Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - 3 MAYIS 1944'TEN BERİ
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
ADSIZ
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Mar 31, 2003
İletiler: 36
Şehir: Cihan-ı Alem...

İletiTarih: Sal May 02, 2006 9:40 pm    ileti konusu: 3 MAYIS 1944'TEN BERİ Alıntıyla Cevap Gönder

"3 MA YIS TÜRKÇÜL ÜK BA YRAMI"
Mayıs ayı tarihimiz boyunca sevinçli ve kutlu hâdiselerin müjdecisi olmuştur. Bu ay, Türk tarihinde çok önemli zafer, şahlanış, başarı, diriliş ve kendine dönüş hareketlerinin gerçekleştiği dönüm noktalarıyla süslü bir aydır. Akınlar, fetihler, çağ açıp kapamalar, kurtuluş hareketlerinin başlaması, silkiniş ve millî benliğe dönüş hep Mayıs ayında vuku bulmuştur.
3 Mayıs 1944, aziz milletimizi sahip olduğu değerler manzûmesiyle beraber ebediyete kadar yaşatma ve yüceltme ülküsü olan Türk Milliyetçiliğinin şeref nişanı kabul ettiğimiz şanlı bir tarih ve bir o kadar da hazin bir gündür... 3 Mayıs, millî değerlerin yıkılmak istendiği, Türk Dünyasıyla alâkalı görüş bildirmenin suç sayıldığı, Türk ismini Marksist bir bataklıkta çürütmeye yönelik tezgâhlara karşı; millî bir refleks olan Türk Milliyetçiliğinin şahikalaştığı bir gündür...
Bu tarihî hâdisenin gelişimi şu şekilde cereyan etmiştir:
Gazi Mustafa Kemal'in ölümünden sonra Batıcıların devlet politikasındaki etki alanı daha fazla artmış, İnönü idaresindeki tek parti yönetimi, devletin millî kültür politikalarını değiştirmiş, kozmopolit, materyalist ve ateist düşüncelerin hâkim olduğu bir siyâset takip etmeye başlamıştı. Türk Devleti'nin kuruluş ilkelerinde büyük sapmalar meydana gelmiş, millîliğin yerini enternasyonalizm, milliyetçiliğin yerini sosyalizm almaya başlamıştı. Dış siyâsetteki bağımsızlık anlayışı dumura uğramış, Esir Türkler'le alakalı şahsiyetsiz politikalar uygulanmış , devlet kademelerindeki Marksist kadrolaşmalar had safhaya varmış, mecburi kültür değişimini gerçekleştirmek için tepeden inmeci ve jakoben baskılar zirveye çıkmıştı.
Bütün bu gayri milli uygulamalar ve milli kültürden kopmalar karşısında Hüseyin Nihal Atsız, ilki 1 Mart 1944 tarihli Orhun Dergisi'nin 15. sayısında , ikincisi ise 21 Mart 1944'te kaleme alınıp 1 Nisan 1944'te yayınlanan Orhun Dergisi'nin 16. sayısında olmak üzere dönemin Başbakanı Rüştü Saraçoğlu'na iki "Açık Mektup" yazmıştı. Atsız, ilk mektubunda "Türke Doğru" isimli bir eser neşreden İsmail Hakkı Baltacıoğlu'na karşı Eminönü Halkevi'nde cereyan eden müessif bir hâdiseyi anlatarak, liselere kadar inen Marksist tehlikeye dikkat çekmiş, ikinci mektubunda ise isim isim bazı komünistleri zikrederek, müseccel bir Marksist olan Sabahattin Ali'ye Maarif Vekâleti'nde niçin görev verildiğini sormuş, yapılan komünist faaliyetleri çok tafsilatlı bir biçimde anlatmış ve tedbir alınması için Başbakanı uyarmıştı.
Bu mektuplar iktidarı rahatsız etmişti. Başta Maarif Vekili Hasan Âli Yücel ve o günlerde Ulus Gazetesi'nin başında bulunan Falih Rıfkı Atay'ın teşvikiyle, Sabahattin Ali, Nihal Atsız'ı mahkemeye verdi. Ankara Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen bu dâva 26 Nisan 1944'te başladı. İlk duruşmada milliyetçi gençler mahkeme salonunu tıklım tıklım doldurdu. Bu dava iki şahsın değil iki inancın çarpışmasıydı. Dâvanın ikinci celsesi 3 Mayıs 1944'e talik edilmişti.
Dâva Milliyetçilerle Marksistlerin mücadelesine dönüşerek, her iki grubun gövde gösterisi şeklini almıştı.
Nihal Atsız'ın "bu dâvanın ikinci celsesi için"Ankara'ya geleceğinin Osman Yüksel ve arkadaşları tarafından üniversite öğrencilerine duyurulması, Ankara Garı'nın binlerce milliyetçi gençle hınca hınç dolmasına yol açtı. Ve 3 Mayıs'ta, Atsız ve Türk Milliyetçileri lehinde Ankara Garı'nda ve mahkeme salonunda yapılan gösteriler millî bir heyecana dönüşmüştü. O günkü idare bu millî refleksi, organize bir isyan hareketi saymakla kalmamış, zamanın Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Maarif Vekili Hasan Âli Yücel de yaptığı konuşmalar ve verdiği beyanatlarla Milliyetçilik ve Türkçülük fikirlerini suçlamış, "Irkçılık ve Turancılık" olarak tahkir etmeye (!?!) kalkışmıştı. Şeflik döneminin baskıları neticesi, mahkemenin istikâmeti değişmiş , gerçekler iftira ve yalan perdesiyle örtülmüş, hâdiseler Türk Milliyetçilerinin aleyhine çevrilmiş, bu millî heyecan ve refleks "Irkçılık - Turancılık" davası diye yaftalanarak kötülenmek istenmiş, mahkeme "Türk Milliyetçiliğinin mahkum edilmesi" şekline dönüşmüştü.
Bu davanın en önemli özelliği, Türk Milliyetçilerinin devlet idaresiyle resmen ve ilk defa karşı karşıya gelmesi ve millî bir tepkinin milliyetçi aydınlar ve üniversite öğrencisi gençler tarafından 3 Mayıs'ta gösterilmiş olmasıdır.
Türk Milleti'nin tarih boyunca ırkçı olmadığını haykırıp Turancılık mefkuresini bir şeref nişanesi saymışlar, ırkçılık iddiasını reddetmişlerdir.
3 Mayıs, komünist kadrolaşmaya, milleti millet yapan millî ve manevî değerlerin tahrip edilmesine karşı sabrı tükenen Türk milliyetçisi aydınların, vatanperver gençlerin şaha kalkma tarihidir...
3 Mayıs, hayatı, makamı, parayı, şöhreti ve serveti umursamayan, gayrı millî her türlü uygulamaya ve hukuksuzluğa karşı çıkan, "günün adamı" olma yerine "tarihin ve milletin hayırla yâd ettiği insan" olmak cehdi ve azmini gösteren Türk Milliyetçilerinin şanlı bir direnişi ve ülkücülerin yüz akıdır.
3 Mayıs, kül altında kalmış kor halindeki milliyetçilik şuurunun bir alev deryası olarak
karşımıza çıkmasıdır. 3 Mayıs, çağımızın reddi mümkün olmayan "Millet ve milliyetçilik"
gerçeğini " tebdil ve ilgaya" kalkışan zihniyetin Ülkü Devleri tarafından yer ile yeksan edildiği
bir kutlu zamanın, sivil bir muhalefetin ve millî bir tepkinin adıdır
3 Mayıs, "Gönülleri birleşen, uzaklarda dertleşen" " Yaslı yaralı Türklerin" derdine derman olmak , kurtuluşuna ferman bulmak için yarım asır öncesinden bu günü gören, Türklüğün hürriyet mücadelesini ülkülerine sancak yapan insanların mücadele bayrağını yeniden göklere yükselttiği gündür.
3 Mayıs, Türk tarihine, inancına, örfüne, şerefli geçmişine duyulan saygı ve sadakat anlayışının ve zulme karşı "adam gibi" dimdik bir duruşun cihana gösterilmesidir..
3 Mayıs'ı, Türk kültürünün yaşatılıp geliştirilmesi, Türk Milliyetçiliğinin fikri temellerinin tahkim edilmesi, yeni nesillere "Milli Hars"ın verilmesi ve Türk Kültürü9ndeki bizi "Biz" yapan vasıflarımızın yeniden ihyâsı olarak telâkki ediyor ve bir bayram olarak kutluyoruz... Yâni 3 Mayıs, sıradan bir bayram değil; bir dirilişin, bir derlenişin, bir şahlanışın hikâyesidir. İdealist irâdenin gerçek heybeti 3 Mayıs'ta kendini göstermiş, ülkücü hareket gerçek kişiliğini bir kere daha ortaya koymuştur. 3 Mayıs, Milliyetçiler açısından yeni bir çıkış, yeni bir azim, yeni bir Ergenekon oluşturmuştur.
3 Mayıs, bir birikimin taşma noktası, bir geleceğin geçiş kapısı, bir gaflet ve uyuşukluğun hitâma ermesidir. Bu itibarla Üç Mayıslar 3 Mayısa sığmadığı, zamana, mekana ve Türk insanın ruhuna hitap ettiği takdirde gerçek mânâsını kazanır.
3 Mayıs Destanı'nı yazan Ülkü Devlerinin; âbide şahsiyetleri, idealist zihniyetleri, karakterli çizgileri, mücadele azimleri, zulme direnişleri kuvvetlinin değil hakkın yanında yer almaları, dünyevi menfaatler için eğilmemeleri, davalarına yapılan saldırıyı en büyük hakaret olarak kabul etmeleri, inançlarından asla taviz vermemeleri, Dış Türkler konusunda en olumsuz şartlarda bile geri adım atmamaları herkese örnek olmalıdır... O dâva adamları; çizgilerindeki tutarlılık, fikirlerindeki netlik, tavırlarındaki cesaret, duruşlarındaki asalet, ülkülerindeki şehâmet sebebiyle gönüllerimizde taht kurmuşlardır.
Türk Milliyetçilerin yazdığı destanın 62. Yıldönümünde, 3 Mayıs 1944 günü
Ankara'da yapılan kutlu nümayişi bir kere daha yâd ederken , Yozgat Türk Ocağı olarak bu dâva uğruna hayatını vakfedip fâni dünyadan baki âleme göçenlere Allah'tan (c.c.) rahmet ve mağfiret niyaz ediyor, hayatta olanlara da sağlık , sıhhat ve en kalbi şükranlarımızı sunuyor, milletimizin 3 Mayıs Türkçülük Bayramı'nı kutluyoruz...
"Zafer, ümit kaynağının bir çeşmesidir. Zafer bir çok gönüllerin birleşmesidir. Gönülleri birleşenler selâm sizlere! Uzaklarda derileşenler selâm sizlere!"

YOZGAT TÜRK OCAĞI
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Çar May 03, 2006 4:49 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:


3 Mart 1947 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi sanıkları suçsuz bularak beraatlerine karar verir.

Beraat Kararının Gerekçesi:

187 sayfa tutan karar çok ilgi çekici ve ibret verici aynı zamanda da Türklük mücadelesinde tarihe şeref sayfası olarak geçecek bir karardır. Bakınız bu beraat kararında ne diyor:

"- Bu nümayış (3 Mayıs 1944) milli bir ideolojinin, milli olmayan bir ideolojiye karşı tepkisinden ibarettir.

- Her milletin içindeki azlıklar o milletin hakim ırkının adını alır. Fakat o millet içinde ayrı ırklardan bahsedilemeyeceği anlamına gelmez." diyen Mahkeme "ayrıca ırk bakımından kamu haklarının bir kısım vatandaşlara tanınmaması keyfiyetinin anayasaya aykırı olabileceği fakat bu aykırılığın cezalandırılacağına dair T.C. kanununda hiç bir kayıt bulunmadığından sanıkların bu fiilden beraatlerine, uzun bir tahlilden sonra hükmet darbesi bulunmadığını söyledikleri ve reddettiklerini, mantıken de buna imkan olmadığı delilleriyle Vali Dr. Lütfi Kırdar dahil dinlenen pek çok şahitlerden ve mektuplardan anlaşılmış, aksine polise verilen tek bir ifadeden başka bir şey görülmemiş olup, bu suretle sabit olmayan, bilakis MİLLİ BİR GAYE İÇİN ÇALIŞTIKLARI tebeyyün eden Zeki Velidî ve arkadaşlarının beraatine karar verilmiştir."

Bu mahkeme kararlarında dikkati çeken bir nokta var. Kararda diyor ki: "Her milletin içindeki azlıklar o milletin hakim ırkının adını alır."

Bu gün acaba "Türkiye mozaikler ülkesidir" yahut da "Bu vatan hepimizindir" diyenler acaba yukarıdaki mahkeme kararlarındaki sözle çelişip suç işlemiyorlar mı? Kanaatimiz odur ki hem çelişiyorlar hem de bugünkü anayasanın başlangıç ilkelerini de çiğnemiş oluyorlar. Yani düpedüz anayasal suç işliyorlar.

Biz bu "Türk" adını devletimize yeniden vermek için tam 900 yıl bekledik. Aman devletimize zeval gelmesin diye Arab'ı, Fars'ı kardeş bilip ümmet olduk. Rum'u, Bulgar'ı tebamız bilip Osmanlı olduk. Bir türlü ne kendi kimliğimiz söyletildi ne de devletimiz bu kimliğini söyledi. hem kan ve can vergisi verdik fakat nimete gelince kovulduk. 900 yıl sabırla bekledik. Ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran halka Türk denir dedik. Devletin adı da Türkiye Cumhuriyeti Devletidir dedik. Bu nedenle "bu ülke mozaiktir" diyenler de, "bu vatan hepimizindir" diyerek Türk vatanına ortak arayanlar da hem tarih ve şehitler huzurunda hem de anayasa huzurunda suç işlemektedirler.

1944 hadiseleri ve görülen dava sonuçlarının kısaca yorumlanmasına gidersek neler söyleriz?

Bakınız bu davalarda devletin başı ile devletin hukuku karşı karşıya gelmişlerdir. Devletin başı meşhur ve meşum 19 Mayıs 1944 konuşmasında "bunlar haindir" diyor, "bunlar devlet düşmanıdır" diyor. Ve totaliter bir kafa yapısı gereği kendini hem hakim hem de savcı yerine koyuyor. Şimdi buna karşılık olarak da o günkü devletin en üst hukuk kurumu da "hayır" diyor. "Bu düşünce suç olamaz". "Bu düşünceyi taşıyanlar da suçlu olamaz." Dahası "Irkçılık suç değildir" diyor. dahası "bu ideoloji devletin ideolojisidir" diyor ve Mahkeme sonucu yargılananlar aklanıyor.

Türk milliyetçiliğinin Türk'ün tabii ideolojisi olduğuna dair o günkü Türk hukuku adeta beraat kararı veriyor. Mahkeme sonucu güzel bir olay olması gereken bir sonuç. Ne var ki oportünist, korkak, aciz yönetimce (ki başı milli şef İnönü) ekilen gayrı Türk tohumunun acısını Türk devleti ve Türk milleti bugün hala çekmekte. Her yanılgının ve tıkanmanın kökeninde o günkü ikinci adamın 19 Mayıs 1944'te yaptığı Türk milliyetçiliğini ve Türk milliyetçilerini karalayan konuşmada aramak gerekir. O günden sonra Türk milliyetçiliği ve milliyetçiler devletten sürekli şekilde dışlanmışlardır. O günlerde devlete bulaşan virüs, Türk devletini milletin temel ülküleri doğrultusunda karar almasını daima bozar hale getirmiştir.

Sovyetler Birliği çözülürken "hazırlıksız yakalandık" diyenlere sormak gerekir. Neden hazırlıksız yakalandınız? Sebebi nedir? Kanaatimiz odur ki, hazırlıksız yakalanmanın ana nedenini 3 Mayıs 1944 öncesi ve sonrası hadiselerde aramak doğru olsa gerekir. Bu hadiseler 1944'ten sonra Türk Milliyetçiliğini devletten dışlamış, onun yerine yani ULUSALIN yerine EVRENSELİ koymuştur. Sonuçta da, EVRENSELİN kapısından önce millici olmayan batıcılık ve Amerikancılık ile onun ekonomik anlayışı kapitalizm girmiş bu da yetmemiş ardından marksizm ve siyasi ümmetçilik girmiştir. Dünün marksist hareketlerini yerine bugün siyasi ümmetçiliği karşımızda görüyorsak bu Türkçülüğü devletçe 1944'ten bu yana sırt çevirmenin bir bedeli olsa gerektir.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Çar May 03, 2006 4:55 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

H.NİHAL ATSIZ ' ın HAYATI


Türkçü, fikir adamı, tarihçi, Türkolog, şair ve roman yazarı Hüseyin Nihal Atsız 12 Ocak 1905 tarihinde İstanbul'da dünyaya gelir.Babası Gümüşhane'nin Torul/Dorul
Kazası'nın Midi Köyü'nün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Makine Önyüzbaşısı Hüseyin Efendi'nin oğlu Deniz Güverte Binbaşısı Mehmed Nail Bey, annesi Trabzon'un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey'in kızı Fatma Zehra Hanım'dır


Anne ve baba tarafından asker bir aileye mensup olan Atsız, ilk öğrenimini Kadıköy'deki Fransız ve Alman Mektebi, Süveyş'teki Fransız Mektebi,

Kasımpaşa'daki Cezayirli Gazi HasanPaşa, Haydarpaşa Osmanlı İttihad Mektebi'nde, ortaöğrenimini ise Kadıköy ve İstanbul Sultanîsi'nde tamamlar


1922 yılında imtihanla Askerî Tıbbiye'ye girmesine rağmen, üçüncü sınıfta iken Ziya Gökalp'ın cenaze töreninin yapıldığı günün akşamı öğrenciler arasında çıkan bir kavgada gayet ağır bir ceza alır. Ayrıca aralarında birtakım meseleler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesud Efendi adlı bir teğmenin kasdî bir şekilde ve lüzumsuz bir yerde istediği selamı vermediği için, 4 Mart 1925 tarihinde Askerî Tıbbiye'den çıkarılır .

Bu hadiseden sonra Kabataş Lisesi'nde üç ay öğretmen vekilliği, daha sonra Deniz Yollarının Mahmut şevket Paşa gemisi katip muavinliği yapmışsa da asıl Türk tarihi ve edebiyatı ile ilgili araştırmalara merak sardığı için 1926 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi'ne kaydolmasına rağmen, bir hafta sonra askere alınır, 1926-1927 yıllarında, dokuz ay süreli olarak İstanbul Taşkışla'da askerlik görevini ifa eder . Bundan sonra tekrar Yüksek Muallim Mektebi'ndeki talebelik hayatına dönen Atsız, Ahmet Naci isimli arkadaşı ile birlikte hazırladığı ve Türkiyat Mecmuası'nda yayımlanan "Anadolu'da Türkler'e Ait Yer İsimleri" adlı makale ile hocası Fuad Köprülü'nün dikkatini çeker. 1930 yılında Edirneli Nazmi'nin Divan-ı Türkî-i Basit isimli eseri üzerinde
mezuniyet tezi hazırlayarak aynı yıl mezun olur .


1950-1952 ve 1962-1964 yıllarında devam ettirdiği Orkun'dan sonra 1 Ocak 1964 tarihinden itibaren Ötüken adıyla çıkardığı dergide, Türkiye'de gittikçe hız kazanan bölücülük hareket ve tertiplerini açıklayan bir seri yazısı yüzünden, sonunda Yargıtay'ın kararı bozmasına rağmen, oy çokluğu ile on beş ay hapse
mahkûm edilmiş, Toptaşı Cezaevi'ne sevk edilmiş , bir müddet sonra reviri olan Sağmacılar Cezaevi'ne nakledilmiştir. Bir buçuk yıllık cezası kesinleşince, onun bilgisi dışında milliyetçi aydın çevrelerin harekete geçmesi ve yağan protesto telgrafları üzerine Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün yetkisini kullanması sonucu 22 Ocak 1974 tarihinde Bayrampaşa Cezaevinden tahliye edilmiştir .


ESERLERİ(bazı):Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor, Deli Kurt, Ruh Adam(roman),Yolların Sonu (şiir), Edirneli Nazmi, Türk Tarihi Üzerine Toplamalar, Türkler ve Osmanlı Sultanları Tarihi, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Ülküsü,Osmanlı Tarihine Ait Takvimler, Türk Tarihinde Meseleler, Kemalpaşaoğlu, Birgili Mehmet Efendi, Ebussud ve Ali bibliyografyaları.

Çanakkale'ye Yürüyüş / Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi
Bütün Eserleri 10
Hüseyin Nihal Atsız

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Çar May 03, 2006 5:03 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder


Hüseyin Nihal Atsız


Bütün Türk Gençliğine






I
Yer bulmasın gönlünde ne ihtiras, ne haset.
Sen bütün varlığınla yurdumuzun malısın.
Sen bir insan değilsin; ne kemiksin ne de et;
Tunçtan bir heykel gibi ebedi kalmalısın.

Iztırap çek inleme... Ses çıkarmadan aşın.
Bir damlacık aksa da bir acizdir göz yaşın;
Yarı yolda ölse de en yürekten yoldaşın,
Tek başına dileğe doğru at salmalısın.

Ezilmekten çekinme ... Gerilemekten sakın!
İradenle olmalı bütün uzaklar yakın,
Dolu dizgin yaparken ülküne doğru akın,
Ateşe atılmalı, denize dalmalısın.

Ölümlerden sakınma, meyus olmaktan utan!
Bir kere düşün nedir seni dünyada tutan?
Mefkuresinden başka her varlığı unutan,
Kahramanlar gibi sen ebedi kalmalısın...


II
Sen ne elde ve dilde gezen billur bir sağrak,
Ne de sıska bir göğse takılan bir çiçeksin;
Seninde bu dünyada nasibin var savaşmak!...
Kayalarla güreşip dağlarda öleceksin.

Yoldaşlık ederekten gökte güneşle, ayla,
Aşarsın tepe, ırmak; yürürsün ova ,yayla...
Hayata ne biçimde geldinse bir borayla
Daha sert bir kasırga içinde biteceksin.

KIZIL ELMA uğruna kılıç çekince kından,
Bahtiyarlık denen şey artık geçmez yakından.
Mesut olup gülmeyi sök, çıkar hatırından.
Belki öldükten sonra bir parça güleceksin.

Yüz paralık kurşunla gider "HAYAT" dediğin;
" Tanrı yolu" uzaktır; erken kalk sıkı giyin.
Yazık, bütün ömrünce o kadar özlediğin
Güzel Kızıl Elma'na varmadan öleceksin.


III
Belki bir gün çöllerde kaybedersin eşini,
Belki bir gün ağlarsın kaçtı diye karına.
Işıksız kulübende boranın esişini
Dinleyerek çıkarsın bir ümitsiz yarına.

Gün olur ki mertliğin uğrar kahpe bir hınca;
Namert bir el arkandan seni vurur kadınca;
Bir gün sabrın tükenir... Silahını kapınca
Haykırarak çıkarsın yurdunun dağlarına...

Hayatın kamçısıyla sızar derinden kanlar,
Senin büyük derdinden başkaları ne anlar?
Vicdanını "Paris"e, "Moskova"ya satanlar,
Küfür diye bakarlar senin dualarına.

Hey arkadaş!.. Bu yolda bende coşkun bir selim,
Beraberiz seninle, işte elinde elim.
Seninle bu hayatın gel beraber gülelim,
Ölümüne , gamına, tipisine, karına...


IV
Atandan kalmış olan kılıcı iyi bile,
Onu bütün gücünle vuracaksın çağında.
Savaş... Bunu tadını ey Türk sen bulamazsın,
Ne sevgili yanında, ne baba ocağında...

Savaşmaktan kaçınır, kim varsa alnı kara,
Kan dökmeyi bilenler hükmeder topraklara...
Kazanmanın sırrını bilmiyorsan git, ara
"Çanakkale" ufkunda, "Sakarya" toprağında.

Siyasette muhabbet... Hepsi yalan, palavra...
Doğru sözü "Kül Tegin" kitabesinde ara...
Lenin'den bahsederse karşında bir maskara,
Bir tebessüm belirsin sadece dudağında.

Yatağında ölmeyi hatırından sök, çıkar!
Döşeğin kara toprak, yorganındır belki kar...
Sen gurbette kalırsan, ben ölürsem ne çıkar?
Ruhlarımız buluşur elbet "Tanrıdağı"nda...


V.

Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin ,
Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da,
Varsın bütün ömrünce bir an nasip olmasın,
Yorgunluğu gidermek serin bir su başında.

Bir gülüşten ne çıkar, ne çıkar ağlamaktan?
Kullar kancıklık eder, bela bulursun Hak'tan.
Gün olur ki bir yudum su ararsın bataktan,
Gün olur ki bir tutam tuz bulunmaz aşında.

Bir çığ gibi yürürsün bir lahza durmaksızın,
Bir ilahi kaynaktan geliyor çünkü hızın.
Duyguların ölmüştür... Tapınılan bir kızın,
Bir füsun bulamazsın gözlerinde, kaşında.

Iztırabı kanına kat da göz kırpmadan iç!
Varsın gülsün ardından, ne çıkar, bir iki piç...
Bu varlık dünyasında yalnız senin hiç mi hiç,
Bir şeyin olmayacak hatta mezar taşında....

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
mustafayaman
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jan 09, 2006
İletiler: 315
Şehir: türkiye

İletiTarih: Çar May 03, 2006 11:36 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Türklük adlı ağaçta, aykırı dal uzarsa,
Bekçisi olan eller, elbet o dalı budar.

Haine güvenilmez, pişman olup gelsede,
Özü bilmeyen hiçtir, dünyaları bilsede,


Uyusumda arslanım, beni uyandırmayın,
Benim kızgın bir pençem, bin çakal canı eder.
Vakarıma aldanıp, beni sindi sanmayın,
Türke ihanet eden, er geç canıyla öder.

Anlayana söz yeter, konuşup anlamalı,
Dikeniyle beraber, sevmeli gönül gülü,
Söz hükümsüz kalıpta, kalmazsa başka yolu,
Hiç düşünmez parmağım, tetiğe doğru gider.

Bir elle kemik veren, öbür elle zincirler,
Zinciri kabûl eden, bağlayan için hırlar,
Sadece yalı görür, haysiyet gözü körler,
Gün gelir sahte balın, içinden zehir tadar.

Herkes hakkını alır, ortalık bir tozarsa,
Belâyı verir Rabbim, insanoğlu azarsa,
Türklük adlı ağaçta, aykırı dal uzarsa,
Bekçisi olan eller, elbet o dalı budar.

Haine güvenilmez, pişman olup gelsede,
Özü bilmeyen hiçtir, dünyaları bilsede,
Bakmayın dönmelere, adları Türk olsada,
Gizli gizli içinden, milletime kin güder.

Vatandır Türkoğluna, yaşamanın manâsı,
Geçilmez bir siperdir, vatanına sînesi,
Doğan her evlâdını, Türk babası, anası,
Göğsünü gere gere, yurduna kurban adar.

Düşünün beyinsizler, hangi toprağım benim,
Masalarda alındı, dökülmeden al kanım,
Şehitler bergüzârı, bu mûbarek vatanım,
Türk vatanı kalacak, son damla kana kadar

İlhan Esen
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Delikanli66
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Apr 08, 2004
İletiler: 1042

İletiTarih: Per May 04, 2006 5:26 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ruh Adam kitabından...
Ey vatan!
Güzel turan!
Sana feda biz varız.
Düşman oğlu meydana çık!
Kahramanlık kimde ise anlarız.

Hüseyin Nihal Atsız.


MEKANI CENNET OLSUN.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
alptemizkan
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Apr 19, 2005
İletiler: 42

İletiTarih: Per May 04, 2006 1:03 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

1944te yapılan eziyetler devam etmektedir. Hem de buranın adı gerçekten Türkiye mi dedirtecek olaylar yaşanmaktadır. Bayrak yakanlar dışarıda ya yaktırmayanlar. Etikhaber.com'dan bir haberi aşağıda bilginize sunuyorum.


MHP il yöneticilerine dava
Çarşamba, 03 Mayıs 2006 13:03
Türk Bayrağı'nın yakılmasını protesto için gösteri yapan MHP'lilerin 3 yıla kadar hapsi isteniyor. AKP sayesinde işte bu hale geldik. Bayrak yakılmasına demokrasi denilirken, bayrağı koruyanlara savunanlara dava açılıyor
Mersin'de Nevruz'u kutlama bahanesiyle düzenlenen gösteri sırasında Türk Bayrağı'nın yakılmak istenmesini protesto amacıyla izinsiz gösteri düzenledikleri öne sürülen MHP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Cafer Yaylan, il yöneticisi Hikmet Kurt ve Fatih İlçe Başkanı Murat Omurtağ'ın yargılanmasına devam edildi.

Fatih 5. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuksuz yargılanan sanıklardan Omurtağ ile sanıkların avukatı Kemal Kerinçsiz katıldı.

Duruşmada tanık olarak dinlenilen İstanbul Güvenlik Şube Müdürlüğü Siyasi Partiler Büro Amiri Başkomiser M.K, 25 Mart 2005 tarihinde Fatih Camii'nden çıkan yaklaşık bin 500 kişilik grubun, Türk bayraklarıyla Mehmet Akif Ersoy'un Edirnekapı Şehitliği'ndeki mezarı başına kadar yürüdüğünü anlattı.

Mersin'deki olaylar nedeniyle ortamın hassas olduğunu ve gruptakilerin yürüyüşe kendiliğinden katıldığını belirten Başkomiser K, gruba, ''izinsiz gösteri yaptıkları ve dağılmaları konusunda herkesin duyabileceği şekilde ihtarda bulunulduğunu'' söyledi.

Aynı büroda Amir Yardımcısı olan Komiser H.İ.Ç. de sanıkların grubu yönlendirdiğine ilişkin tam olarak bilgisi olmadığını belirterek, yürüyüşe katılanların üzerlerinde herhangi bir partiye bağlı olduklarına dair işaret bulunmadığını, sadece Türk bayrakları taşıdıklarını bildirdi.

Duruşma, diğer tanıkların da dinlenilmesi amacıyla ertelendi.

İSTENEN CEZA

Fatih Cumhuriyet Savcısı Osman Emeksiz tarafından hazırlanan iddianamede, 20 Mart 2005 tarihinde Mersin'de Nevruz kutlaması bahanesiyle düzenlenen izinsiz gösteriler sırasında Türk Bayrağı'nın akılmak istenmesini protesto amacıyla Fatih Camii'nde Cuma Namazı çıkışı protesto gösterisi düzenlendiği belirtiliyor.

İddianamede, MHP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Cafer Yaylan, İl Teşkilatı 2. Bölge Başkanı Hikmet Kurt ve MHP Fatih İlçe Başkanı Murat Omurtağ'ın, Türk bayraklarıyla Edirnekapı Şehitliği'ne yürüyüp burada Mehmet Akif Ersoy'un mezarı başında toplandıkları ve dua ettikleri, ayrıca basın açıklaması yaptıkları anlatılıyor.

İddianamede, Yaylan, Kurt ve Omurtağ'ın, 2911 sayılı ''Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet'' suçundan 1.5 ile 3'er yıl arasında hapis cezasına çarptırılmaları isteniyor.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
hasan1299
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Oct 25, 2005
İletiler: 806

İletiTarih: Per May 04, 2006 3:19 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

1944 de bu davanın yaşaması için canklarını ortaya koyan büyük fikir adamlarının açtığı yolda hiç bir engele takılmadan kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğiz.1944 de türkiyeyi tehdit eden sorunlar şimdide var hiç bir şey güllük gülistanlık değil.vatan için bayrak yürüyüşü yapanları mahkemeye veriyorlar bunun karşılığında bayrak yakanları ödüllendiriyorlar işte bukadar içler acısı bir durumdayız.gücümüzü bu dava için mücadele edenlerden alıyoruz onlarınaçtığı yoldan ilerleyerek mücadelemize devam edeceğiz ve elbet başaracağız.ALLAH TÜRK ü korusun ve yüceltsin
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per May 04, 2006 3:34 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder




Yıl 1944. İkinci Dünya Savaşı yılları. Türkiye savaşta değil, ancak savaşın sıcak nefesini ensesinde hissediyor. Bir ülkü uğruna bir araya gelen insanlar, vatan uğruna, Türkçülük uğruna, Turan uğruna. Ta ki maddi çıkarlar ön plana çıkana, ta ki Nazi paraları aralarına girene kadar... 1940’lı yıllarda yaşanan ihaneti 20 yıl sonra başka bir ihanet tamamlıyor.1964 Türkiyesi’nden 1944’lere bir bakış ve tekerrür eden tarihi olaylar...



Rıdvan Akar’ın kitabı, hem elinizden bırakmayacağınız soluk soluğa bir gerilim, hem de sağlam bir "tarihi roman gerçekliğiyle", ülkenin bir dönemine damgasını vuran Irkçı - Turancı hareketin gizli dünyasına ışık tutuyor.

sizinle paylasmak ıstedim sevgilerle


Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per May 04, 2006 3:37 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



3 Mayıs 1944'te Türk milliyetçileri "Irkçılık- Turancılık suçlamasıyla tabutluklara konuldular, işkenceler gördüler. Ancak bu zulüm ve çilelere rağmen onlar bildikleri yoldan sapmadılar.

ŞAİRİN ''Öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya" dediği gibi tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı "Türkçülük-Turancılık Davası" başlar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Bu olaylar Türkiye'nin kara sayfalarındandır. Onun için bu olayları geniş şekilde irdelemekte yarar var.

Türkleşmek-muasırlaşmak

TÜRKİYE Cumhuriyeti Devleti 1944 yılına gelene kadar denilebilir ki; görünüş itibariyle de olsa kuruluş ülküsüne bağlıdır. Bu ülkü de Türkçülüktür. Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura gibi Türkçü düşünürlerin, Türk Ocakları'nın ortaya atmış olduğu tezler, Mustafa Kemal Atatürk tarafından ustaca yaşam alanına geçirilmiş ve uygulanmasına başlanmıştır. Türkçülüğün önerdiği yeni hayatta, ümmet devleti yerine millet devleti vardır. Saltanat yerine cumhuriyet vardır. Kadınların toplumsal hayata katılımı vardır. Dini kurumların Türkleşmesi, Türkçeleşmesi vardır. Camilerdeki hutbelerden Kur'ân'a, Kur'ân'dan ezana kadar Türk dili ile ibadet vardır. Ekonominin Türkleşmesi vardır. Kısacası hayatın her alanında Türkleşme teklifi vardır. Mustafa Kemal bu önerileri cesaretle yeni Türkiye'de hayata geçirir. Kadın haklarından ezanın Türkçeleştirilmesi, ekonomik Türkleşmeden hukuka kadar... Cumhuriyetin ilk partisinin program umdelerinin hazırlayıcısı da yine Türkçülüğün ve aziz Atatürk'ün fikir babası Ziya Gökalp'tir. Dolayısıyla 1940-1944 döneminin devlet yönetenleri Türkçülük ideolojisinin hem ırki yönüne, hem de Turan yönüne yabancı değillerdir.


Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per May 04, 2006 3:38 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



İŞTE böyle atmosferdeki Türkiye Devleti'nde dönemin Başbakanı Şükrü Saracoğlu, 5 Ağustos 1942 tarihinde Meclis kürsüsünden okuduğu kabine programının sonuç konuşmasında; "Biz Türk'üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. (Meclis'te alkış ve bravo sesleri) Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar ve lakal o kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan veya azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz. Ve her vakit bu istikamette çalışacağız" diyerek devletin başbakanınca devletin temel ülküsü anlatılmaya çalışılmıştır. Dönemin gençliği hassas derecede Türkçüdür. Milliyetçidir. Zaten 3 Mayıs 1944'ü yaratanlar da bu yüksek Türklük şuuruna erişmiş Türk gençliğidir. Büyük Türkçü Nihal Atsız; devletin ülküsünün Türkçülük ve dönemin Başba-kanı Saracoğlu'nun da Türkçü olduğu inancı içindedir. Buna karşılık devletin her tarafına komünist ve hain kadroların yerleştirilmekte olduğunu görmektedir. O günkü Başbakanı ve devlet yetkililerini uyarmak için Nihal Atsız; devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na Orhun Dergisi'nde 1 Mart 1944'te ve gene bir ay sonra 1 Nisan 1944'te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır. Devletin içine hatta beynine sızmaya çalışan virüsleri haberdar eder. Ve Başbakan'a şikayet ve uyarıda bulunur. Bunlar arasında -sonradan Bulgaristan'a kaçarken öldürülen- Sabahattin Ali de vardır. Devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan åli Yücel'i bu mektuplar büyük bir telaş ve endişeye düşürür. Hasan åli Yücel ile o günlerin Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay'ın teşviki ile Sabahattin åli tarafından Nihal Atsız mahkemeye verilir.

Mahkeme başlıyor

26 Nisan 1944'te Ankara'da başlayan ilk mahkeme, dönemin üniversite gençliği tarafından hıncahınç doldurulur. Bu yoğun kalabalık ve tezahürat karşısında mahkeme heyetinin içeriye pencerelerden girebildiği söylenir. Nihal Atsız, mahkeme heyetine; "Sabahattin Ali'den sorulsun, hıyanetini ispat edelim mi? Buna razı mı?" diye sorar. Sabahattin Ali ise bu sözler karşısında sessiz kalmış ve bir cevap verememiştir.



Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
thegreen_wolf
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 12, 2006
İletiler: 466
Şehir: trabzon

İletiTarih: Per May 04, 2006 3:44 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



Patlayan volkan

MAHKEME 3 Mayıs 1944'e ertelenir. Ne olduysa davanın ikinci celsesi 3 Mayıs 1944 günü olur. 3 Mayıs 1944'te Türk gençliği bir volkan gibi patlar. Türklük ülküsüne ve onun ideolojik lideri, hocası Hüseyin Nihal Atsız'a sahip çıkmak için Ankara Adliyesi'nin koridorları, salonları doldurulduğu gibi adliyenin önü de yüzlerce genç tarafından doldurulur. Topluluğun bir kısmı adliyede Atsız'ı yalnız bırakmazken diğer binlerle ifade edilen büyük bir topluluk Ulus Meydanı'na doğru protesto yürüyüşüne geçer. İşte bu "3 Mayıs" günü Atsız'ın da isteği doğrultusunda 3 Mayıs 1954 tarihinden itibaren "Türkçüler Günü" olarak anılmaya başlanır. 3 Mayıs Türkçüler Günü budur.

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM ICQ
bozkurt_1312
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Feb 08, 2006
İletiler: 198
Şehir: Mardin

İletiTarih: Cmt May 06, 2006 10:03 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

3 Mayıs'lar ve Türkeş



Takvimlerin 3 Mayıs'ı gösterdiği dün, yakın tarihimiz açısından da çok önemli günlerdendi. Bundan 62 yıl önce, 3 Mayıs 1944'te, "Türkçüler" diye adlandırılan bir grup bilimadamı, aydın, siyasetçi, asker ve üniversite öğrencileri, dönemin iktidarı tarafından "ırkçılık" yaptıkları gerekçesiyle tutuklanmış ve mahkemeye çıkartılmışlardı. Devir, 2'nci Dünya Savaşı'nın yaşandığı ve Milli Şef olarak adlandırılan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'nün Rusya'ya göz kırptığı devirdi. Dönemin iktidarı gibi sol aydınları ve gazeteleri de milli duruş sergileyemiyordu. Mesela, dönemin Cumhuriyet gazetesi, Nazi Almanyası'ndan, CHP'nin organı Ulus Gazetesi ise Komünist Rusya'dan yana yayın yapıyordu.

Milli Şef dönemi

Günümüzdeki gibi "Mozaikçi, etnik kökenci ve Türkiyelilik" nutukları atanlar yoktu ama, bugünküne benzer şekilde "Türküm" diyenlere yan gözle bakanlar çoktu! Ve maalesef o zamanlarda da "Türk" lafından rahatsız olanlar iktidardaydı! Cumhurbaşkanı olan Milli Şef İsmet Paşa, 1944'teki 15 Mayıs Nutku'nda, Almanlar'ın savaşı kaybettiğini de görünce "Turancı" diye suçladığı Türk milliyetçilerine yüklenip, adeta savaş açmıştı. Böylesine bir dönemde "Bozkurtlar" romanlarıyla ünlü Nihat Atsız, zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na hitaben Orhun dergisine iki açık mektup yazıp, yoğunlaşan komünist faaliyetlere dikkat çekmişti.

'Tabutluklar'a atıldılar

Panikleyen iktidar, hemen harekete geçerek Türkçü ve milliyetçi bilinenleri tutuklamaya başladı. Atsız'la birlikte, (o zaman) piyade üsteğmen olan Alpaslan Türkeş, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan, Nejdet Sancar, Orhan Şaik Gökyay, Said Bilgiç, Fethi Tevetoğlu, Hikmet Tangu, Reha Oğuz Türkkan, Muzaffer Eriş ve Hasan Ferit Cansever gibi Türkçüler "Tabutluk" denilen hücrelere atıldı. Günlerce işkence gördüler ve savcının istediği şekilde ifade vermeye zorlandılar.

Türk evlatlarının hepsi yılmadı-yıkılmadı ve kararlı duruş sergileyip mahkemelerden beraat etti. Neticede vatanseverler 3 Mayıs gününü Türkçüler Günü veya Bayramı ilan etti. Sonradan siyasete atılan merhum Alpaslan Türkeş, partisi ve arkadaşlarıyla bugüne öncülük etti. 1980'li yıllardan sonra artan bölücü faaliyetler ve bilerek veya bilmeden edilen etnik köken laflarıyla bizzat Türkeş, 3 Mayıs Türkçüler Günü adını 1994'te 3 Mayıs Milliyetçiler Günü (veya Bayramı) olarak değiştirdi.

Türkeş'in hassasiyeti

Bu satırların yazarı olarak sağlığında bizzat bize yaptığı açıklama ve değerlendirmelerle, sebebini de "Etnikçiliğin kaşındığı günümüzde biz de dikkatli davranalım ve ırkçılıkla suçlanmayalım" diye izah etmişti. Bu açıklamaları gazete sayfalarında aynen yer aldığı gibi, Hak'ka yürüdüğü 1997'ye kadarki 4 yılda da 3 Mayıs Milliyetçiler Günü adı, özellikle vurgulandı. Türkiye'nin geçtiği bu süreçleri, şimdiki medyamız halka duyurmuyor. Medyada daha çok "Eski tüfek" denilen solcular yer aldığı için, Türkeş'i ve partisini de sevmediklerinden bu gerçekler saklanıyor.

Onlar; Deniz Gezmiş'leri, katil olan Yılmaz Güney'leri methedip, yeni nesillere örnek gibi sunarlar. Türk'e, Türklük'e, vatanseverlere, büyük Atatürk'ün Türk milletine olan aşkına sırtlarını dönerler. Küresel çetenin enternasyonel oynaklarına inat yaşasın Türk milleti.



Nazif OKUMUŞ

Takvim Gazetesi 04-05-2006
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
bozkurt_1312
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Feb 08, 2006
İletiler: 198
Şehir: Mardin

İletiTarih: Cmt May 06, 2006 10:04 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

UNUTMADIĞIMIZ 3 MAYIS VE BAŞBUĞ

Ulu önder M. Kemal Atatürk'ün vefatının ardından, devletimiz, Türklük hassasiyeti olmayan ve hatta Türklükle problemi olan kişiler tarafından yönetildi. Ülkemiz M. Kemal'in, milli devlet düsturundan uzaklaştırılıp, Moskof hayranlarına teslim edildi. Bu çirkin manzara ve ahlaksız tutum Türkçüler-Turancılar tarafından tepkiyle karşılandı.

Türkçülük bir fikir hareketi olduğu kadar, aksiyoner de bir yapıya sahiptir. Çi-Çi Yabgu'dan, Kaşgarlı Mahmud'a, Sultan Alparslan'a, M. Kemal Atatürk'e, H. Nihal Atsız Beğ'e ve Başbuğumuz Alparslan Türkeş Beğ'e kadar bu hep böyle olmuştur ve böyle olmaya da devam edecektir. Türkçüler, dün nasıl, haklı tepkilerini “dava adamı” ölçülerinde ortaya koydularsa, bundan sonra da bu tavizsiz milli duruş ortaya konulacaktır.

3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayları olarak tarihimize geçen hadisenin temelinde Milliyetçi-Türkçü aydınların ve gençlerin Türk Milleti adına gayrı milli temayüllere başkaldırısı, yiğit duruşu vardır. Bu yiğit duruş neticesinde toplam 23 sanık yargılanmıştır.

İstanbul Tophane Askeri Hapishane'sinde bulunan asker sanıklar;

Dr. Yüzbaşı Hasan Ferit Cansever

Dr. Üsteğmen Fethi Tevetoğlu

Piyade Üsteğmen Alparslan Türkeş

Piyade Teğmen Nurullah Barıman

Topçu Asteğmen Zeki Özgür(Sofuoğlu)

Ulaştırma Asteğmen Fazıl Hisarcıklı

Aynı cezaevinde bulunan sivil sanıklar ;

Nihâl Atsız Edebiyat Öğretmeni

Hüseyin Namık Orkun Tarih Öğretmeni

Nejdet Sancar Edebiyat Öğretmeni

Saim Bayrak Temyiz Mahkemesi Evrak Memuru

İsmet Rasin Tümtürk İstanbul Belediyesi Murakıbı

Cihat Savaşfer Y.Mühendis Mektebi Öğrencisi

Muzaffer Eriş " " "

Fehiman Altan " " "

Yusuf Kadıgil Lise Öğrencisi

Cebbar Şenel Adana Adliyesi'nde Hâkim Adayı

Sansaryan Han'da bulunan Emniyet Müdürlüğü hücrelerinde bulunan sivil sanıklar ;

Zeki Velidi Togan Türk Tarihi Profesörü

Orhan Şaik Gökyay Ankara Konservatuarı Direktörü

Hikmet Tanyu İçişleri Bakanlığında Memur

Reha Oğuz Türkkan İ.Ü. Doktora Öğrencisi

Hamza Sadi Özbek Aydın Maliye Tahsilat Şefi

Cemal Oğuz Öcal Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrencisi

Said Bilgiç Ankara Adliyesi'nde Hâkim Adayı

Aynı davadan sanık olarak Mehmet Külâhlıoğlu ve Osman Yüksel Serdengeçti de bir süre tutuklu kalmışlardır .

1944 Olayı sanıklarından Başbuğumuz Alparslan Türkeş, İsmet Paşa'nın 19 Mayıs Nutku'ndan birkaç gün sonra görev yeri olan Erdek'te gözaltına alınmıştır. Gözaltına alma sırasında bölük odası ve evi aranmış, daha sonra İstanbul Merkez Komutanlığına götürülerek 13 Haziran 1944 günü Askerî Tutuk ve Cezaevi'nin hücresine kapatılmıştır. Burada beş ay tutuklu kalan Başbuğumuz, rahatsızlığı sebebiyle Haydarpaşa Askerî Hastanesi'ne nakledilmiş ve bir ay süreyle tedavi görmüştür. Daha sonra sıkıyönetim komutanlığının baskısıyla hastaneden alınarak tekrar Tophane'daki hücresine konulmuştur. Hücreye döndükten birkaç gün sonra Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han'a götürülerek sorgulanmaya başlanmıştır.

Yakın tarihimize " Tabutluklar " adı ile geçen, tavanlarında beş yüzer mumluk ampullerin yandığı işkence odalarına kapatılmıştır. Dönemin Emniyet Müdürü Ahmet Demir ve Savcı Kazım Alöç tarafından Nihal Atsız'a yazmış olduğu mektuplar yüzünden sorguya çekilmiş, hükümeti devirmek amacıyla ihtilâl hazırlığı yapmakla suçlanmıştır. Başbuğumuz anılarında konuyu şöyle izah etmektedir; "Biz, milliyetçiyiz. Biz bütün Türklerin,dünyada yaşayan Türklerin mutlu olmasını istiyoruz, esaretten kurtulmasını istiyoruz. Yani bu fikir, eğer Turancılıksa; bu fikri taşıyoruz. Biz komünizme karşıyız. Komünizm ideolojisi, beğenmediğimiz bir siyasî ve iktisadî görüştür. Biz milliyetçi yazılar yazmayı, memlekete hizmet kabul ettik. Onun için, Orkun Dergisine yazı gönderdim. Nihâl Atsız Bey'le zaman zaman memleket meseleleri üzerine mektuplaştık." Başbuğumuz, anılarında kendisine yapılan işkenceler hususunda ise şunları söylemektedir; "Acımasızca parmaklarımdan birini yakalayıp, tırnağımı çektiler. Aslında, ben o görevlilere acıyordum. Yönetim, bizi faşistlikle suçluyor ama, tüm faşizan yöntemleri kendileri kullanıyordu. İçimden bu da geçer yahu, diyordum. Memurların gözü bir şey görmüyordu".

62. yılını kutladığımız Türkçüler Gününün, geleceğin Milliyetçi Türkiye'sini inşada bir ivme olması temenni ve dileklerimle, ebedi aleme intikal eden tüm Türkçülere Yüce Yaradandan rahmet diliyor, Türk Milliyetçiliği Hareketine sadık ve layık olmamızı ümit ediyorum.


Arif YALÇIN
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1