklere karşı direnç gösterilmesidir. Ayrıca, siyasetin merkezine orduyu yerleştirilmesi ve ''darbe çığırtkanlığı'' yaparcasına ''ordu-millet elele'' sloganının, ''kitlesel'' bir siyaset anlayışı haline getirilmesini kabul etmek de mümkün değildir. Herkesin, hangi düşünceyi savunursa savunsun, önce ''demokrasiyi'' içine sindirmesi gerekir. Bu noktada, şu soru, beynimi kemiriyor; ''Demokrat'' olmak için savunduğumuz ideolojinin mutlaka ''postal'' altında ezilmesi mi gerekir? 27 Mayıs'tan önce ''düşman'' gördükleri sağ iktidara karşı ''ordu-gençlik elele'' sloganlarını atanlarla, 12 Mart öncesi ''ordu-millet elele'' dediğinizde aranızda ne fark kalır? Ama maalesef, yakın tarihimiz, ''ibret'' alınmayan ''anti-demokrat'' oyunlar ve hayal kırıklıklarıyla dolu. 27 Mayıs'ta idamlara alkış çalanlar, 12 Mart duvarına çarptıkları zaman ''demokrasinin erdemini'' anladılar. Bu ''siyasi ders'' halkasına, 12 Eylül'de ''ülkücüler'', 28 Şubat sürecinde ''muhafazakarlar'' eklendi. Şimdi bakıyorum, tarih sürekli tekerrür ediyor. 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü, 28 Şubat'ı çabucak unutuverdik. ''Askeri'' mesajları, ''yol gösterici'' olarak kabul etmeye, bazı gazete manşetlerinde ''kararlılık böyle olur'' gibi akıl ve izanla izahı zor ifadelere, Meclis kürsüsünde ''herkes ihtilali konuşuyor'' gibi saçmalıklara rastlamaya başladık. Unutmamalıyız ki, bu oyun tehlikeli bir oyundur, ''bumerang'' gibi dönüp dolaşıp kendimizi vurabilir. Lafı fazla dolaştırdık. Özetle; ''Mücadeleci'' dostlarım geçmişle yüzleşmeli, diğer siyasi gruplar da ''geçmişi'' hatırlamalıdır. Özellikle, ''Ülkücü'' dostlarım, ''MHP Davası'' tutanaklarını yeniden okumalıdır. Gelelim, ''Basında istihbaratçı yok mu?'' sorusuna... Elbette var. Kamuoyunu yönlendirmede ''birinci güç'' olan medyaya, istihbaratın ilgisiz kalması düşünülebilir mi? 20 yıllık mesleki tecrübeme dayanarak şunu söyleyebilirim; ''tirajı yüksek'' veya ''etkili'' her basın kuruluşunda istihbaratla bağlantılı bir ''eleman'' vardır. Bu elemanlar, çalıştıkları kuruluşta daha çok ''karar verici'' veya kamuoyunda ''etkin'' isimlerdir. Başka türlü, istihbaratın ne gibi işine yarayabilir? Ayrıca, tüm basın kuruluşları ve ''seçilmiş'' mensuplarına ait telefonların dinlendiği yönünde içimde hep ''şüphe'' olmuştur. Mesela, ilginç bir örnek vereyim. 1985-1986 yıllarında Milliyet'in Ankara Bürosu'nda çalışırken, İstihbarat Şefimiz Özgen Acar, yardımcısı ise Hayri Birler'di. Şefimiz, New York'a atanınca, yeni şef arayışı başladı. Adaylar; Şef Yardımcısı Hayri Birler, Parlamento Muhabirleri Kemal Balcı ve Derya Sazak'tı. Sonunda şeflik için Sazak'ta karar kılınınca, Birler, gazeteden ayrıldı. Birler, daha sonra Hürriyet'te işe başladı. Kısa sürede etkili bir isim oldu. Bugün Fatih Altaylı'nın Hürriyet'teki konumuna benzer bir ''yol haritası'' belirlenmişti. Ama olmadı. O tarihlerde, Birler için hep ''MİT'e çalışıyor'' denirdi. Açıkçası, bu iddialara ''komplo teorisi'' diyerek hep güldüm. Hiçbir zaman inanmak istemedim. Yeni duydum. O şimdi MİT'te çalışıyormuş. Tabii, Birler'in MİT ile irtibatı, Milliyet veya Hürriyet döneminde mi başladı, yoksa gazeteciliğe veda ettikten sonra mı, onu bilemiyorum. Ne var ki, artık ''istihbarat'' işleri, öyle eskisi gibi çok basit değil. Geçmiş yıllarda içine kapanmış Türkiye'de yerel istihbaratın medyaya ilgisi, bugün uluslar arası boyut kazanmıştır. Türkiye'nin yeni ''küresel'' oyunların önemli bir ''figürü'' haline gelmesiyle, uluslar arası istihbarat örgütlerinin Türk medyasına ilgisi, geçmiş yıllara oranla daha fazla artmıştır. İzlenen yöntem de değişmiştir. Öyle, kamuoyunda sanıldığı gibi, CIA veya MOSSAD gibi istihbarat örgütlerinin doğrudan bir bağlantısı yok. En azından böyle olduğunu düşünüyorum. Artık, oyun, yeni kurallara göre oynanıyor. Başvurulan en sık yöntem, ''sivil toplum kuruluşu'' aracılığıyla kurulan bağlantılardır. Mesela, Soros Vakfı'nın Türkiye'deki tüm ''bağlantı ağı'' deşifre edilebilse, acaba ortaya nasıl bir ''medya datası'' çıkar, merak ediyorum. Bazı medya mensuplarının istihbarat örgütleriyle ''doğrudan'' veya ''dolaylı'' bağlantısı, beni küçük düşürmez. Bize düşen görev, yanlışı yanlışla savunmak değil, gerçekleri ortaya çıkarmaktır. Yazın ''hurma yemeyen'' hiç kimse, kış geldiğinde ''Acaba beni tırmalar mı?'' diye düşünmeyip gerçeklerden korkmamalıdır. Biliyorum, güneşin aydınlığı gözümüzü alabilir ama unutmayın ki, gölgeleri de yok eder.

ŞAMİL TAYYAR-YENİ ŞAFAK


Yazan: UMUT @ 12:24 PM

Amerikan Yahudi lobisi ne kadar güçlü?

Bu hafta sonu,Amerikali bir lobi grubu kurulusunun 50.yildonumunu buyuk bir senlikle ve politikacilarin katilimiyla kutlayacak.Buraya kadar hicbir sey ilginc degil.Fakat kutlamaya katilacak olanlarin icerisinde Baskan Bush ve Amerikan politikasinin onde gelen simalari bulunmakta.Bu organizasyon Kongre'nin ve Beyaz Saray'in etrafinda kumelenmis binlerce baski grubundan birisi degil.Bu organizasyon,kimilerine gore Abd'nin tarihindeki en guclu lobilcilik faaliyetlerinde bulunan Amerikan Israil Halk Iliskileri Komitesi(AIPAC)'tan baskasi degil.

Israil yanlisi Yahudi lobilerini analiz ettigimiz zaman gerceklerin uydurma bilgilerle korlestirildigini gormekteyiz. Bir cok siradan Amerikali icin etnik lobicilik Amerikan siyasi hayatinin normal bir parcasi.Amerika'nin disinda olanlar icinse Israil yanlisi lobiler cok ozel bir guce sahip.Amerikan dis politikasinin sekillendigi her basamakta etkili olan bu lobilerin en ugursuzu AIPAC'tir. Israil yanlisi Yahudi lobilerinin Amerikan dis politikasindaki ezici etkisi eski moda anti-Semitizm ya da cahillik olarak degerlendirilebilir.Amerika'daki sayilarina oranla Yahudiler'in cok buyuk bir gucu ellerinde tuttuguna hic suphe yoktur.Bu olgunun kaynagina yonelik cok cesitli aciklamalar yapilmaktadir. Ilki,Yahudiler'in secimlerde anahtar rol oynayan New York,Florida ve California gibi kentlerde yogunlasmislardir.Buradaki Yahudiler cok iyi egitim gormus,disiplinli ve kime oy verecegini cok iyi bilen secmendirler ayni zamanda.

Butun bunlara ilaveten Amerika'da lobicilik alaninda rakipsiz olan Israil yanlisi lobiler,Amerikan Kongresi'nde yapilan secimlerde Israil'in lehine ya da aleyhine oy kullanan butun kongre uyelerini web sitelerinde listelemektedirler.Kim Israil'in lehine ya da aleyhine oy kullanirsa,bu lobinin ozel dikkatine alinmakta ve aleyhte oy kullananlarin gelecek secimlerde kaybetmesi icin elden gelen yapilmaktadir. Israil ve davasi her zaman, parlamentonun 435 kisiden olusan uyelerinin en az 200'unden,100 senatorun ise en az 40 ile 45'inden kesin oy almaktadir.Boyle bir guc oteki lobiler ve ulkeler icin bir ruyayi teskil etmektedir. 2000 yilinda yapilan Amerikan baskanlik ve kongre secimlerinde AIPAC 2 milyon dolarin uzerinde bir kaynak harcamistir.Bu para AIPAC'la iliskisi olan bireylerden toplanmistir. Bilinenlerin aksine Yahudi lobilerinin gucu Yahudiler'in Amerika'daki tarihlerinden kaynaklanmamaktadir.Ilginc bir sekilde ilk 20 yilinda Amerika, Yahudi devletine cok az ilgi gosterdi.

1960li yillarda konjonkturun degismesiyle birlikte Ortadogu'daki Ingiliz-Fransiz etkisi cozulmeye basladi ve anti batici duygular hizla yukseldi. Israil,Amerika'nin Arap dunyasindaki uzun donemli bolgesel stratejik ortagi olarak gorulmeye basladi.Bu gelisme Yahudi lobileri tarafindan kullanildi fakat Israil'le Amerika arasindaki gercek unsur bu olmadi. Israil'in kuruldugu 1948 yilindan bu yana Amerika'nin Israil'e yaptigi yardimlar 90 milyar dolari gecmistir.Bugun Amerika'nin ayirdigi dis yardim fonlarinin ucte birisi,dunyanin en zengin 20 ulkesi arasinda yer alan Israil'e gitmektedir.Aklin alamadigi bu olgunun arkasinda cok basit bir gercek yatmaktadir.Yardimlarin buyuk cogunlugu Amerikan silahlarinin Israil'e satisi olarak gerceklesmekte ve bu sekilde Amerika kendi silah sanayisini dolayli sekilde desteklemektedir.Bu sebepten dolayi en buyuk lobiciligin Israil'e Yahudi lobileri tarafindan, disaridan aktarilan nakit paralar degil,Amerikan silah sanayine verilen fonlardir.Yahudi lobileriyle Amerikan silah sanayi arasinda buyuk bir cikarevliligi vardir.

Geleneksel sekilde Amerikan Yahudiler'i azinliklarin haklarina daha duyarli olan Demokrat Parti'ye oy vermektedirler.Fakat son bir kac yilda cok onemli gelismeler meydana geldi ve Amerika'ya yapilan saldirilardan sonra,Cumhuriyetciler'in bel kemigi olan dinci sagcilarla Yahudiler arasinda ozel amacli bir koalisyon ortaya cikti.Bugun Israil'in en buyuk destekcisi Amerika'nin guneyinde yasayan ve Araplar'i terorizm ithalatcisi olarak goren vaazci Amerikalilar'dir.Bu sahislara gore Israil, Islami akimlara karsi Arap cografyasinda cesurca mucadele eden kucuk bir devlettir.

Simdiki Baskan Bush'un babasi G.Bush,kendi doneminde Filistin'le baris gorusmelerine baslamasi icin Israil'e ambargo koyabilecek guce sahipti.Bugun,oglu Bush istese bile boyle bir olanaga sahip degil.Bu durumda Israil'deki sagci Likud Partisi'yle ilintili olan ve Amerika'nin dis politikasini yonlendiren neo-conlar'in cok buyuk bir etkisi vardir.

Israil'le Amerika'nin Ortadogu politikasi yanlis olarak degerlendirilebilir, fakat bu politika Amerika'nin orta batisindaki beyaz yakali isciler,Dogu kiyisindaki entellektueller ve Guney'deki vaazcilar tarafindan genis bir sekilde desteklenmektedir.
Kaynak : The Straits Times

Yazan: UMUT @ 12:20 PM

Amerikan Köpekleri

Hürriyet yazarları Yalçın Doğan, Özdemir İnce Bağdat'ta ABD askerlerince tutuklandı, gazetecilerimiz 'biz CNN'de çalışıyoruz' dediler, askerler yemedi, gözaltına aldı, inceleme yaptılar, baktılar ki hakikaten CNN'de çalışıyorlar, 'bizimkilermiş' deyip bıraktılar. Peki, başka gazetecilerimiz, CNN'den değiller, ne olacak?.. Ama aklıma bir şey geldi. Türk askerleri de Aydın Doğan'dan 'CNN basın kartı' pekala alabilir, böylelikle 'çuval geçirilmeyi' önlemiş oluruz, 'bizimkiler' muamelesi görürüz... Amerikalıların 'bizimkiler' muamelesi çektiği bu yazarlar, Türkiye yazarları, Türk'ün yazarları olurlar... Rezilliklere, şaka bile yapılmıyor.Nükleer tehditlerle gezegenimiz yıkılıyor, tarihin en acımasız haksız savaşlarıyla dünya yıkılıyor, herifin derdine bak, oturmuş plazasında klimalı odasında 'asker gönderelim' diye fetva veriyor. Doktor, hemşire, mühendis, elektrikçi, gıda yardımı gönderelim, aklından geçmiyor.Ertuğrul Özkök, Sedat Sertoğlu, Sedat Ergin, Altemur Kılıç vb. bir yığın üfürükçü sallıyor. Şu Altemur Kılıç, herif, aksırık tıksırıklarını fikir sanıyor, aksiliklerini Türk Milleti'nin onuru sanıyor, Türkiye'yi üç kişiden ibaret sanıyor, babası, Atatürk ve kendisi. Ya şu Sedat Sertoğlu...Bazı yazarlarımız kendini satmış olabilir, ama kendileri satıldı diye Türkiye'yi de satılmış kabul etmeleri, artık rezillik değil, palyaçoluğun dik alası.Irak savaşı öncesi, hatırlayın. Tüm ekranlar, büyük medya, istinasız Amerika'nın yanında kılıç sallıyordu. Birkaç küçük gazete, birkaç küçük TV, Amerikan aleyhinde ancak propaganda yapabiliyor ve aşağılanıyorlardı. Ne oldu? Büyük medya Meclisin ve Türk halkının tükürükleriyle boğuldu. Vatan haini, kalleşler, işbirlikçiler olarak beş-on kişi ortada kaldı. Kaçtır dünyaya rezil oluyorlar.Bakın kimleri çıldırtıyor, ekmeklerinden ediyorlar. Ülkemizde birçok elçilik görevlisi, yabancı medya mensubu, ABD'de de birçok düşünce kulübü (Think-Tank) işte bu medyamızı izleyerek, Türkiye'deki havayı koklayıp bilgi edindiğini sanıyor, işte kızıl kıyamet burada kopuyor. Ülkemizi ısrarla büyük medya üzerinden koklamaya çalıştıkları için göt üstü düşüp, her defasında çuvallıyorlar. Düşünün, elçilik görevlisi ya da muhabirsiniz, gazetelere bakıp, Türkiye böyle düşünüyor' diye yıllardır rapor veriyorsunuz ve tüm dünyayı aldatıp yanıltıyorsunuz. Tezkere günlerini hatırlayın, tüm dünya işte böyle şaşırdı, afalladı. Medyadan aldıkları izlenimlerle fos çıktılar, şaşırdılar. Artık yabancı elçilikler, yabancı muhabirler kafayı yemiş durumda, artık onlar da gazetelerimizi okuyup, 'asker gönderelim' sloganlarını görünce, golüyle gülüyorlar, bu gülünçlükleri dünyaya yansıtmıyorlar!Ancak, inanılmaz şaşırtıcı, yanlış bir siyasal hava yaratılıyor, iletişim araçlarıyla tüm dünyanın karıncalan, böcekleri izlendiği halde, Türkiye halkının görüşlerini kimse bilemiyor. Bu da bizim işimize geliyor, hem yabancı basın, hem elçilikler, Türkiye'deki havayı koklamakta zorlanıyor. Bizim medya yine bir balon şişiriyor, koskoca Pentagon bu balona inanıyor, kararlar alıyor, bakıyor ki sonra kazın ayağı böyle değil, bokun bokun oluyorlar. Sonra da Türkiye bizi yanılttı diye tehditlerde bulunuyorlar, sizi yanıltan Türkiye değil, köpekleriniziişte, Abdullah Gül Amerika'ya giderken, yine Türkiye asker gönderecek, pazarlığa geliyoruz diye raporlar-yazılar verdiler, yine burunlarında sinek şaplattılar. Büyük medyamız başımızdan eksik olmasın. Hep yanıltsın. Medyamız, Türkiye halkının düşüncelerine hiç itibar etmeyerek, aynı zamanda Türkiye halkının gerçek düşüncelerini de saklamış oluyor ve Amerika her defasında bozum oluyor. Bu iyiliklerini unutmayacağız.(Abdullah Gül'ün danışmanı Ahmet Davutoğlu çok değerli bir bilim adamıdır, Türk halkının derin hassasiyetlerinin farkındadır. Bir düşünün bu koltukta bugün Demirel, Tansu, Ağar otursaydı, halimiz nice olurdu? Verilmiş sadakamız varmış.)Şimdi Pentagon da ayılmaya başladı, köpeği gazetecileri kendilerini sürekli yanıltmasından bıktı, 'adam sandım eşeği, altına serdim döşeği' yine bir bok çıkmadı, diyorlar. Neyse, köpeklerle sahipleri arasındaki bir sorun, fazla karışmayalım.Dünya siyaset tarihi, borçlu ülkelerin fazlasıyla tavizler verdiğini yazar, ancak, borçlu ülkelerin her denileni yapmak zorunda kaldıklarını yazmaz. Dünyada, batağa saplanmış işgalci Amerikan askerlerinin yanına asker göndermek isteyen tek ülke var mı? Sadece bizim 'şarlatan' yazarlarımız var. Ülkemizin, halkımızın, meclisimizin 'lavuk' olmadığını, 'satılmadığını' tezkerede gördünüz. Bu cahil ve satılmış yazarlar gibi düşünen bin kişi dahi olmadığını gördünüz. bu ülkenin onuru, ahlakı, stratejisinin bu büyük medyanın hiç konusu olmadığını, onların hayatlarının 'pazarlık' olduğunu da gördünüz. Avrupa Uygarlığının ahım şahım devletleri, değerden, insanlıktan şampiyon olmuş ülkeleri dahi Amerika'ya karşı sus-pus olurken, beş kuruşsuz bu zavallı ve yoksul ülkenin tezkeredeki kararını hep birlikte gördünüz. Yine göreceksiniz. Sizlerin çuldan çuvaldan siyasetleriniz ortada. Dünya coğrafyasında bu kadar fütursuzca, bu kadar haince üfürüp sallayan tek bir yazar, gazete gösterin. Yok. işte, köpekleriniz sayesinde, kaçtır Irak'ta, havanda su dövüyorsunuz! Bu medya on yıllar boyu bizi çok rezil etti, biraz da sizin ağzınıza sıçsın, öğrenin, köpeklerle siyaset olamayacağını!Neyse... Araplar bizi arkadan vurdu edebiyatı, medyada hâlâ iş yapıyor. Tarih dışı kalmış bu düşünceye hâlâ itibar eden ajanlar var aramızda. Önce İngilizler, sırasıyla, Fransızlar, İsrail ve Amerika, Türk-Arap düşmanlığı için bu edebiyatı yüzyıllardır kullanıyor. Aynı ülkeler, Araplara da Türkler sizi altı asır sömürdü' edebiyatı yaptılar, yüzyıldır.Türk yazarlarının 2003 yılında hâlâ bu gerici, provakatif ajanların fikirleriyle yazı yazıyor olması cahillik, acıdan da öte, tam bir gülünçlük.Önce bilmeniz gereken tarihi bilgi şudur, bizi arkadan vuran Araplar bugün tarih sahnesinde yoktur, İngilizlerin kurduğu tüm krallıklar Arap milliyetçileri tarafından yıkılmıştır. Arap bağımsızlık savaşları iki aşamada olmuştur, birinci cihan harbinde Türklere karşı, ellili yıllarda İngilizlere karşı. Hatta, bizi arkadan vuran Arapların oğlu Kral Faysal, yani Mustafa Kemal'e karşı cephede savaşan Şerif Hüseyin'in oğluyla Atatürk, Saadabat paktını kurarak, bağımsızlığına kavuşan Araplara karşı kin gütmediğini, dosta düşmana ve bizlere karşı milli bir devlet politikası olarak göstermiştir.Ayrıca, I. Dünya Savaşı'nda ve istiklal Savaşı'nda varolma-yok olma savaşı verdiğimiz halde, bugün hiçbir Türk'te, Araplar kadar büyük İngiliz nefreti yoktur. Arap demek, tepeden tırnağa İngiliz nefreti demektir. 19601ı yıllara geldiğimizde Arap topraklarında tek bir İngiliz kalmamıştır, İngilizlerin kukla krallıklarını Araplar alaşağı etmiş, tarih sahnesinden silmiştir. Yani, bizim, bizi, arkadan vurdular dediğimiz Araplar bugün tarih sahnesinden silinmiştir. Vahdettin'in, Abdülhamit'in silindiği gibi.Ama hâlâ zavallı, cahil yazarlarımız yaygara koparıyor, bu fikirlerimizin Ortadoğu topraklarında hiçbir anlamı ve karşılığı kalmamıştır. Arap yazarlar, 'Allah'ını seversen ne diyor bu Türkler' diye şaşkın şaşkın bizi izliyor.Aksine, İngiliz muhipliğini Ortadoğu topraklarında yalnız ve yalnız bizler yapıyoruz. Bizi arkadan vuranların elinden tutup Arap milliyetçilerinin karşısına eski kralları bir güç diye çıkarıyoruz. Buyrun, hatırlayın. Irak Savaşı günlerinde, büyük gazetemizin manşetini. Ordumuzdan İngilizlere tarihi tokat. Güya, İngilizlere l. Cihan Harbi'ni hatırlatıp, yardım isteklerini geri çevirmişiz. Yalan. Oysa, bu manşetle bir hainliği maskelemeye çalıştılar. O da, biz Türklerin milli düşmanı Şerif Hüseyin'in torunu, devrik kralın oğlunu Irak'a götürdük. Üstelik adamla NTV' de röportaj yaptık. Bizi vuran Arap'ı, bizler ağırladık, karşıladık, yatırdık, yedirdik, otellere yerleştirip kapısına güvenlik koyduk. Bizi vuran Arap'ın çocuğunu el bebek gül bebek saklayıp, gizleyip emaneti Irak topraklarına, yani Arap milliyetçilerine karşı savaşsın diye biz gönderdik!..Mesela bir Türk çocuğu olarak benim Şerif Hüseyin'e karşı öyle bir kinim var ki, hâlâ onun yedi kuşaktan torununu yolda görsem, öldürürüm, diyorum kendime. Ama devletimiz, medyamız, Türkçülerimiz hem Araplar bizi arkadan vurdu diye edebiyat yapacak, hem de bizi vuran Arap'ı ağırlayıp besleyip, Irak'a gönderecek.Peki, bu kadar haince, ajanca yalanlara nasıl kanıyorsunuz? Çok basit, yakın tarihimizi hiç okumamakla!Neyse... Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Neyse... Yakın tarihimizde devletimiz adına onur duyacağımız entelektüel çabalar da oldu. 1961 yılında ülkemizde, çok değerli yazarlarımız Şevket Süreyya Aydemir ve Y. Kadri Karaosmanoğlu'nun çıkarttığı ORTADOĞU adında bir strateji dergisi çıkar. Yani, çok sağlam ellerimiz, büyük bir düşünce vicdanı ve içtenlikle ülkemize büyük çapta bir hizmet yapar. Bugüne kadar bu yoğun kapasite ve derinlikte ve içtenlikte bir dış politika dergimiz olamadı. Derginin 67'ye kadar çıkan 60'ın üstünde sayısını inceledim. Genç cumhuriyetimizin bu iki güzel öğretmeni Ortadoğu ülkelerine ağır bir saygı ve yetenekle birbirinden güzel dostluklar, mesajlar gönderir. Cihan harbinin yaralarını güzelce ve ahlak temizliğiyle sarmaya, Ortadoğu'daki kardeşlerimizle kutsal bir beraberliğe doğru yol alırlar. Derginin 11. sayısından sonra dergi yönetimi tümüyle Celal Tevfik Karasapan'ın eline geçer. Yani, bu güzel duyguları ve politikaları, mit müsteşarlarımız, büyükelçilerimiz yazılarıyla paylaşır. Iran, Irak, Suriye, Mısır, krallıklar, Mağrip (Kuzey Afrika), Yemen, Kızıldeniz, Basra hakkındaolaylar, antlaşmalar, iklim, seyahatler, yumuşak bir dille ve bir aydın iyiliğiyle kaleme alınır. Neler öğreniyorsunuz, neler, Libya'nın kazandığı paraları harcayacak bir halkı olmadığı için, komşu ülkelerden halk ithal ettiğine, Pakistan'ın taşı olmadığı için, yüz binlerce Pakistanlı çocuğun yüzyıllarca tuğla fabrikalarında çalışmak zorunda kaldığını, Arap sosyalizminin saniye saniye gelişimi, çatışmaları...Dergiyi okudukça ağlayası geliyor insanın. Şevket Süreyya Aydemir ve Karaosmanoğlu'nun bu sert ve acımasız coğrafyaya bir ağbi, baba yumuşaklığıyla derin dostluklar kurmaya yönelik yazılan, mesajları, haberleri ve yeniden siyasal ilişkilerimizi örme çabaları. Ölümcül düşmanlara karşı ağır hastalığımız milliyetçiliğin yolunu şaşırmış militanlarına tatlı tatlı dersler veriyorlar. Ve zaman zaman bizlere: 'Geleceğin aydınlan, Ortadoğu'yla dost olmadan yaşamayız. Ortadoğu kardeşliğine katkısı olacak geleceğin aydınlarına...' gibi ibareler, duygudan öldürüyor insanı. Araplarla, iç içe, samimi, tam bir kardeşlik rüzgarı estiriliyor.Son kırk yıldır işte birileri tarafından bu 'dostluk' ağları parçalanıyor. Bir zamanlar, kırk yıl önce devletimiz, aydını, mit müsteşarı, elçisiyle bu dostluğu yeniden kurmanın derdindeydi... Şimdi o dergideki Şevket Süreyya, Karaosmanğlu'yla aynı fikirleri söylemeye çalışıyoruz, ama artık marjinal kalıyoruz. O günlerde devletimizin fikri, meşhur ve güzel yazarlarımızın fikirleriydi. Bugünlerde, Ortadoğu bizim kardeşimiz dedikçe, devletin içinden birileri tarafından neden dışlanıyoruz.Bu dostluk nasıl bir fırtınayla altüst oldu, inançlarımız, kardeşliğimiz nasıl çatırdayarak yıkıldı, hangi fikirler bozdu bu birliği?.. Bizi, komşularımıza ve coğrafyamıza son kırk yıl içinde kimler düşman etti!.. Türk Devleti son kırk yılda ne oldu da, bu Ortadoğu siyasetinden vazgeçti?., işte birileri bu 'tarih'i öldürdü, bizi Araplara düşman yaptı...(Dergide bir tuhaf durum gördüm, bugün Daily News Gazetesi'nin sahibi İlnur Çevik'in babası, Türkiye'nin tescilli meşhur masonlarından ilhan Çevik'tir. Nasıl olmuşsa derginin on birinci sayısında bizim yazarlarımız Şevket Süreyya, Karaosmanoğlu gönderilmiş, imtiyaz müdürlüğüne ilhan Çevik getirilmiş. Mevzuu çözemedim. Komplo teorilerine de inanmam. Görünüyor ki masonlar, derin devletimizin strateji dergisinde dahi boy göstermeyi başarmışlar.)Yani, bugün devletin strateji dergisi Avrasya Dosyası'nın Türkçü politikalarına bizi kimler getirdi? O büyük ve büyülü dünyadan bizleri kimler ayırdı?Bugün, genel bir kanaat halini almış çok yanlış bir düşünce var. Sanki bizler, Cihan harbinden sonra küsüp Ortadoğu'ya arkamızı döndük. Hayır. Atatürk'ün Saadabad paktını düşünün, karşı cephede savaştığı Melik Faysalla el sıkışıp antlaşmalar imzaladı. Bizlerin Araplara karşı düşman vaziyet almaya başlayışımızın tarihi, İsrail Devleti'nin kuruluşuyla başlar. Yani, bizim Ortadoğu'da temel politika değişikliğimiz cihan harbi yenilgisiyle değil, Menderes ve sonrası hükümetlerle başlar.1950'lerde Afrika ve Ortadoğu'da bağımsızlık rüzgarları eser, tek bir bağımsız ülke yokken, 19601ı yıllara geldiğimizde otuz, kırk, elli ülke bağımsızlığına kavuşur. 1950'den sonra Arap topraklarında çok kuvvetli milliyetçilik akımları güçlenir. Araplar tek tek bağımsızlıklarını kurarlar. Burası önemli.Çünkü, yedi yüzyıl siyaset yapamamış ve başkalarının emrinde çalışmış Araplar, Baas rüzgarıyla sarhoş olur. ilk işleri tüm Arapları birleştirmek. Mısır ismini kullanmaz, Suriye'de, Birleşik Arap Cumhuriyeti'™ kurarlar. Bu fikirlerini kendi kültürlerine uygun bir sosyalizm teorisini inşa ederek tarih sahnesine sokarlar.Mısır'da Cemal Abdül Nasır bir Arap devi olarak gümbür gümbür konuşur. Arapların ufku gelişir ve doğuya ve batıya, yani Rusya ve Amerika'ya karşı bir üçüncü güç olarak naralar atarak siyasete girerler. Nasır kadar, Ortadoğu topraklarında, İngiltere'ye, Amerika'ya ve Batı'ya karşı, onun kadar sert, kararlı ve net konuşan tek bir Arap lideri çıkmadı. Müthiş bir adamdı. Arap halkı radyo başında onu dinleyip kendinden geçiyordu. Altı günlük İsrail Savaşı'yla Nasır'ın simleri döküldü, gözden düştü ve sonra öldü.Nasır'ın gümbür gümbür ateşli konuşmalar yaptığı bu günlerde Araplar Türkiye'yi çok seviyordu, hatta Baas, bizim Kemalizm'e tıpkı benziyor, taklitti. Zaten Baas'ın ileri gelenleri Osmanlı okullarında okumuş, çoğu Konyalı, İzmirli, Urfalı, Osmanlı'nın aydınlarıydı. Bizlere, kardeşlikleri ve hayranlıkları hiçbir zaman bitip tükenmedi.Ve her defasında bizimle, ölçülü, mesafeli, saygıyla konuşmaya çalıştılar. Ancak, 1950'den başlayarak, Türkiye Devleti'nin önce İsrail'e sonra İngilizlere taraf olmasına dayanamadılar, ipler, biz İsrail'le yakınlaştıkça, İngilizleri destekledikçe koptu. Mısır'ın milli davasıkanal savaşında İngilizleri tutunca bizler, tarihsel büyüklüğümüz bir günde yok oldu. Araplar Türklere düşman olmamak için çok çaba sarf etti, mesela tüm Arapların milli ve ortak davası Filistin'e güç vermemizi istediler... Mesela kanaldan hiçbir İsrail gemisi geçemez, hiçbir Arap toprağına İsrailli ayak basamaz. Ancak, bizler Ortadoğu'da siyasetimizi İsrail'le kurmaya çalıştık. Ve İsrail'in Ortadoğu topraklarında cirit attığı, alışverişe girip allem kullem ettiği tek Müslüman devlet olduk.Türk yazarlarının en büyük cahilliği, Arapların hem İngiliz hem Amerika nefretlerini derinliği bilmiyorlardı, ciddiye almayıp, Arapları küçümsemeye çalıştılar. Bizim Amerika yörüngesine girdiğimiz yakın tarihte Araplar Amerikalılara karsı varolma-yok olma savaşına girdi. Araplar tarih sahnesinde henüz 'otuz yıl' bağımsız kalamadılar, bugün yarısı işgal edildi, diğer yarısı Amerika'nın uydusu.Bunun sebebi trajiktir; Araplar, özgürlük sarhoşluğuna alışamadılar. Asırlar sonra ilk defa bağımsız devlet kurmanın sarhoşluğundan kurtulamadılar, hem doğu blokuna, hem batıya, yani emperyalistlere külliyen meydan okuyup, naralar attılar. Boylarından çok büyük nutuklarının kurbanı oldular. Meydan okumalarla bağımsızlıklarını yaşatacaklarına inandılar. Yüzyılların ezikliğiyle, bağımsızlığı, İngiltere ve Amerika'ya karşı topyekün bir savaş sandılar, İngilizleri hızla topraklarından defeden Arapları, çok geçmeden Amerika kıskaca aldı ve şimdi boğup, öldürmektedir. Nasır'a, 'Amerika'dan gıda yardımı alıyorsunuz' diyorlardı o günlerde. Nasır bu laflan asla kaldıracak adam değildi: 'Gerekirse aç kalırız, gerekirse halkımız et yemez, gerekirse tek öğün yemek yeriz, bağımsızlığımızı kimseye, asla çiğnetmeyiz!'...Arapların bir hayat üslubu seçtikleri büyük Amerikan nefretlerine bir küçük misal vereyim. Dünya vahşet tarihinin hiç kabul edilmez en zalim katliamlarından biri Esad tarafından Hama'da, diğeri Saddam tarafından Halepçe'de yapıldı, gaz bombalarıyla kasabalar yok edildi. Birinde Kürtler, diğerinde İslamcı grup Müslüman kardeşler tarihten kazındı, iki katliamında baş sebep, bir tarafta Kürtlerin Amerika politikası, diğer tarafta islamcıların Amerika'yla işbirliği yapıyorsun suçlamalarıdır. Hafız Esad, henüz geç bir subayken, 1964'lü yıllarda Amerikan işbirlikçisi , gördüğü Müslüman kardeşlerin ayaklanmasını affetmemiş. katliamından tam otuz yıl önce, hepsini bir gün geberteceğinin yeminini radyo başında alenen yapmıştır!Araplar, milliyetçilik manyağı olmuştu, tüm Arapları birlik içinde, tek devlette toplayacaklar, büyük, birleşik Arap cumhuriyetini kuracaklardı, üç-dört yıl kurdular, Mısır-Suriye yan yana geldi, sonra bu deneyi Irak-Suriye yaptı, sonra iç karışıklık, darbelerle çözüldüler. Arapları bizi tanıtacak en büyük siyasi girişim, Arapların dünya siyaset sahnesindeki en büyük başarısı 'tarafsızlar' blokuna Baas partilerinin tam tekmil katılmasıdır. Tarafsızların büyük bir lideri Tito, Nehru ise diğer büyük lideri Cemal Nasır'dı. Tarafsızlar bloku, dünyayı kıskaca almış, Varşova paktı ve Amerika ve Nato'ya karşı, meydan okuyordu. Bugün dahi insanlığın tek kurtuluşu olan şu madde, tarafsızlar blokunun üçüncü maddesiydi: 'Elinde nükleer bomba bulunduran ülkelerle ilişkiye girilmeyecek, antlaşma yapılmayacak, elinde nükleer bomba bulunduran ülkelerin malları alınmayacak!'.Biz ise o yıllarda, elinde nükleer bomba bulunduranların kucağındaydık. Bugün, tüm dünyamız büyük bir insanlık çığlığı arıyor. Bu çığlık, bloksuzların o günkü bu maddesinde yazılı, hepimiz, dünyamız için insanlık için harekete geçeceksek, ve insanlığın tek bir şansı kalmışsa, o da, doğuda ve batıda hepimiz nükleer silah barındıranlara karşı tek cephe olmalıyız...Tarafsızlar bloku, insanlığın ruhu ve vicdanıydı, bunları bu kadar çabuk unutmak, ahlaksızlıktır, özgürlüğün peşinden koşanlarla, köpekliğin, uyduluğun, köleliğin peşinden koşan halkların tarihlerini iyi öğrenmemiz gerekir!Amerika, kısa zamanda, 70'lerin başında, Arapları içerden vurmanın yolunu fundamentalist İslami gruplarla bulmuştu, ya da petrol şeyhlerini Baas'a karşı kışkırtarak.Bugün Araplar, çözülmeye, heyecanlarını yitirmeye başlamışsa, bunun sebebi, dünya devi İngiliz, İsrail, Amerika'yı karşılarına almalarıdır. Sonunda Baas'ı, Arap Birliği'ni çökerten İslami gruplar da ters tepmiş, 1980li yıllardan itibaren bu gruplar Amerika'yı vurmaya başlamıştır. Yani, Arap çöllerinde her kum tanesi Amerikan nefreti taşır. Amerikan düşmanlığı Arapların kültürel ölçüsünü, temkinini, özenini kaybettirmiş, gözünü döndürmüş, birer vahşi terörist görüntüsüne sokmuştur. Araplar, yani Müslümanlar bu kadar 'sert' bir millet değildi, önce İngiliz, sonra İsrail sonra Amerika'nın cehennem politikaları onları birer şizofren manyağa çevirdi.Arap milliyetçiliği, bağımsızlık ve onurun anlamını,, bugün dahi İngiliz ve Amerikalılardan, İsrail'den kurtulmak olduğu düşüncesiyle anlar. Nasır'dan sonra Enver Sedat'a Amerika'nın barış ödülü vermesinin sebebi, nihayet bir Arap'ın Amerikalılarla masaya oturmuş olmasıdır. Bu olay, son elli yılın hâlâ en büyük siyasi olayı ve Arap coğrafyasının yırtılmasıdır. Arap dünyası Enver Sedat'ı aradan geçen 25 yıla rağmen hâlâ affetmiş değildir, zaten, bir İslamcı terörist tarafından bu yüzden öldürülmüştür. Ve Arap dünyasının büyük birleştirici abisi Mısır gözden düşünce, ortalıkta hokkabazca dönen, Kaddafi, Saddam gibi adamların eline kalmıştır, büyük Arap davası!Kendi topraklarındaki amansız, emperyalizm savaşı bir yana, Arap gençleri Afganistan'a koşup, Rusya'ya karşı Afganistan bağımsızlık savaşını verdiler. Arapların varolma-yok olma savaşı verirken şehirleri, idareleri, kasabaları katliam, vahşet yerlerine döndü, birbirlerini öldürdüler, birbirlerini suçladılar. Kan gövdeyi götürdüğü bu elli yıl içinde, Türkiye ne yaptı, Araplar karşısında, İngiliz ve Amerika ve Nato, ve İsrail siyaseti izledi. Başka bir dünyanın menfaatlerine doğru uçtu...Arapların birlik ve milliyetçi neşeleri bugün heyecanını kaybetmiştir, ancak Irak topraklarından direnişçiler Amerika'yı kazıdıklarında, o eski sağlıklı, kanlı, canlı Arap neşesi, bağımsızlık keyfi yeniden yerine gelecektir. Belki hayaldir, ama herkesin bilmesi gereken şudur, ama beş yıl, ama on yıl, Araplar, Amerika'yı bir gün mutlaka kovacaktır, çünkü başka türlü yaşamaları mümkün değildir. Ve unutmayın, günümüzün Arap mucizesi, muazzam bir direniş muazzam bir fedakarlıkla yaşayan Arap gençleridir!İsrail saldırılarıyla Filistinliler tarih sahnesinde yalnız kalıyor, Arap topraklarının işgali karşısında, Avrupa, insanlık, susuyor, işgalci güçlerin tanklarını susarak seyrediyoruz. Petrolü çalınan, talan edilen, tecavüz edilen Araplar karşısında, hiçbirimiz insanlığın vicdanından konuşmuyoruz!Türkiye'yi bir uçuruma düşürecek düşünce de budur, NATO'ya, AB'ye girmesi, ABD çıkarlarını ilerletmesi, ülkemizin, insanlık vicdanından konuşmasını zora sokmakta. Ama artık, Ortadoğu topraklarında kurnazca, hileyle atılacak bir adım kalmadı, Amerikalılar bütün siyasi puştlukları denediler. Türkiye'nin atacağı yanlış bir adım, bizi Araplar karşısında birkaç dolar için devletini, onurunu, şerefini, askerini, tarihini satmış köleler gibi yapacaktır.Bugünlerde hepimiz, bizi, Arapların düşmanı haline kimler ve neler getirdiğini yeniden düşünmek zorunda. Bakın doğu topraklarına dönük, CENTO'muz vardı, Türkiye-İran-Pakistan. 60'lı yıllarda CENTO sayesinde Trabzon ve Mersin limanına büyük vinçler gelip genişletilmiş, halen ülkemiz dünyaya bu limanlarla açılıyor, İran'a demir yolu döşenmiş ve üstüne CENTO sayesinde 60'lı, 70'ii yıllarda komşularımızla tek bir sorun yaşamadık! Şimdiyse, Gümrük Birliği antlaşması yüzünden, bu ülkelere, Avrupa'dan izinsiz mal satamıyor, onlardan, Avrupa'dan izinsiz mal alamıyoruz...Nato, Varşova Paktının Avrupa kıtasına yönelmiş binlerce tümenine karşı Avrupa kıtasını korumak için kuruldu. Bizler tam elli yıl NATO'nun bekçiliğini yaptık. Bunun maliyeti olarak silahlara milyarca dolar, darbeler, kardeş kanı. Avrupa'nın Allah'ı olsa hiç değilse bu ülke bizim için silahlara milyarlar ödedi ve bugünkü ekonomik çıkmazının bir sebebi de budur, der. Avrupa'nın Allah'ı olsa, eski dostumuz, der. Avrupa'nın Allah'ı olsa elli yıl sarıldığı dostunu, Sovyetler çöker çökmez sümük gibi kapıya fırlatıp, yedi kat yalnızlığa fırlatmaz. Avrupa'nın Allah'ı yoktur ve şimdi bizi eşit bir üye değil, boynumuza bir demir halkayı antlaşmalarla bağlamak istiyor. Eğer Avrupalıların Allah'ı olsaydı, AB'ye imza attığımız kırk yıl öncesinden beri, bu birliğin kuruluş planları aşamasında birliğin içinde olurduk. Kırk yıldır, planlanıyor birlik, siyasi, sosyal, iktisadi, sınırlar, nüfus, parası planlanırken Türkiye hesaba katılırdı. Projeler bitti, inşaat tamamlandı, şimdi de Türkiye'nin yükleyeceği sosyal ve siyasi yükleri tartışıyorlar. Bu yük, bugünün sorunu değil ki başımıza kakıyorlar. Bu yük, kırk yıl öncesinden beri gelen bir maliyet! Şimdi, binayı bitirmişler, alırız da, almayız da, sonra gelin de... Türkiye'nin AB'ye sığmayacağı elli yıldır bilinen bir gerçek, AB'nin uzmanları, bilim adamları elli yıldır bu gerçeği biliyor. Oyalamalarının sebebi, bizim NATO'da köpeklik yapıyor oluşumuz.işte Türkiye'de yüzünü Avrupa'ya içtenlikle dönmüş aydınlar arasında kafa karışıklığı ve gittikçe büyüyen Avrupa nefreti burada başlıyor. Avrupa Birliği'nin haksızca hukuk dinlemeden, attığı imzalan hiç dikkate almadan Türkiye'yi kullanıp bir çöp gibi sokağa atmasının sebebi olarak Türkiye'de yeni bir milliyetçilik rüzgarı esmeye başlamıştır. Oysa Türkiye, NATO'dan kalan alacaklarını kuruşu kuruşuna ödetene kadar, AB'nin yakasını asla bırakmamalı, onların istediği her antlaşmayı yerine getirip, getirdikçe AB'yi köşeye sıkıştırarak elli yılın intikamını almalı.Kardeşlerim, Türkiye'nin NATO'da köpek gibi kullanılıp sümük gibi fırlatılıp atılması, en batıcı Türk aydınlarının dahi kafasını karmakarışık yapmıştır. Ülkemizde yeni estirilen milliyetçilik rüzgarları tanıdık değildir, bu rüzgarlar, ne Namık Kemallerin, ne Mustafa Kemallerin ne de bizim şaşkın MHP'lilerin milliyetçiliğe benzememekte. Ne de kaba, gerici, ilkel, sebeplerle doğal olarak oluşmuş bir milliyetçilik türü değildir. Aksine, dikkat edin, çok okumuş, onlarca yıl batıya yönelmiş, batılı değerleri benimsemiş aydınlar arasında bu yeni Avrupa düşmanlığı patlak vermiştir.Avrupa'nın bu kalleşliği batıda okumuş aydınlarımızı kışkırtmıştır, ilginç ve çağ dışı bir bağımsızdık rüzgarları estirmesine sebep olmuştur. Türkiye bu yeni tür Avrupa düşmanlığını yavaş yavaş içselleştirerek bir dinamit haline gelmekte. Ülkemiz, milliyetçi ve taşkın profesörlerle dolup taşmakta, ekranlarımız, akıl hastası Avrupa düşmanlarıyla boğulmuş durumda. Bu yeni tür düşmanlığın sahiplerine bakın! Yüzyıldır batı esaslarıyla batılı okullarda batılı terbiyeyle batılı sanatlarla batılı bilimle büyüyen insanlardır. Bu insanların sonradan görmüş 'milliyetçilikleri de' çok daha körleşmiş, bir akıl hastalığı türüne dönmüştür. Her şeyden pirelenen, her şeyi batının ajanı savan, Avrupa'nın bizi sömürgeleştirip feshedeceğine inanan, batıdan gelen tüm kitap ve metinleri 'ajan' ve 'komplo' gibi okuyan yeni bir milliyetçilik türü!Yani, aklıselim yine kaybedildi, yani uğraşıp duralım artık binlerce profesör manyağıyla... Bu terbiye edilmemiş, yatıştırılması imkansız milliyetçilik, ekranlarda kan çıbanı gibi patlayan çılgın bir düşünce dünyasını da Türkiye'ye yavaş yavaş öğretiyor!Yani, eskiden bu toprakların gençleri azgın milliyetçi olurdu, şimdi yer değiştirildi, şimdi, aydınları ve profesörleri vahşi milliyetçileri oluyor!Batıda doğup batıda ölseler dahi, doğu kökenli aydınların zihnini yönlendiren batı kültürüyle doğulu aydınlar bir türlü duygudaşlık kuramıyor. Duygudaşlık kurulmayan bir kültürü tasvip etmeleri mümkün değil. Tam tersine, öğrendiği ve yetiştiği batı biliminin bilim ve hukuk kılığında, doğulu halklara baskı uyguladığına inanıyor.Beyni, batılı hukuk, demokrasi, siyaset gibi batılı değerlerle ortak bir söylemi paylaşsa dahi, asla içselleştiremiyor. Yani, hepimiz yüreği başka, beyni başka adamlar olduk. Mesela, doğulu aydınlar batının biliminden vazgeçmeseler de, batının sanatsal başarılarını çoktan küçümseyip hiç ciddiye almamaya başladılar. Şimdi, bu kafa karışıklığıyla tamamen başka bir kültürün içine girebilmek mümkün mü? Çözülmesi imkansız bu sorunlar basit değil, şimdi yüzlerce profesörümüz batılı gibi düşünmeyi 'bozulma' kabul ediyor, bu kadar büyük bir tuhaflığı bu ülke kaldırabilir mi?Bizi batıya satan aydınlarımız*. Doğallığını kaybetmemek için direnen halkımızdı. Şimdi aydınlarımız, türkülerimizi, sanat müziğimizi, tarihi eserlerimizi, Yunus'u, Mevlana'yı, doğuyu merak ediyor, 'dur' diyor. Halkımız ise bugün batı özentisinin en aşağılık örnekleriyle çorbaya dönmüş Aşmalı Konak gibi dizileri izliyor. Bunları sonra tartışırız...Bir halkımız daha var, halkımızdan içeri. Ülkemiz, dünyanın en büyük en zengin ekonomisine dahi sahip olsa, asla tatmin olmayacak, Bosna, Afganistan, Çeçenistan ve Irak'ta yaşadığı vicdan sızısını gidermeden rahat etmeyecek, bir halk.Irak ve Bosna işgaline sessiz kalan Avrupa karşısında, halkımız ve aydınlarımız, bir 'insanlık' sesi arıyor, kendi kültürlerinin içinden bir adalet duygusu, bir iyilik fikri devşirmek istiyor.Karşılıksız iyilik, iyilik, mal gibi, borsa gibi, dolar gibi yükselen ya da Avrupa'nın yasaları gibi dünya alem görsün diyen hukuki metinler değil, hiçbir tanımı ve tarifi ve kuralı olmayan bir iyilik.iyilik, hızla yayılır, iyilik, her insanın, her devletin insanlığın yasaması için olmazsa olmaz en temel duygumuzdur. insanlığın en büyük değeri. Bir küçük iyilik, dünyanın neresinde olursa olsun fırtınalar yaratır, çok çabuk çoğalır, etkileri asırlar sürer.Şimdi, kapısı sabah vakti Amerikan askerlerince kırılıp parçalanan, annesi babası don gömlek yataktan fırlatılıp duvara dizilen dört yaşındaki Iraklı çocuklar, bizlerden bir 'iyilik' beklemekte. Uçsuz bucaksız çöllerde kendi halinde yaşayan bir Iraklı çoban hepimizden Allah rızası için 'adalet' beklemekte.Bizi, aydınlarımızı, halkımızı, insanlığı yüceltecek olan değer, iyilik'tir. Rusya, ABD ve Avrupa kültürünün karşısında bizi yüceltecek ve elimize insanlık meşalesi-ni verecek olan duygu, Allah rızası için kardeşlerimize iyilik'tir. Küçük bir iyilik, devletlerin tüm maddi yasalarından ve zenginliklerinden ve kudretinden daha büyük anlamlar taşır! İnsanoğlu'nun kaybolmuş ruhu, ezilmiş vicdanı ve hâlâ insanoğlunun evrendeki en büyük mucizesi, yardımlaşma, el sıkışma, paylaşma, bir küçük yardım paketi gönderme, komşusunu düşünüp, üzülmesidir!Petrol ve madenlerimizi ve inançlarımızı bilmeksizin yağmalayanlar karşısında insanoğlunun acısını dindirmenin tek yolu, iyilik'tir. Hem kendimiz hem halkımız hem devletimiz hem insanlık, zalimlerin işgal ettiği bu dünyada ancak iyilikler yaparak, varolabilir.Topraklarını, çoluk çocuklarını, inançlarını, sokaklarını, dünyanın en manyak en delirmiş silahlarına karşı savunan insanların yanında 'iyiliklerimizle' durabilmeli-yiz. Milli menfaatler, devlet çıkartan ve politikalar düşünmeden yapabileceğimiz iyilikler tüm insanlığın özlediği ve aradığı 'insanlık çığlığıdır'.Ortadoğu toprakları kan ağlıyor. Şarkı söyleyen bir Arap çocuğunu en son ne zaman gördünüz? Yoksul, mazlum, silahsız insanlar, dünyanın en büyük şeytanları Amerika ve İsrail'e karşı ayakta durmaya çalışıyor. 15 yaşındaki evlatlarını intihar bombalarıyla havaya uçurmaktan başka şansları kalmamış.Isa, bugünlerde ne yapıyor? Hazret-i Musa'yla, Kudüs'te, ölen, yağmalanan, talan edilen Müslüman çocukların ardından kahkahalarla mı gülüyor?Batı, kültürümüzü ve insanlarımızı neden yağmalayıp, tarihten silmeye çalışıyor. Batı, kültürümüzü işe yarar, verimli bulmadı mı?Ama, karanlığımızı çok işlevsel buldu. Öyle verimli karanlığımız var ki, sürekli aydınlatmaya geliyorlar. Ne komik, batının dört yüzyıllık aydınlatma düşüncesi bizi kendi petrolümüzle aydınlatmaya geliyor.Batı, inançlarımızın ve tarihimizin eski olduğunu, bu kadar eskimiş şeyin asla modern olmayacağını, bu kadar eskimiş kültürün ancak zalim diktatörler yetiştireceğini iddia ediyor, işte bu yüzden, onurumuzu ve inançlarımızı bombalarıyla örseleyerek, artık bu hırpalanmış tarihten ve inançlardan kurtulup atmamızı bekliyorlar. ABD askerlerinin sırt çantalarında getirdikleri, 'hukuk ve özgürlükleri' bayramlar yaparak kullanmamızı istiyorlar. (alıntı)

Yazan: UMUT @ 12:14 PM

İSRAİL’İN GENETİK PROJESİ

Tarih : 14.05.2005Yer : ŞANLI URFA
Türkiye Cumhuriyeti’nin 59. tek partili koalisyon(!) hükümeti Şanlıurfa`ya geniş bir katılımla geliyor. Şanlıurfa semalarında devlet ricaline ait ATA uçağı ile bakanlar kurulu Şanlıurfa’ya iniş yaptı. Ayrıca 2 uçak daha Şanlıurfa ya yaklaşmaktaydı. Şehir bu üç uçağın neden geldiğini günler öncesinden reklam panolarından biliyordu.Bu üç uçak “HALEPLİ BAHÇE PROJESİ TEMEL ATMA TÖRENİ” için geliyordu. (Daha Ayrıntılı Bilgi Aşağıda)Halk hazırlandı ATA uçağının muhtevasını az çok tahmin ediyorlardı. Başbakan ve bakanlar olabilirdi.Diğer 2 uçakta kimler vardı acaba?İşte koalisyonun diğer ortakları bu 2 uçakla gelmişlerdi.Halk daha sonradan öğrendi ki Kadir Has bey ve ricali bir KOÇAİR`a ait uçakla geldi. Urfa Halkı Koç adına yabancı değildi nede olsa Urfa’ya yatırım yapmış hem de hayvancılık üzerine yabancı ortağı olan İSRAİL menşeli ADI bizden kendisi ONLARDAN olan ATA şirketiyle “şirket evliliği” yapıp KOÇ-ATA şirketini kurmuşlardı. Şehirdeki marketlerde ise bu şirketin HARRAN markalı sütleri satılmakta idi .Koç – Ata şirketi demişken birkaç konudan daha bahsedelim ...Şehir sokaklarında okumuş kesim yani mürekkep yalamış takımı İsraillilerin bu kapalı kapılar ardında genetik mühendisleri ile ne yaptığını az çok kestiriyor. Birkaç tahmin yürütüyordu. Onlara göre bu adamlar 2 iş yapıyor olabilirlerdi.İlk tahminleri “satın aldıkları büyükbaş hayvanlar üzerinde genetik çalışmalar yapıyorlar” yönündeydi. Urfa halkı bu süt ürünlerine temkinli bakıyor diğer markalardan daha ucuz olan bu ürüne pek rağbet göstermiyordu.İkinci tahmin ise tohumlar üzerindeki genetik çalışmaları ile ünlü olan bu ülkenin mühendisleri “SÜT üzerinde bazı değişiklikler yapıyordu”.Buna ek olarak Urfalı olan bir akademisyenin KOÇ-ATA şirketinde çalışanlardan duyduğu bilgi bizler için çok daha önemli. Söz konusu Koç-Ata şirketi çalışanına göre süt içine eklenen bir kimyasal madde vardı! Ve bu kimyasal madde bir hormondu!Buraya kadar sadece iddia gibi görünmesine rağmen eksik kalan parça dün yaptığımız bir görüşmeyle tamamlanıverdi. Bu görüşmeyle gelen bir askeri istihbaratın da eklenmesi, Koç ve İsrail’in GAP’taki tarım faaliyetlerinin hikmetini gözler önüne seriverdi!(Koç belki Türkiye’de ticari faaliyet için resmi bir zorunluluk gibi görünebilir olabilir ama adı “Koç” olunca “hep de niye o çıkar bunun altından” dedirtiveriyor insana?! Koç’un Rum-Yunan ve Yahudi’lerle ilişkileri gerçekten hep ilginç olmuştur!)Bu istihbarata göre : İsrail’in GAP gölgesinde “insan genleri üzerinde değişiklik yapabilecek kimyasallarla tarım kisvesi altında, öncelikle de yöre insanlarına yönelik bir faaliyet yürüttüğü” tesbit edilmişti.Genlerde değişiklik yaratabilen kimyasalların; hormon yüklenmiş taşıyıcı nitelikteki bitkisel-hayvansal besinlerle veya direkt olarak canlılara verilebildiği zaten biliniyor.Bu taşıyıcı besinlerin (bilinen ve emin olunan) adı : Urfa için ucuz Harran SÜTÜ!İş o ki, bu istihbarata göre; İsrail’in bu projesinde, genlerde değişikliğe neden olacak olan hormonların veya kimyasalların alınması gen yapısında hemen bir değişikliğe neden olmuyor!Ta ki 2. bir tetikleyici etkenle tetiklenene kadar! Evet ancak o zaman bir genetik değişiklik gerçekleşiyor!Buradaki açık tehlike şu!Tetikleyiciyle zamanlanabilir yani kontrol edilebilir bir genetik değişiklik demektir bu!Bu bilgi önümüze gelince biz de İsrail’in amacına yönelik kestiremediğimiz eksik parçayı yerine koyuverdik.Şimdi kestiremediğimiz ise bunun neyi etkilediği veya etkileyeceği!Saygılarımızla
Aşağıdaki haber, gerçekten de çok vahimdir! “Türkiye toprakları yabancılara satılıyor”, denilirken bunun yalan veya uydurma bir haber olmadığı artık ortaya çıkıyor!Şimdi sormak istiyorum: “Bu ülke sahipsiz midir?” Bu sefer düşman topu ve tüfeği ile gelmedi! Hayır, ama içeriden topraklarımızı satın alma yoluyla, işbirlikçilerini de nemalandırarak topraklarımızı ele geçirmek istiyor! Filistin i ve bugün Filistinlilerin çektikleri ızdırapları unutmayın! Fakir ve yoksul Filistinliler; Yahudiler vaat edilmiş topraklara gelmeye başladığında, onlara tek varlıkları olan topraklarının tapularını bedellerinin üzerinde satarak, ülkelerini elden çıkardılar!-----------------------------------------------------------Bugün, Filistin halkı ne çekiyorsa, kendi cahilliği ve aç gözlülüğünden çekiyor! Evet, 3 kuruş paraya en kıymetli hazinelerini, var olma nedenlerini, geleceklerini, yani ülke topraklarını sattılar! O zaman dedelerinin gözünü kapatarak sattığı topraklara tekrar sahip olabilmek için, bugün torunları kanı ile canı ile bedel ödüyorlar!HANGİ ŞARTLAR ALTINDA OLURSA OLSUN, KÖY VE TARIM ARAZİLERİNİN SATIŞI DERHAL DURDURULMALI, BEDELLERİ ÖDENEREK GERİ ALINMALIDIR!!!YABANCILARA, ANCAK BİR EV’LİK ARAZİDEN FAZLASI ASLA SATILMAMALIDIR. YARIN ÖBÜRGÜN, TOPRAKLARIMIZI SATTIĞIMIZ BU YABANCILAR, BİZLERİ KENDİ TOPRAKLARIMIZDA, KÖLELERİ GİBİ ÇALIŞTIRACAKLAR, KENDİ TOPRAKLARIMIZDA SÖZ HAKKIMIZI ORTADAN KALDIRACAKLAR, HATTA KENDİLERİ İÇİN ÖZEL KANUNLAR VE İMTİYAZ HAKLARI ÇIKARILMASINI İSTEYECEKLER!!! BU ASLA KABUL EDİLEMEZ!Ülkemizin bugün içerinde bulunduğu şartlar, hızla Kurtuluş Savaşı öncesi şartlara dönmektedir!!!!UYUMA URFA HALKI UYAN!!!UYUMA TÜRKİYE UYAN!!!AKP-İSRAİL ORTAKLIĞIYahudi Urfa projesi imzada Şanlıurfa'nın göbeğine 186 bin metrekarelik küçük bir "İsrail" inşaa ediyorlar. Dinler ve Kültürler Parkı adlı merkezde, bir kilise bir de sinagog olacak. İsrail, proje için 20 milyon dolar ayırdı. Mumcu, 4 yıldır projeyi hayata geçirmeye çalışıyor. Eski Şanlıurfa Belediye başkanı reddetti ama 28 Mart seçimlerinde belediye AKP'ye geçti.Turizm Bakanı Erkan Mumcu 2000 yılında, zamanın Şanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan'ı Ankara'ya çağırır. Bakanlık binasında yapılan görüşmeye, Bakan Mumcu'nun yanı sıra, iki müsteşar yardımcısı da katılır. Bakan Mumcu, görüşme sırasında masaya bir proje koyar. Projenin ayrıntılarının yer aldığı kitapçığın kapağında şöyle yazar, "Dinler ve Kültürler Parkı Projesi". Projenin tarihi de dikkat çekici "İnanç Turizmi" yılı ilan edilen 2000 yılı. 2000 yılı aynı zamanda, Vatikan'ın Avrasya'yı Hıristiyanlaştırma binyılı ilan ettiği 3'üncü binyılın başlangıcı.186 BİN METREKAREProje, özetle Şanlıurfa'nın göbeğinde 186 bin metrekare alana kurulacak sözde bir parkla ilgilidir. Bakan Mumcu, Belediye Başkanı Bahçıvan'a, proje için dışarıdan 20 milyon dolar para geleceğini söyler. Ancak hangi kurum ya da ülke tarafından verildiğini söylemez. Israrlı sorular yanıtsız bırakılır. 1994 yılından beri Şanlıurfa'da belediye başkanlığı yapan Ahmet Bahçıvan, projeyi eline alır ve incelemeye başlar. Önce, adı konusundaki kaygılarını dile getirir, ardından önemli bir ayrıntı dikkatini çeker. Projeye göre, Şanlıurfa'nın göbeğine bir sinagog ve kilise yapılacaktır. Bahçıvan, Bakan Mumcu'ya "Urfa'da Yahudi yok ki!" der ve projeyi onaylamayı reddeder. Ardından Belediye Başkanı Bahçıvan 4-5 kez daha Ankara'ya çağrılır, Bakan Mumcu da iki kez Urfa'ya gelir. Bahçıvan, sonraki görüşmelerde, "projeden Sinagog ve kiliseyi çıkartın onaylayalım. Eğer proje, iddia ettiğiniz gibi turizm amaçlıysa, eski yıkılmış kiliseleri onarın" der. Bakanlıktan aldığı yanıt, projenin ve kaynağın sahibini de ele verir: "Sinagog yoksa, para da yok!"BÜYÜK İSRAİL'İ İNŞAA EDİYORLARBu önemli görüşmeyi, 1994 yılı ile 2004 yılları arasında Şanlıurfa'yı yöneten en yetkili isimlerden biri aktarıyor. Eski Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan'la görüşme talebimiz, yabancıların toprak alımı üzerine oldu. Bahçıvan'ın, İsrail'in Şanlıurfa'daki sistemli toprak alımlarıyla ilgili son derece önemli açıklamalarını yan sütunlarımızda okuyacaksınız. İsrail'in hangi yöntemlerle, kimleri aracı kullanarak, nasıl topraklarımızı lokma lokma elimizden aldığını net bir şekilde anlatıyor Bahçıvan. Ancak Bahçıvan'ın açıklamalarında dikkatimizi çeken, İsrail'in henüz, Şanlıurfa'da söylendiği gibi büyük miktarlarda toprak almadığı yönündeki açıklamaları oldu. Bahçıvan'a göre, bölgenin altyapısı İsraillileştiriyor.ŞANLI DEĞİL, YAHUDİ URFAİşte, AKP'li Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu aracılığıyla hayata geçirmeye çalıştığı Dinler veKültürler Parkı Projesi, İsrail'in bu amacını gerçekleştirebilmesi için en büyük adım olacak. 2000 yılında atamadıkları bu adımı, AKP Hükümeti zamanında gerçekleştirecekler! İmza atılınca, Urfa, şanlı değil, Yahudi Urfa olacak.İŞTE PROJE!Aydınlık'ın ele geçirdiği, Şanlıurfa'yı Yahudileştirmeyi amaçlayan projenin adı: "Dinler ve Kültürler Parkı Projesi." Projenin yer aldığı kitapçığın girişinde, "2000 yılı İnanç Turizmi için farklı kültür ve inançlardaki toplumları bir araya getiren barışa ve huzura katkı sağlayan, öncü ve örnek bir uygulama olacaktır" deniyor. İsrail Hükümeti tarafından hazırlanan ve yapımı için 20 milyon dolar kaynak ayrılan projenin uygulama alanı 186 bin metre kare. Projenin uygulanacağı yer, Şanlıurfa'nın tam ortası.MİSYONLERE GÖRSEL PROPAGANDA İMKANIProjeye göre, parkın hemen giriş avlusundan sonra karşınıza, 1700 metrekare alana kurulu, "Holo vizyon gösteri birimi ve peygamberler tabletleri" çıkıyor. Burada kurulu 8 ayrı kapalı mekânda, tarih boyunca yaşamış peygamberlerin yaşamları dev ekranlardan Urfalılara görsel olarak sunulacak. Eski Belediye Başkanı burası için, "misyonerlerin propaganda alanı olacak" diyor. Biraz ilerleyince karşınıza Peygamber tabletleri birimi çıkacak. Burada, bütün peygamberlerin hayatı cam levhalara üç dille yazılıp sergilenecek. Parka girenler ilk olarak bu propagandaya maruz kalacak.32 ADET TAPINAKParkta ilerlemeye devam ediyoruz. Yolun iki tarafı "Tanrı'nın evlerine" ayrılmış. Burada, 32 adet taş platformlar üzerine kurulmuş tapınaklar bulunacak. Tapınaklar arasında, Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya gibi ülkelerden kilise ve katedral örnekleri yer alacak.SİNAGOG VE KİLİSE SAKLANIYORProjede dikkati çeken en önemli bölüm ise, proje alanının tam ortasına kurulacak olan sinagog ve kilise. Bunlar ibadete açık olacak. Ancak, projenin yer aldığı kitapçıkta bütün ayrıntılar yazılı olarak belirtildiği halde, sinagog ve kilise ile ilgili, proje maketindeki zor seçilebilen küçük bir yazı dışında hiçbir bilgi yok. Kafeteryaların bile kurulacağı alan büyüklüğü hakkında bilgi bulunan kitapçıkta, kilise ve sinagogun kaç metre kare alana kurulacağı belirtilmemiş. Eski Belediye Başkanı Ahmet Bahçıvan, bakanlıktaki görüşmede, projedeki bu ayrıntıyı görünce, "16'şar metrekare olacağı" yanıtını almış.Ancak projeyi inceleyen Bahçıvan, kilise ve sinagogun, yine projede yer alan 615 metrekarelik yüzme havuzuna denk geldiğinin farkına varmış. Özetle, bu iki yapı, özellikle projede bulanık bırakılmış.TANRIYA YÜKSELİŞ TEPESİMaket üzerinde biraz daha ilerleyince, tam yolumuzun üzerine, 2495 metrekare alana kurulu "Tanrıya Yükseliş Tümülüsü" adı verilen büyük bir yapı bulunuyor. Ziyaretçiler, Hıristiyanlık, Musevilik ve Müslümanlık Yolu adı verilen üç ayrı rampadan geçip, kapalı bir avluya ulaşıyor. Rampaların duvarlarında, her dine ait kitaptan alıntılar yer alıyor. Tümülüsün zemininde ise 300 metrekare alana kurulu ve 235 kişilik, çeşitli etkinliklerin düzenleneceği bir salon bulunuyor.FIRATIN DOĞUSU YAHUDİLERE, BATISI HIRİSTİYANLARAProje alanının tam ortasında Fırat ve Dicle'yi temsilen iki su yolu bulunuyor. Sinagog'un Fırat ve Dicle'yi temsil eden su yolunun doğusunda yer alması, kilisenin ise batısında yer alması dikkat çekiyor. Bir de proje maketinin omurgası hac şeklinde yapılmış.Eski belediye Başkanı Bahçıvan'ın verdiği diğer bir önemli bilgi de şu: Bu çapta bir projenin maliyeti 20milyon dolar değil, etse etse 3 milyon dolar eder.PROJE AKP'Lİ BELEDİYENİN ÖNÜNDEEdindiğimiz bilgiye göre, proje 28 Mart yerel seçimlerin ardından yeniden masaya kondu. Bakan Mumcu, Urfa'ya giderek projeyi imzalatacak. Şanlıurfa Belediyesi, son yerel seçimlerin ardından AKP'ye geçti. Belediye'nin başında şu anda AKP'li Ahmet Eşref Fakıbaba bulunuyor.
NOT= Bu haber size eski, tanıdık gelebilir... Erkan Mumcu'nun bakanlık döneminde yoğun olarak ortaya çıkan bu haberin bir spekülasyon haber olmadığı şimdilerde daha net anlaşılmıştır. Urfa'lı duyarlı vatandaşlarımızın şahsımı arayarak haberi yeniden gündeme getirmemi istemelerinden dolayı bu haberi yayınlıyoruz... Eklemek istediğim bir konu varki; artık başka TÜRKİYE YOK! Eğer bu toprakların sahibiysek sahibi olduğumuzu belli edelim. Yok eğer değilsek buralarda bu utançla yaşamaktansa, çekip gidelim.... Bizim Avrupa da yada ABD'de gidecek yerimiz yok. Artık herkezin safını belirlemesi gerekir..... Heleki şu en hassas dönemde bu bize en gerekli olandır.
(alıntı: KasvetliSURAT)

Yazan: UMUT @ 12:10 PM

Mayıs 17, 2005
Tanri kutsal topraklari gercekten Yahudiler'e mi vaad etti?

Tanri kutsal topraklari Israil'in iddia ettigi gibi gercekten Yahudiler'e mi vaad etti.Herseyden once Tanri Ibrahim'e kutsal topraklari vaad ederken ortada Yahudilik diye birsey yoktu.Yahudilik inanci Ibrahim'den binlerce yil sonra ortaya cikti.(Isak ve Yakup Aramean ve Chadean'dilar) Incil'de Tanri Ibrahim'e "Ben seni Chaldean'dan bu topraklari sana vermek icin getiren efendiyim" demektedir.(Gen: 15:7; Neh 9:7) "Yahudi" kelimesi ilk Ester'de (2.yy'da yazildi) bulduk."Susa'nin guclu bir kontrolu vardi.Yehudi Mordecai olarak isimlendiriliyordu.'' Bu "Yehudi'nin Incil'de ilk bahsedilisiydi.
Tanri topraklari Ibrahim gibi tek bir Tanri'ya inananlara vaad etti;herhangi bir insan grubuna veya ulusa vaad etmedi.
Ibrahim'in inandigi tek tanriya inananlar (Ibrahim'in torunlari) Ibrahim'in inancindan gelmektedirler.

"Sana sonsuza kadar sunu vaad ediyorum.Sana vaadim benimle senin ve senin kusaklar boyu gelecek olan torunlarin arasindadir.Senin ve senden sonra gelecek olan torunlarinin tanrisiyim.Simdi yabancisi oldugun butun Cannon topraklarini sonsuza kadar sahip olman amaciyla sana ve torunlarina veriyorum.Torunlarinin da Tanri'si olacagim.Vaadimi tut.Senden sonra gelecek olan torunlarin da tutsun." (Genesis 17:7-9)

Abra-Ham (yiginlarin babasi) olarak adlandirdigi Ibrahim'e Tanri, Ibrahim'in soyundan gelenlerden olusan uluslar yapma sozu verdi.
"Sana vaadim sudur,sen uluslarin babasi olacaksin (tek bir ulus degil!!!).Bundan sonra Ibram degil Ibraham(Ibrahim) olarak adlandirilacaksin.Seni uluslarin babasi yapiyorum.(Goim)- Genesis 17:3-7

Boylelikle Tanri'ya ait olan kutsal topraklar (Ex 19;5 ve Leviticus 25:23) Ibrahim'in tek tanriya olan inancindan gelenlerin topraklari olacaktir.Gercekte de Ibrahim tek Tanri'ya olan inancini yaymak,anlatmak ve gelistirmek icin yasadi ve mucadele etti.Bir ulus kurmak gibi bir misyonu olmadi.(Genesis 12:3;Isaiah 19:24.2)

Tanri kutsal topraklari sadece Ibrahim'in torunlari olan Yahudiler'e mi vaad etti.Incil'de yazilanlar bu topraklarin tek bir ulusa degil uluslara vaad edildigini ( Goiim) vurgulamaktadir. "Yahudi" ve " Hebrew ''kelimesi Ibrahim'den ve Isak'tan binlerce yil sonra ortaya cikmistir.Israil kelimesine ilk Tanri'yla Yakup'un arasinda gecen tinsel bir mucadele sirasinda rastlamaktayiz.
" Tanri adama sordu:
-"Adin nedir?"
-"Yakup " dedi adam.
-"Bundan sonra Yakup ismini kullanamazsin.Senin adin Israil olsun"dedi Tanri ve devam etti:
Cunku sen kutsal seylerle ve insanogluyla kavgaya tutustun ve ustun geldin."

Yakup yeni isminiPeniel'de aldi."Cunku ben Tanriyla yuzyuze gorustum" ( Genesis 32:28-31 ve Genesis 35-13) Yakup ve 12 oglu Canaan'da (Genesis 27:1) dogdular ve yasadilar.Isak burada gomuldu.(Gen: 34:29) Yakup ve cocuklari ,dedeleri Ibrahim'den ve Canaan dogumlu olmalarindan dolayi Aramean/ Chaldean'dilar.Isak'in Eseu'nun ve Yakup'un bir cok cocugu Canaatieler'le evlendiler.(Gen 26:1-43)Bugunki anlamiyla bu insanlar ayni topraklar uzerinde yasayan ve farkli soydan gelen insanlarla karisarak degisik gruplar olusturdular.Aralarindaki tek farklilik ise soydan ote Ibrahim'in tek tanriya olan inancina duyduklari farkliliklardir.

Daha sonra Tanri Ibrahim'le verdigi tahaddutu ayni kosullarla yenileyerek Yakup'a da verdi.
"Butun uluslarin toplanma noktasi olan bir ulus ( ghal Goiim) senden meydana gelecektir.Daha once Ibrahim'e ve Isak'a verdigim vaadi sana da veriyorum." (Genesis 35:11-12)
Acikca goruldugu gibi tek bir ulusdan degil uluslardan bahsedilmektedir ve Yakub'un misyonu tek bir ulus insa etmek degil, tanrinin tekligine olan inanci yasatmak ve yaymaktir.Bu topraklarin sadece bir ulusa vaad edildigi iddiasi bir cesit yorumdur ve hepimizi kendi siluetinden yaratan bir Tanri'yla herhangi bir iliskisi yoktur.Tanri topraklari kendi cocuklari arasinda bolerek savaslara,felaketlere ve acilara yol acan bir emlakci degildir.Yeryuzundeli kaynaklari Tanri'ya dayandirarak bolmek hicbir sekilde tanriya olan inanca,onun sevgisine ve askina hizmet edemez.Ilk andan beri tanri bir grup insanin degil icinde Tanri aski olan herkesin tanrisidir.Aksi taktirde sadece bir grubun tanrisi olan tanridan oteki insanlar nefret edeceklerdir.

Kutsal kitaplarda tanri bizleri kendi suretinden yarattigini soylemektedir. "Tanri insani kendi siluetinden yaratti." Genesis 1:27 Insan oglunu kutsayarak ona "verimli ol,cogal ve yeryuzunu doldur." dedi.Genesis 1:28. Burada anlasilmasi gereken en onemli nokta tanrinin insanoglunu esit olarak yaratmasi ve ona butun dunyayi vermesi ve onu kutsamasidir.Tanri yaratigi bazi insanlara ayricaliklar verip otekileri dislamamistir.

Bu baglamda Ibrahim'in torunlari Ibrahim'in inandigi tek tanriya ve Ibrahim'in misyonuna inanan insanlardir.Yahudiler'in
bu topraklara geldigi gunden beri Tanri bu topraklardaki siddetin ana kaynagi oldu.Tekrar sunu soylemeliyim ki,butun bunlar Tanrinin arzusu disinda,tanriyi kendi politik amaclari dogrultusunda kullanmak isteyenler tarafindan yaratilmistir.Lutfen sunlara bir kulak asalim ve Incil'de yazilan su yazilari okuyalim:

"Misir'da Yakub'un cocuklari Israilliler olarak adlandirildi.(Genesis 46:1 ve Ex 1;1ve 9) Misirlilar olarak adlandirilabilirlerdi Ex 1;1-7. Israilliler farkli orjinlerden gelen ve farkli gruplardan olusan yerli Misirlilar ile evlendiler.Saf bir sekilde Ibrahim'in soyundan gelen cocuklar gibi davranmadilar.Farkli gruplarla kaynastilar.Onlari Musa'nin etrafinda toplayan tek sey neydi? Saf kokleri mi? Hayir.Tek tanriya olan inanclari onlari Musaya goturdu.Bircok Misirli ve oteki insanlar essiz tek bir tanrinin varolduguna inaniyorlardi.Ibrahim;le baslayan Tanrinin buyuk vaadinin Isak'ta Yakup'ta ,Yusuf'ta ve Musa'da devam etmesi saf irki kokenlere degil tanrinin tekligine olan inanctan kaynaklanmaktadir.Kenana topraklarina bir inanci yasamak ve farkli uluslardan olusan insanlara tek tanri inancini vermek icin gelmislerdir.10 emire baktigimiz zaman Tanrinin insanlardan tek tanri askiyla birbirlerini sevmelerini ve iyi insan olmalarini istedigigi goruruz
.Dt 6:4-9 (Smai,Ishrael,Adonia...)veta Lev 6:2,19:13,4)

Tanrinin verdigi "misyon" ne demek?
Tanri'nin verdigi misyon Ibrahim'in torunlarina tek tanri inanci vermektir.Kendini Ibrahim/e Isak'a ve Yakup'a aciklayan tanri onlardan farkli uluslardan sevgiye ,merhamete, dayanismaya ve sefkate dayali tek bir tanriril inanc olusturmalarini istemi
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 5:53 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

MÜSİAD: Sermayenin ırkı olmaz
08 Ekim 2005 00:07
--------------------------------------------------------------------------------

MÜSİAD Genel Başkanı Ömer Bolat, 'sermayenin kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı, olmayacağını, bu tür ayrımların sermayeyi kaçıracağını' söyledi.



MÜSİAD, Konya Şubesi Toplantı Salonu'nda işadamlarına verilen iftar yemeğinin ardından Cidde Sanayi ve Ticaret Odası'nda gerçekleştirilen toplantı ve yaklaşık bir haftadır Körfez ülkelerinin işadamlarıyla yaptıkları temasları hakkında bilgi verdi.

Körfez sermayesinin son günlerde gündemi meşgul ettiğini dile getiren Bolat, bu yüzden bu ülkelerle yaptıkları temasların büyük önem taşıdığını bildirdi.

Sermayenin kıt olduğu bir ortamda Türkiye'nin yabancı yatırımlara ihtiyaç duyduğunu vurgulayan Bolat, ''Sermayenin kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı, yeşili, kırmızısı olmaz. Bu tür ayrımlar, zaman kaybettirir, sermayeyi kaçırır'' dedi.

Türkiye'ye 2004 yılına kadar gelen yabancı yatırımların toplam tutarının 17.5 milyar dolar olduğunu, Körfez ülkelerinin ise Batı ülkelerindeki sermayesinin 1.5 trilyon doları bulduğunu belirten Bolat, şunları kaydetti:

''Bu rakamlar 2001 Eylül saldırısı öncesindeydi. Körfez ülkeleri bize her açıdan çok yakın bir bölge. Bu ülkelerinden birisiyle 5 milyar dolarlık bir yatırım protokolünün imzalanması Hükümet'in temaslarının olumlu sonucudur. Türkiye, 3.5 saatlik uçuş mesafesiyle 55 ülkeye kolaylıkla ulaşabiliyor. Tam bir merkez konumundayız. Komşularla ilişkiler meyvelerini vermeye başladı. Elimizdeki avantajları iyi kullanmalıyız.''

Bolat, 1.5 trilyon dolarlık Körfez sermayesi içinde 400 milyar dolarlık bölümün faizsiz enstrümanlara yönelik yatırımlar olduğunu vurgulayarak, Türkiye'nin bundan pay alabilmesi için bu tür enstrümanları üretmesi gerektiğini söyledi.

Türkiye'nin turizmde Körfez bölgelerinden gelenlere vize kolaylığı getirmesi sonucunda bu ülkelerden gelenlerin sayısının yüzde 100 arttığını dile getiren Bolat, ''Diğer taraftan geçen yıl toplam ihracatımız yüzde 33 artarken, Ortadoğu'ya ihracatta artış yüzde 44 oldu. Bu yılın 7 aylık döneminde ise toplam ihracatımız yüzde 17.5, Ortadoğu'ya ihracatımız ise yüzde 33 arttı'' dedi.

11 Eylül saldırılarından sonra bölge sermayesinin Batı'dan tedirgin olduğunu belirten Bolat, şöyle devam etti:

''Bu yüzden sermayesini Malezya, Dubai, Lübnan, Ürdün ve Türkiye gibi ülkelere kaydırmaya çalışıyor. Petrolde inanılmaz gelir artışı yaşadılar. 1998 yılında petrolün varili 11 dolar, 2002 yılında 22 dolar, 2003 yılında 33 dolardı. Şimdi ise 55-60 dolar civarında olacak. Petrolün 20 dolara düşmesi çok zor artık. Bu artışa paralel olarak 6 ülkenin 2003-2004 yılında elde ettikleri ekstra petrol geliri 200 milyar dolardır. 2005-2006 dönemi için planlanan gelir ise 360 milyar dolardır. Bu ekstra gelirler ekonomide canlılık başlattı.''

Bolat, Suudi Arabistan'ın gelecek 15 yıllık dönemde kendi ülkesinde 600 milyar dolarlık yatırım planladığını vurgulayarak, altyapı, enerji hatları, ulaşım ağlarında yatırım yapacak bu ülkede Türkiye'nin çok yakından tanındığını bu avantajın iyi değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Suudi Arabistan'ın nüfusunun yüzde 75'inin 20 yaşın altında olduğunu vurgulayan Bolat, bu yüzden tam bir tüketim ülkesi olduğunu anlattı.

Vize, finans, sigorta ve ulaşım gibi bazı konularda sorunların çözülmesi durumunda Körfez ülkeleriyle ticaretin daha da büyüyeceğini belirten Bolat, işadamlarına bölgeyle yapılacak ticarette izlenmesi
gereken yollar hakkında detaylı bilgiler sundu.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 6:14 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Başbakan Erdoğan :

"Herşeyi zaten toplumla paylaşıyoruz , ek protokolü Meclis'te tartışarak neyi halledeceğiz.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 6:15 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Türkiye, Örtülü İşgal
Altında mı?







EROL MANİSALI


ss Cumhuriyet'te manşet, “İskenderun Limanı ABD tarafından anlaşmalar dışında kullanolıyor , patlayıcılar ve ağır silahlar geçiyor”. Yeni Çağ gazetesinin birinci sayfasında koca bir resim, Bush ve Talabani el ele; Bush'un Talabani'ye “Sayın Başkan” demesi hadisesi. Ve, “Bu resim Türk halkından gizlendi” cümlesi eklenmiş.
Erdoğan'la ayaküstü birkaç dakika görüşen Bush, Talabani ile uzun uzun görüşerek ona “Sayın Başkan” diye sesleniyor. Bunlar medyanın Türkiye'de halktan gizledikleri.


- ABD'nin gerçek yüzünü ve Türkiye politikasını kimler gizliyorlar? Halkın gerçekleri öğrenmesinden kimler niçin korkuyorlar?
- İskenderun'da nelerin olup bittiğini, Bush'un Talabani'yle nasıl sarmaş dolaş olduğunu halktan gizleyenler Türkiye'de “örtülü bir faşizmin” uygulamasını sağlamak isteyenlerdir. ABD'nin, AB'nin ve dünyanın bazı “kritik gerçek! erini” saklayarak “Türkiye ‘nin bağ/anma ve sömürgeleşme sürecini” tamamlamak amacındalar.
- Özelleştirme dairesi Başkanı Metin Kilci 9 Eylül'de gazetelerde çıkan açıklamasında “Ben yerli-ya bancı şirket ayırmam, parayı veren alır” diyor “Batı'ya benzemek için” bu özelleştirmeleri yaptıklarını söyleyenlerin, “Batı ‘nın yerli-yabancı ayrımını yüzyıllarıdır yaptığını” daha anlayamamışlar. Yerli-yabancı ayrımının yapılmadığı toplumlar, sadece sömürge toplumları ve topraklardır.
İsveç Ericsson'ını, ABD Cargill'ini, İngiltereShell'ini kollamak için her türlü iktisadi, siyasi, hatta askeri çabayı gösterir. Fransa, Airbus satmak için her türlü şantajı yapar.


ss Batı kapitalizmi içindekiler bile, “birbirlerine karşı kendilerini korur ve kollarlar”. Hele Türkiye gibi, dış işgal ve sömürü tehdidi altında bulunan bir ülkede işgalcilere karşı bu korumanın çok daha güçlü olması gerekir.
“Biz ayrım yapmayız” diyen bürokrat ve siyasetçiler acaba hangi zihniyeti temsil etmekte ve kimin yanında yer almaktadırlar? Halkın, sendikaların, sanayicilerin, barolann, meslek odalarının, üniversitelerin, siyasal partilerin bu konu üzerinde durmaları gerekir.
- Demokrasinin en önemli kuralı kendi halkının yanında yer almaktır. Hele o halk dış ve iç sömürü tehdidi altında ise. “Biz liberaliz, böyle ayrımlar yapmayız” demek, “Biz faşizmin ve emperyalizm yanındayız” sonucunu doğurur. Sömürgeci ile işbirliği yaparak onun tarafında yer alanlar bunu örtmek için “Biz liberal iz, biz böyle şeylere karışmayız” sözleri ile suçlarını gizlemeye çalışırlar.
Eğer böyle değillerse, dünya gerçeklerini bilmeyen cahillerdir diye düşünmek en masum değerlendirme olur.

Örtülü işgal mi?

ss Olup biteni Türk halkından gizlemeye çalışanlar medyada büyük çoğunluğu oluşturuyorlar. İskenderun Limanı'ndan Talabani'ye, ihalelerdeki kuşkulardan Kuzey Irak'taki Amerikan soykırımına kadar olayların üstünün örtülmeye çalışılması neyi gösteriyor? Bazı sivil toplum örgütlerinin ve bazı siyasi partilerin tepkileri yetmez. Örtülü faşizmi önlemek ve örtülmek istenen örtüyü fırlatıp atmak için örgütlenmemiz gerekiyor.
Ulusalcı siyasal partilerin, işçi sendikalarının, baroların, meslek odalarının, sağlam kalmış sivil toplum örgütlerinin bu faşist ve sömürgeci iç ve dış örgütlenmelere karşı harekete geçmeleri gerekiyor. Çünkü 70 milyon insan, bu tehdidin altındadır. Bu tehdit, Katrina veya Rita kasırgaları gibi değil, sinsi sinsi işgal ediyor.
Yukarıda birkaç örneğini verdiğim karartma ve saklama olayları her alanda sistemli bir biçimde yürütülüyor.
- Türkiye-AS ilişkilerinin gerçek yüzü, içimizde- ki Danimarka tarafından saklanıyor. ülkenin bekleme odasında iğfal edilmekte, kandırılmakta oluşu gizleniyor.
- Türkiye'yi sömürgeleştiren IMF anlaşmaları bir kurtuluş yolu olarak gösteriliyor.
- Meydanları Manisa'da dolduran elli bin çiftçiyi bile görmezler.
- Stratejik konumdaki tesislerimiz tekelci yabancı şirketlere verilirken bunlar, “normal özelleştirme işleri” gibi sunuluyor.
- Kuzey Irak'ta ABD Türkmenlere soykırım uygularken haberler ve resimler yayımlanıyor, kararıma yapılıyor, otosansür uygulanıyor.


ss Faşizmin bir açık, bir de örtülü olanı vardır. Örtülü olanında tankları, tüfekleri göremezsiniz. Orada, Truva atlarından inip sessiz sedasız ortalığı işgale başlayan işbirlikçiler egemendir. Onları bile anlayamazsınız. Bazen Atatürk'ün, bazen bayrağın arkasına saklanarak işlerini yürütürler.


ss Hatta milli takımlara “sponsor” bile olabilirler,.. kaçak inşaatı zabıta yıkmasın diye bayrak sallandıran düzenbazlar gibi kendilerini saklarlar.
Halkın uyanmasından korktukları için...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
adigek
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Aug 25, 2005
İletiler: 474

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 6:27 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kurtoglu degerli gardasim butun yazilarini okudum. Kafamda bir soru zongluyor, BUTUN BU OLANLARDAN SONRA BIR INSAN NASIL HALA RTE'YI DESTEKLER?...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
reis269
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Jul 15, 2005
İletiler: 180

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 6:37 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Sevgili adigek kardaşımla aynı durumdayım.Ve içimde akp ye ve rte ye olan lanetler her geçen saniye tekrarlanıyor.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 7:20 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

adigek demiş ki:
Kurtoglu degerli gardasim butun yazilarini okudum. Kafamda bir soru zongluyor, BUTUN BU OLANLARDAN SONRA BIR INSAN NASIL HALA RTE'YI DESTEKLER?...



ÜLKÜDASIM KARDESIM

VALLAHI ONU BANA DEGIL BASKA;LARINA SORMAN LAZIM AMA BEN DE MERAK EDIYORUM !!!
SAYGILAR SEVGILER




Patrik'in Değil Bizim Hukukumuzu Koruyun!
07.05.2005

Sayın Dışişleri Bakanı

Gazetelerden okuduğumuza göre; Türkiye aleyhine faaliyetleri ayyuka çıkan Fener Rum Patriği ve kurumuna karşı vatandaşlarımızın demokratik tepkilerini ortaya koyması üzerine; Dışişlerimiz bir açıklama yaparak; "bir Türk kurumu olan Patrikhane'nin kanunlarımızın ve hukuk sistemimizin güvencesi altında olduğunu" özellikle vurgulama gereği duymuş.

1996 yılında bahçesinde bir ses bombası patladığında; bağlı olması gereken Türkiye Cumhuriyeti yerine doğrudan ABD'ye başvurarak himaye isteyen ve aşağıda küçük bir listesini bulacağınız eylemleri ve sözleri ile Türkiye Cumhuriyeti'nin sadece yasalarını değil, resmi politikalarını, tarihini ve onurunu da defalarca çiğneyen bu zatın üzerine bu kadar titremeniz bizim gibi sade Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kıskandırmaya başlamıştır.
2000 yılında Yunanistan'ın Etnos gazetesine verdiği demeçte, "Türkiye'nin AB üyeliği Anadolu'da önceden varolmuş Hristiyan toplumların yaşadığı bölgelerde yeniden Hristiyanların yaşamasına izin vermelidir" diyen;


Hakkında Fransız-Alman ortak kanalı ARTE tarafından hazırlanan belgeselde; "Patrikhanemiz Osmanlı dahil her zaman zulüm görmüş bir kilisedir" ifadesini kullanan;


2 Ekim 1991'de göreve geldikten sonra kurduğu "Ekümenik Patrikhane Archonlar Biraderliği" isimli (Archon eski Bizansta üst düzey yargıç ve askerlere verilen unvandır) , bütün dünyadaki Ortodoks ruhbanları bir arada toplamaya çalıştığı teşkilat bünyesinde; ismi 1999 yılında KKTC Cumhurbaşkanı Denktaş'a suikast girişiminine karışan Yunanlı armatör Kosta Karras'a da yer veren;


Türk Ordusu'nu Vatikan'a şikayet eden, PKK'yı açıkça destekleyen CIA bağlantılı Suriye Ortodoks Kilisesi başı papaz Mar Athanasius Yeshue Samuel ile yakın ilişkileri olan;


7-9 Şubatta Fettullah Gülen'in de hazır bulunduğu "Barış ve Hoşgörü" konferansında imzalanan Boğaziçi Deklarasyonu'na "Ekümenik Patrik" sıfatı ile imza atan


1994 yılında Türkiye ile Yunanistan arasında Ege sorununun zirve yaptığı bir dönemde; Atina'nın "Ege" isimli bir savaş gemisi ile Ege adalarını dolaşan ve buralarda bir Bizans imparatoru gibi karşılanan;


Kayıtları Rumca tutulduğu için Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından incelenemeyen ve İstanbul'daki 2 bin Rum vatandaşına yurtdışına çıkmamaları için her ay Yunanistan Merkez Bankası'ndan yollanan paraları dağıtan;


Yabancı bir din adamının Türkiye'de ayin yapması yasalara aykırı olduğu halde; 1996 yılında Trabzon'da "Karadeniz Helen Toplulukları 1. Kongresi"'ni yapan ve bu kongrede yabancı bir papazın Sümela'da ayin yapmasına izin veren;


1996 yılındaki "Din, Bilim ve Çevre" sempozyumu çerçevesinde Trabzon limanını ziyaret ettikten sonra Selanik'e giden ve gemisi Yunan sularına girince Yunan savaş gemileri; kendisi de Yunanistan Cumhurbaşkanı Stefanopulos tarafından, "Birleşik bir Avrupa ve Birleşik Ortodoks dünyası için verdiği mücadeleden" dolayı övgülerle karşılanan;


Sözkonusu "Çevre" gezisi sırasında Karadeniz'i "Pontus Gölü" olarak gösteren haritalar dağıttıran;


21 Ekimde BM Genel Sekreteri'nin onuruna verdiği yemekte ve ABD kongresinde yaptığı konuşmalarda "Yeni Roma Patriği" olarak takdim edilen;


19996 yılında Vasilaki Floridi isimli bir işadamı tarafından Toprakbank Beylikdüzü ve Kentbank'a yollanan 3 milyon 300 bin doları Sıtkı Küçük isimli bir kişi ile çektirten ve daha sonra bu parayı nereye ve nasıl kullandığı belli olmadan ortadan yokettiği için bizzat parayı yollayan Yunanlı işadamı tarafından şikayet edilen;


19-20 Aralık 2001'de, Yunanistan Dışişleri Bakanı Papandreou'nun talimatı üzerine, Brüksel'de düzenlediği "Allah'ın Uluslararası Barışı" konulu toplantıda açıkca; "Yeni Roma ve İstanbul'un Başpiskopos'u ve Evrensel Patriği" ünvanını kullanan


8 Aralık 2001'de İzmit'te düzenlediği bir toplantı ile azize Barbara'nın İzmit'li olduğuna karar veren bir ayin düzenleyen ve Türk milleti ile dalga geçercesine bu ayini Şehitler Korusu'nda yapan;


Ocak ayında gittiği İran'da; İran Kültür Bakanı ile , İran ve Yunanistan arasındaki kültürel ilişkilerin geliştirilmesini öngören bir anlaşma imzalayan;


Yunanistan'daki kiliselerle arasındaki çıkan ve Türkiye'de özgür çalışamadığı için metropolit atayamayacağı tezini savunan Yunanistan kiliseleri ile tartışmalarda; işine geldiği zaman, Türkiye'de büyük bir özgürlük içinde çalıştığını belirten ve "Biz Yunanlılar kendi bindiğimiz dalı kesmemeliyiz" cümlesi ile nereye karşı bir aidiyet hissi duyduğunu açıkca ortaya koyan;


bir "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının" hakkını ve hukukunu korumak yönündeki hassasiyetinizi;

Batı Trakya'da Yunan hükümeti tarafından sürekli baskı altında tutulan soydaşlarımız;


Yurtdışına yaptığınız her ziyarette içinde bulundukları topluma daha fazla asimile olmaları yönünde öğüt verdiğiniz gurbetçilerimiz (nedense bu asimilasyon tutkunuzu, sözkonusu Türkiye'deki etnik gruplar olunca çoğulculuk tutkusu ile değiştiriyorsunuz)


Bu ülkenin namusu ve şerefi için bir bataklığın ortasında tek başına görev yaparken ABD askerleri tarafından başına çuval geçirilen askerlerimiz ve nice isimsiz kahramanımız;


Irak'la ticaret yapayım derken kellesinden olan ve bununla da kalmayıp; sizi kendi toprağınızda, "Türkler bizim belirlediğimiz güzergahlardan geçmezse olaylar devam eder" şeklinde tehdit edecek kadar küstahlaşan aşiret liderlerinin baskılarından bunalan şoförlerimiz;


Sizin "müslüman" kimliğinize güvenip oy atan fakat Anadolu toprakları üzerinden Müslümanlara yönelik "Haçlı seferlerine" girişmek isteyenlere üs vermek için Meclis'i bile bypass etmeye çalıştığınızı gören seçmeniniz;


ABD, İsrail ve bölgedeki diğer güçler tarafından bölgede sürekli taciz edilen Türkmen soydaşlarımız;


Bu ülkede hakkını ve hukukunu korumak için binbir zorluk çeken ve bugüne kadar ; Patriğin yukarıda sıralanan onlarca suçundan bir tanesini bile işlemediği halde hakkını/hukukunu korurken devletini yanında bulamayan vatandaşlarımız;

için böyle cesur çıkışlar yapacağınız günü hasretle bekliyoruz.

Patriğin hukukunu korumak için gösterdiğiniz hassasiyeti; aralarında Patrikhane'nin de bulunduğu dış odaklara satılmaya çalışılan bu topraklar üzerinde kanı, teri, emeği ve sermayesi ile hakkı bulunan ve hakkını/hukukunu korumak için çabalarken, onlarca suç işleyen Patriğin onda biri kadar bile devletini yanında hissetmeyen vatansever vatandaşlariçin de gösteriniz.

Bu ülkenin namuslu, ülkesini seven, vergisini veren ve en önemlisi size, kendisini "Yunanlı" olarak gören birini değil, bizim hak ve hukukumuzu korumak için yetki veren bir vatandaş olarak bu en doğal hakkımdır ve gereğinin yapılmasını rica ederim.


Saygılar
Bir Türk Vatandaşı
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kurtoglu1919
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 03, 2004
İletiler: 940
Şehir: AVUSTURYA/VIYANA

İletiTarih: Cmt Ekm 08, 2005 7:26 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

29.12.2004

Sayın Koç;

Bu milletin Meclis'inin çatısını yaparak başladığınız zenginleşme sürecinizde geldiğiniz noktada; dünyanın en ilginç "dünya gezisi" kavramına imza atarak gerçekleştirdiğiniz yolculuğunuzu ilgi ile izliyorum.

Son olarak yine gezinize ara verip İstanbul'a döndüğünüzde sizden gezip gördüğünüz yerler ya da yürüttüğünüz üst düzey pazarlıklar hakkında bilgi almayı beklerken; Patrikhane'den Kıbrıs'a kadar bir çok konuda siyasi beyanlarınızı dinledim.

Patrikefendi ile dostluğunuzun temellerinde hoş sohbetten çok daha köklü bağlar olduğunu bilen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak; Osmanlı Padişahlarından, Mustafa Kemal'e ihaneti belgelenen bir yapıya; Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi politikalarına aykırı olarak siyasi hüviyet kazandırma gayretinizi hayretle izliyorum.

Neticede; devletlerin resmi politikalarına uyum konusunda; sözkonusu Yunanistan oldu mu bir beis görmeyen şahsiyetinizin; sözkonusu Türkiye oldu mu bu kadar ters düşmenizin sizi gereğinden fazla deşifre ettiğinin farkında değilsiniz.

Fakat görüyorum ki; yat geziniz aymazlığınızın bir kat daha artmasına neden olmuş...

Yunanistan'ın ve hemhal olduğunuz dış odakların resmi politikalarına uyum konusunda bir adım daha katetmişsiniz.

Bu milletin evlatlarının kanı ile alınan bir vatan parçasını; "Türkiye'nin dış politikasının önünü kapayan" bir konu olarak lanse ettiğiniz nokta; bu milletin gözünde sınırı aştığınız noktadır.

Yıllarca yüksek gümrük duvarları arkasında bu millete kalitesi hayli tartışmalı demode ürünleri sata sata sata büyüyen ve bu milletin üzerinden elde ettiği serveti arasında Marmara'da bir ada dahi bulunan bir işadamının; hem MİLLET, hem de ADA kavramını anlamasını bekliyor insan.

Ama görüyorum ki; sizin MİLLET ve ADA kavramlarınızın; bu topraklarla bağlantısı kalmamıştır.


KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın hakkınızda sarfettiği : "Rum gibi konuşuyor" cümlesindeki "gibi"nin fazla olduğuna dair; kamuoyunda dolaşan ve devlet arşivlerindeki bazı belgelere dayandığı belirtilen söylentileri güçlendiren yaklaşımlarınızın başka bir ülkede karşılığının çok daha farklı olacağını da ve ancak bu MİLLET'in böyle bir cüretkarlığa tahammül edeceğini de biliyorsunuzdur umarım.

Sayın Koç;

Bilmenizi isterim ki;

Türkiye'nin önündeki engel, Kıbrıs değil;

Sizin gibi; zenginleştikçe iyice cüretkarlaşan; başkaları adına MİLLET'ine ahkam kesmeye çalışan ve başkalarının resmi politikaları ve milli hedeflerini; bu topraklara MİLLİ hedef olarak satan; ülkesi adına özgün bir dinamik yaratmak yerine başkalarının misyonunu pazarlamaya çalışan azgelişmiş zihniyete sahip komprador burjuvazidir.

Yıllarca dış sermaye gruplarının teknolojilerini ve ürünlerini sata sata geldiğiniz "bayi holding" noktasında; kafanızın da aynı dış odakların düşünce bayiliğine soyunmasına şaşırmak bizim hatamız olabilir ama;

Misyonunuz doğrultusunda Haliç'ten Göle'ye kadar arazileri kapatıp altını ve üstünü değerlendiren;

Marmara'nın ortasında kendisine ait bir ada bulunan bir kişi olarak sizin

sözkonusu kendi misyonunuz olunca TOPRAĞIN peşinde koşarken; sözkonusu TÜRK MİLLETİ'nin çıkarları olunca TOPRAĞI küçümsemeniz; içselleştirdiğiniz çifte standartın en net kanıtıdır.

Bu çiftestandardı aşmanız için size samimi bir önerim var :

Madem Kıbrıs'ın bu ülkenin önündeki bir engel görüyorsunuz ve sizin gibi para ile satın alamadığı için kan ile bedel ödeyerek ADA alan TÜRK MİLLETİ'nden buradan vazgeçmesini istiyorsunuz gelin TAKAS yapalım :

Siz;

a) Marmara'daki adanızı

b) Haliç'te; Fener semtinde başkaları üzerinden kapattığınız bütün emlakları ve tabi Sanayi Müzesini (arazisi ile birlikte)


c) Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da tarihsel ve tarımsal amaçlarla dönüm dönüm aldığınız arazileri

d) ve bu topraklar üzerindeki bütün arsalarınızı

Türk Millleti'ne devredin...

Biz de size Kıbrıs'ı verelim.

Sonra siz o Kıbrıs'ı dilediğiniz gibi kullanın ve kullandırtın. Ne de olsa; dünya gezisine çıkarken yatınızın kıçında dalgalanan bayrağın sahipleri açısından o TOPRAK engel değil, amaçtır.

Ne dersiniz....

Bu kanı ile TOPRAK alan ama asla satmayan bir MİLLET'in

Bu ülkede para ile TOPRAK alıp satan bir zihniyete yapabileceği en bonkör tekliftir.

Bir düşünün...

Bu arada bilmenizi isterim ki;

benimle dalga geçercesine,

evlatlarımın kanıyla alınan ve ülkemin bekaası için ne kadar önemli olduğu bilinen bir VATAN PARÇASINI; sonu ve ne getireceği belirsiz ama ne götüreceği her gün gözümüze sokulan bir AB macerası yolunda engel olarak gören bir işadamına;

ürünlerini ve hizmetlerini satın alarak destek olmamak için çevremi şimdiden uyarmaya başlayacağım.

Neticede sizi bu MİLLET yarattı;

ne Yunan halkı; ne Patrik efendi, ne ABD, ne de İngiltere...

Aklınızı başınıza almanız umudu ile

Saygılar

Artık Ürünlerinizi Kullanmayacak Olan
Bir Türk Vatandaşı
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
adigek
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Aug 25, 2005
İletiler: 474

İletiTarih: Pzr Ekm 09, 2005 11:08 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ey Internet sozde yigitleri goruyoruzki, nette erkek kesiliyorsunuz. Kizilintikam sana mail adresimi verdim ve dedimki hacklayamasan erkek adam degilsin, ayrica hacklarsan mailde moskov times sitesinin sifreleri var dedim. Hala hacklayamadin, simdide korsan havlamis sitede. Kocum Londraya sor Adigek kimlerden, siz DHKPciler bizim sulaleyi iyi tanirsiniz. Birak net efeligini karsimiza cik! Onuda yapamiyosan, bari mail adresimi hacklayin.
Hicbirini yapamiyor iseniz tek yapabildiginiz havlamak.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
bozkurtum_06
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Jun 08, 2005
İletiler: 74
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Pzr Ekm 09, 2005 11:17 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ağzına sağlık Gereken cevabı vermişsin adigek kardeşim
Kansızların tek yapabildiği şey senin de dediğin gibi havlamak it gibi havlamak başka hiç birşey yapamaz lar Ha bi de kahbece arkadan vururlar Kahbe oldukları için şerefsiz oldukları için....
Böyle konuşduğum için Sizlerden Özür Dilerim....

SAYGILAR...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Ekm 10, 2005 2:17 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kizilintikam. bu sekilde her konuya ayni iletiyi yazma.

Tartisma istiyorsan variz. Fikrimizi biliyoruz...

Bu sekilde her konuya ayni iletiyi yazmaman konusunda ben de seni uyariyorum... Akilli davranirsan tartisiriz
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 6. sayfa (Toplam 7 sayfa)

Sayfa: « Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1