Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1

Önceki Yazıları
Yazar ile iletişime geç



NEZAKET, ZERAFET VE HOŞGÖRÜ

“Sözlerin tatlı, tavırların zarif olsun. İnsanın kabası, ısıran köpek gibidir, herkes tarafından taşlanır.”(A. Fuat Başgil)

“Nezaketsizlik, insan hatalarının en can sıkıcı ve en bayağısıdır. Çünkü, sen onlara karşı kendini kabalıkla bile müdafaa edemezsin.”(Anrelm)

“Nezaket, kendinizi ne kadar çok, başkalarını, ne kadar az düşündüğümüzü belli etmek sanatıdır.”(Mark Twain)

“Nezaket, para ile satın alınmaz ama, her şeyi satın alır.”(Lady Mary Montague)

“Mücadele edecek kuvvet ve silahları olmayanlar hiç olmazsa nazik olmalı.”(Goldsmith)

“Herkese karşı kibar ol, fakat pek az kişiyle samimi ol.””(George Washington)

“Nazik insan, nezaketi, nezaketsizlerden öğrenir.”(Lord Halifax)

 Zarafet, Nezaket...

“Zarafet, İncelik, kibarlık, nazik, hoş sözlü, tatlı dilli olmak demektir. Mukabili kabalıktır.

Zarafet tabii olursa ve aşırıya kaçmazsa, çok güzel bir haslettir. Zarif kimseler, herkes tarafından sevilir ve sayılır. Ancak, sun`i ve yapmacık hareketler, aşırıya kaçan nezaket tavırları hafiflik alametidir. Vakar ve ciddiyete de aykırı düşer.

Binaenaleyh, her hususta olduğu gibi, zarafet konusunda da itidalden ayrılmamalı; zarif olunacak yeri, kişiyi ve zamanı iyi seçmelidir.”

Nezaket, incelik, insanı etkileyen güzel davranışların  başında gelir ve  önce kişinin kendisinde başlar ve daha sonra da ailesinde  devam eder. İnsan, her şeyden evvel, kendi şahsına karşı nazik olmalı, herkesten önce sevgi ve saygısını kendine göstermelidir. Kendisine  kaba sapa davranan insandan,  başkalarına  karşı nazik olmasını beklenmemelidir.  Tabii, saygı sevgi de böyledir.Kendini sevmeyen ve kendi şahsına karşı saygı göstermeyen de sizi sevemez ve görevi olmasına rağmen size karşı saygı duymaz , duyamaz.Kendisine acımayan insanın, bir başkasına karşı  merhametli olmasını beklemek de aynen bunun gibidir..Evet, kısaca insan her şeyden önce”kendi” olmalı ve içiyle dışıyla... kendi kendisine yetmelidir.

Nezaket Kibarlık Evde Başlar

Sizler de çok iyi bilirsiniz,kimileri dışarıda nazik, neşeli, konuşkandırlar da ne hikmetse evde ağızlarını açmazlar, beş karış suratla  girerler eve ve beş karış   suratla çıkıp giderler. Orasının ailesinin öyleleri  için otelden farkı yoktur. Dışarıda  şen şakrar bir hayat sürdürürken eve girer girmez adeta dut yemiş bülbüle dönerler.  Olur mu? Elbette ki doğru  bir davranış değil bu! Neymiş, morali bozukmuş. İyi güzel de, biraz önce iş yerinde ve  arkadaşın yanında  dünyanın en mutlu insanı gibi hareket eden sen değil miydin? “Ne yapayım, başkalarına karşı öyle davranmak zorundayım”  diyecek olursan(Genellikle de böyle söyleniyor) biz de cevaben, dışarıda sergilemek durumunda olduğun o fedakarlığın bir kısmını evinde çocuklarına ve çocukların saygıdeğer annenlerine karşı da göstermek mecburiyetindesin! Evet, içte ve dışta mutlu olmak için hepimiz böyle yapmak zorundayız.

“Pek çok erkek, nezaketin tıpkı pardösü gibi evden çıkarken giyilen ve döner dönmez çıkarılıp askıya takılan bir şey olduğu inancındadır. Bir toplantıda nazik sevimli, büroda yardımsever, kulüpte.....hoşsohbettirler de eve  geldiler mi aksi, sinirlidirler. Suçun bir bölümü, daha baştan beri  kendisine saygı duyulması gerektiğini anlatamayan karısındadır ama asıl büyük bölümü annesinindir. Zira kişi, nazik, terbiyeli doğmaz annesinden. Sonradan öğrenilen, edinilen bir şeydir bu.

Eşlerini küçümsemeyi marifet sayan kocalar, kocalarının kusurlarını alaycı bir edayla parmaklarına dolayıp durmaktan usanmayan kadınlar az değildir. Her Allah`ın günü rastlarsınız böylelerine. Öğretmenlerine, arkadaşlarının anne ve babalarına karşı saygıda kusur etmeyip de evde şımarığın, hoyratın teki olan çocuklar da, çoğu kez bu tür anne babaların çocuklarıdır.

[--pagebreak--]Aile fertleri arasındaki anlaşmazlık konusu olan meseleleri, başkalarının yanında konuşup tartışmamaya özen gösterin. Eve gelinceye kadar sabrediverin. Zaman zaman tartışmamak elde değil.Aile olsun da arada sırada münazara münakaşa olmasın, mümkün  mü ? Mesele, incitici  kırıcı  ve gönül köprülerini yıkıcı boyutlara  götürmemektir..Bunun da  çaresi, tartışmayı fazla uzatmadan kısa yoldan dönmektir. Doğru ve güzel olan her iki tarafın bunu yapmasıdır. Eğer böyle olmuyorsa, çiftlerden biri, derhal cepheyi terk etmelidir. Yani, laf yetiştire cem, altında kalmayacağım diye çırpınıp durmamanın anlamı var mı Allah aşkına?.. Kadın erkek  tartışmalarında hiçbir vakit kazanma diye bir şey yoktur.Her zaman her iki tarafın da kaybettiği görülmüştür. Aydın kişiler, şöyle bir dokunup,  hemen oradan uzaklaşmalıdırlar. Beyniyle, yüreğiyle -içiyle dışıyla-“insanlaşmış” olan kimseler için bu söylediklerimiz hiç de zor şeyler değildir.Kaldı ki bu hayat yolunda nice güçlüklerin üstesinden gelmedik mi? Başkaları  karşısında”gıkı” çıkmayan;” bu da geçer yahu” deyip, hiçbir şey olmamış gibi,  işimize gücümüze  devam  eden bizler, söz konusu çocuklar ve onların  annesi olunca niçin bu kadar  kahramanlaşırız(!)  anlamıyorum. Muhatabımız evimizin erkeği, çocuklarımızın babası olduğunda, bu  kadar  cesurlaşmanın(!) ankamı var mı? İnsaf bunun neresinde, lütfen söyler misiniz bana? Başkalarının kalbi kalp de, annenin kalbi taş mı, babanın yüreği tahta mı?... Yabancılar  üzülüyor, inciniyor da, bizimkiler, bizden olanlar kırılmıyorlar mı?  Unutmayın,.düşmanın attığı taştan, dostun fırlattığı gül, çok daha fazla acı vermektedir.  Kalp kıranların, gönül yakanların “Allah`ın düşmanı olduklarını” niçin unutuyorsunuz? Hele o kalp iki dünya yolculuğuna birlikte çıktığımız ve hayatın çile ve ıstırabını bir arada   yaşadığımız eşimizin çocuklarımızın biricik annesinin kalbi ise!...Kırılan, dökülen bozulan o  gönül;  hayatın inişinde, yokuşunda;yazında kışında birlikte yürüdüğümüz ve  elemini kederi beraberce yudumladığımız ve yağan yağmur altında birlikte üşüdüğümüz  çocukların vefakar babasının kalbi ise!...

Tabii ki bu canlarımıza, herkesten daha  çok dikkat edip, ihtimam göstermek ve üzerlerine  titremek  mecburiyetimiz vardır.

Genç kardeşlerimize ve can çocuklarımıza samimiyetle  tavsiye ediyoruz

Ailenize karşı sanki yabancıymışlar gibi nazik ve kibar  davranın.Aranızdaki sevgi ve saygının bir gereğidir bu.  Size yapılan bir hizmet için teşekkür etmeyi, bir ihmaliniz, dikkatsizliğiniz için özür dilemeyi unutmayın. Belki önce şaşarıcalar, belki de sizi gırgıra alan da olacaktır. Olsun..Önemli olan netice...Göreceksiniz,büyük bir ihtimalle herkes için daha bir nazik, sevimli ve  daha  olacaksınız.

K...i , k....k gibi, akşam sabah birbirini yemekten ve insan onuruna aykırı kalitesiz   bir hayat sürmekten çok mu zor bunları yapmak? Haydi, çabuk olun ve daha fazla da gecikmeyin...Her geçen gün   hem ruh  dünyanız bozuluyor ve hem de fiziki sağlığınız müthiş bir yara alıyor.

Yaşamak bir sanattır. Bu insanlık sanatının temel esasları   nezakettir, zarafettik ve hoşgörüdür.

Sabır, Sebat Ve Tahammül

Geçmişte, bir  cezaevinde mahkum vatandaşlarımızla geniş bir sohbetimiz olmuştu. Kendilerine,”niçin buradasınız?” diye sorduğumda, İstisnasın tamamı,” eğer birkaç dakika  sabır  edebilmiş olsaydık; şimdi bu dört duvar arasında hayatımızı çürütmek durumunda kalmayacaktık.”demişlerdi.

Biliyor musunuz,insan  hayatı baştan sona kadar sabırdan ibarettir. Evet, hayat sabır demektir...Sabır ise,insanca, huzur içinde yaşamanın yegane  teminatı ve başta gelen şartıdır..

Nerede sabır? Nerede yok ki?...Sabrın olmadığı mekan, sabrın   elinden tutmadığı insan ve sabrın insan yapamadığı hayvan...yok denecek kadar azdır şu gök kubbe altında..

Nefse, şeytana karşı sabır.....

Kötü alışkanlıklara ve bir  umum zaaflara karşı sabır....

Büyük küçük her türlü günaha karşı sabır...

Kötü arkadaşlara ve onların günaha davetine sabır...

Eşlerden birinin diğerinde görüp  hoşlanmadığı çeşitli davranış biçimlerine karşı sabır..

Hülasa şu hayat yolunda karşılaştığımız her çeşit  yanlış ve kötülüklere karşı sabır

Sabır, ne zillettir değerli okuyucu ve ne de meskenettir. Sabır, mahza kazanmaktan ibarettir.

[--pagebreak--]Neyi Kazanmak?

Huzuru, afiyeti, sağlık ve selameti kazanmak. Kısaca  hayatın içinde bulundurduğu bütün  güzelliklere sahip olmak ancak sabırla mümkündür.

Lütfen, inananın ,ben şu gök kubbe altında, bu yaşıma kadar sabretmiş de kaybetmiş   bir Allah`ın kuluna rastlamadım.Ama, sabırsızlığının cezasını  çeken sayılmayacak kadar çok insan tanıdım.

Hülasayı kelam,hayatın inişinde- yokuşunda; yazında kışında....Gecesinde gündüzünde yıkılmadan ayakta kalabilmek için sabra  su, hava ve ateşten çok daha fazla ihtiyacımız var

Şair;”Benim sadık yarim kara topraktır”demiş. Biz de diyoruz ki;”Bizi ayakta tutan ve hayat yolunda ilahi ölçülere uygun  yürümemizi sağlayan; yorulduğumuzda dinlendiren, düştüğümüzde elimizden tutup kalkmamızı sağlayan en büyük yardımcımız, destekçimiz ve de can dosttum sabrımızdır.”

Sabrın, maddi ve manevi olmak üzere iki kaynağı vardır.Sabrı bunlar besler..(Bunu üçe çıkarmak da  mümkündür) Bunlar, beyin, gönül ve midedir. Arz etmek istediğim şu; Kişinin sabırlı, sebatlı, metin,  olması için;fikren, ruhen ve beden sağlam olması şart.tır. Sabır, eşittir maneviyat...yaklaşımı baştan sona kadar yanlıştır. Eğer insan, vücut fabrikasını bilimin ölçülerine uygun  şekilde beslememiş, yani “dengesiz” beslenmişse, manevi gücü ne kadar büyük, ilmi irfanı ne kadar derin olursa olsun, bu takdirde  kendisine yetecek kadar sabra sahip olması  söz konusu değildir. Bu gibi insanların, küçük bir olay karşısında dahi sabredip,metanetlerini korumaları çok zordur.Bir anda el ve ayaklarının titrediğini, yüzlerinin de bembeyaz kesildiğini görürsünüz. Sizin anlayacağınız, maddeyi manadan, manayı da maddeden ayırmak ve bunları ayrı ayrı mütalaa etmek “fıtrat” kanuna aykırıdır. İkisi bir arada olmalıdır. Hem beyin zenginliği ve hem de yürek...Yetmez! sıhhat afiyet zenginliği de olmalıdır ki, sabır denilen kutsal kavramdan yeteri kadar istifade etmiş olalım.

Ne güzel söylenmiş:”Boş ver, boş veremezsen  hoş gör, hoş göremezsen, sabret, sabredemezsen tahammül göster. Sonunda mutlaka sen kazanacaksın.”

Yeri gelmişken, burada, sabırla ilgili söylenmiş bazı güzel sözleri siz değerli dostlarımızla  paylaşmak istiyoruz.

“Kulluk,amel etmek suretiyle, ahkamı muhafaza, ahitlere vefa,mevcuda rıza, mevcut olmayana sabırdır.”(Hz. Osman)

“Sabır,selamet ve saadet evinin anahtarı, ve her musibetin ilacıdır.”(Hz.Ali)

Hakkı tavsiye ile sabırlı olmaya azmet. Dünyalıktan sana iki şey yeter: Fakirle sohbet, veliye hizmet.”(Abdülkadir Geylani)

“Bir gövde için kafa ne kadar lazımsa, iman için sabır da o derece lazımdır.”(Kuşeyri)

“Hayatın arzuna uygun geçmiyorsa sabret, sabır acıdır, fakat meyvesi tatlıdır.”(Şeyh Sadi)

“Sabır  önceleri insana zehir gibi görünür, fakat bunu huy edinirsen bal olur.”Mevla`na Celaleddin)

Sabır, kurtuluş ve muvaffakiyetin anahtarıdır.”(Şeyh Sadi)

“Yavaş giden istediği yere ulaşır.

Hızlı gidenin ayaklarına etekleri dolaşır.”(Hatemi)

“Aradım kitapta buldum yerini,

Sabır gibi devlet bulunmaz imiş.”(Aşık Münhaci)

“Sabırlı kulunu pek sever Mevla,

Sabır ile  koruk bile olur helva.”(Menguşi)

“.Hastalığa tahammül, ihtirasa tahammülden daha kolaydır.”(Alain)

“Yiğitlik intikam almakta değil, tahammül göstermektedir.(Villiame)

“Sabır ve zaman;işte benim askerlerim.”Nikolayeviç Tolstov)

“Sabır bir zırh, öfke düşmanların en azılısı.”(Bhartribari)

Sabrı olmayanlar ne kadar fakirdirler.”Villame)

“Sabırlı bir insanın öfkesinden sakının”(Dryden)

“Değişmeyen şeyler, yalnız sabırla hafifler”(Horaz)

İki şey insanı muradına kavuşturur. Biri sabır, diğeri kanaat”.(Atasözü)

Sabır sevincin, acele pişmanlığın anahtarıdır.”Atasözü)

Küçük olaylar karşısında sabırlı olamazsan, büyük planları gerçekleştiremezsin.”(Çin Atasözü)

“Kimin sabrı varsa, dünya onundur.”(İtalyan Atasözü)

[--pagebreak--]İslam Dininde Nezaketin Yeri

İtiraf edeyim,  dini  kaynaklarda(Kuran ve Sünnetin dışında) bu konu ile  ilgili  yeterli bilgiye rastlayamamış olmak, beni  rahatsız etti.Bu yazı dizisini hazırlamayı tasavvur ettiğimde çok sayıda kitap karıştırdım. Lütfen inanın bana, bu konuya yani   kibarlık ve zarafet konusuna dini eserlerin ya hiç yer vermemiş  veya bir iki cümle ile dokunup geçmiş olduklarını gördüm. Halbuki, bu derece önemli bir mevzuda, yüce Dinimiz İslam`ın  söyleyeceği bir çok söz mutlaka olmalıydı.Elbette ki var! Bırakın sözü, şu ana kadar nezaket, zarafet...hoşgörü gibi mübarek ve mukaddes kavramlarla alakalı yüzlerce değilse bile onlarca kitap  muhakkak yazılmış olmalıydı.! Maalesef, bu  sahada    tek bir eser dahi bulmak mümkün değil! Dün de böyleydi, bu günde böyle... Dilerim inşallah yarınlar farklı olur.

Genellikle İslam dünyasında, dini yayınlar birbirlerinin tekrarıdır. Bu eserlere daha çok kin, nefret ve sertlik  hakimdir.Devamlı bir yerlere mesaj yollanır..Bu saldırıda,.genellikle   boy hedef de ülke  rejimleridir..Bu kitaplarda kısık sesle konuşulmaz...Hep yüksek perdeden hitap edilir.  Daha doğrusu, din adına di...ik yapılır ve İslam`a hizmet adına da harikalar harikası, zavallılar zavallısı kardeşim insana zulmedilir..Bu dini mahiyette kaleme alınan kitapların bir çoğununda sevgiden saygıdan, zarafetten, nezaketten , yumuşaklıktan ve  hoşgörüden eser yoktur.Acaba siz,”İslam`da Sevgi”isimli   herhangi bir esere, şu ana kadar  rastladınız mı, değerli okuyucu, bunu bilmiyorum.Bu muhtevada yazılmış, benim aramadığım kitapçı kalmadı bulamadım, yok! Eğer mezkur  konuda herhangi bir  kitap bilen, tanıyan varsa, rica ediyorum,  bana yayınevinin adresini lütfen bildirsin. Hakikaten çok sevineceğim ve kendilerine de duacı olacağım..

Bir  de  aziz okuyucu,kitapçılık piyasasında, bir çok kitabın ismiyle muhtevası birbirini tutmuyor.  Mesela adam, kitabının adına” İslam`da İnsan” demiş”. Görür görmez  hemen satın alıyor ve büyük bir heyecanla  zaman kaybetmeden yapraklarını çeviriyorsunuz. Ne var ki aradığınızı bir türlü bulamıyorsunuz.. Kenarına köşesine kapaktaki isimi çağrıştıran birkaç cümle serpiştirilmiş   ve daha sonra da eserin  adıyla uzaktan yakından ilgisi  olmayan konularla doldurulmuş. Ne olacak;üç beş gecede yazılan(?) kitap böyle olur işte!.. Bilir misiniz, önemli bir kitap(daha doğrusu”eser”) yirmi yıldan evvel yazılamaz.  Evet, ismiyle müsemma bir” eser” çıkarmak için en az üzerinde yirmi yıl  çalışmak lazım.Sahanın uzmanların kesin kana atıdır bu...

İslam, İnsana Ve Onun Ahlak Ve nezaketine Yer Vermemiş mi?

Vermez olur mu  efendim. Yüce Kitabımız Kur`an-ı Mübin`de( dolaylı dolaysız) 640 yerde insanın yaratılışından ve  insanın  Allah(C.C.) katındaki  değer ve kıymetinden  bahsediliyor. En çok Kuran`da(bin civarında) ilimle bilimle ilgili ayet var.Hemen bunu insanla alakalı  ilahi mesajlar takip ediyor. . Ne yazık ki,  günümüz İslam  dünyasında (maalesef ülkemiz de buna dahil)”İslam`da İnsan” ismi altında kaleme alınmış,” ağyarını mani efradını cami” diyebileceğimiz ve baştan sona kadar tamamen insanı , insanın yaratılışını ve o insanın Allah katındaki değer ve kıymetini  ayet ve hadislerin ışığı altında yazan, izah eden, anlatan   bir kitap bulmak inanın  çok zor. Daha doğrusu onlarca yıldan beri arıyorum bulamadım ben.

İslam`ı yazmasına yazmışlar; mukaddes dinimizi  anlatmasına anlatmışlar da;. fakat ne hikmetse orada insan yok.İnsanın sosyal yapısı, psikolojik yönü, fizyolojik tarafı hiç mi hiç göz önüne alınmamış.Bu kitaplar da  insan son derece iğreti duruyor.Misafir gibi bir hali var...  Ham madde, yedek parça olarak görülmüş ve öyle de  kullanılmış .Tabii  çok şeyler yazılmış bir çok güzel  fikirler sunulmuş, ne yazık ki bunlar yapılırken muhatap olan insan unutulmuş ve hep onun dışında ve ona rağmen  yazılıp çizilmiş. Kısaca, hani deriz ya,”insana rağmen İslam`a hizmet” aynen  bunun gibi, “insana rağmen İslam`ı kitap yazmak”. İşte bunun gibi bir şey....

Sadece Celal Yıldırım Beyin,(İlahi Hikmetler Büyük sevaplar -İlahi Yasaklar Büyük Günahlar) isimli  iki ciltlik değerli eserinde  bahsi geçen  hususa  geniş bir yer verilmiş.  Muhterem müellife buradan  minnet ve teşekkürlerimi bildirmek istiyorum

[--pagebreak--]Adı geçen kitapta sayın Yıldırım şöyle diyor:

“İslam, insanlığa Allah`ın en son mesajıdır. Beraberinde adalet, hakkaniyet, hürriyet, medeniyet ve güzel ahlakı da getirmiştir. Bu dinin koyduğu esas ve prensiplerin hemen hepsinde saygı, nezaket, incelik, yumuşaklık, dikkatli hareket mevcuttur. Kabalığın, sertliğin, kırıcılığın İslam`da yeri yoktur. Allah`ın sonsuz rahmeti yüz bölüme ayrılmış, biri Dünyaya indirilmiş, doksan dokuzu ahrete bırakılmıştır. Bu neyi ifade etmektedir? Her yönüyle merhamet, şefkat, incelik, yumuşaklık ve nezaketi yansıtmaktadır. Çünkü rahmet, incelik, yumuşaklık, sevgi ve ilgi isteyen bir sıfattır.

Resulüllah  Efendimizin gerek Mekke, gerekse Medine dönemlerinde kurduğu İrşat ve Tebliğ mektebinde insanlar yetiştirilirken, Araplar arasında kabalık, sertlik ve kırıcılığıyla isim yapmış bir nice kişiler o mektepte  ilahi maarif kalıbına dökülerek şekillendirilmiş, cürufları atılarak geriye incelik, zarafet, yumuşaklık, saygınlık, medeniyet ve sıcak ilgiyi bırakmıştır. Hz.Ömer`in (R.A.), İslam`a girmeden önce ne kadar hırçın, atılgan, sert ve katı olduğunu herkes bilir. Sonra da Dünyanın en adil, en merhametli hükümdarı olmuş, adalet ve şefkatiyle şöhret yapmıştır. Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Arapların en kurnaz ve siyasi dehası kabul edilen Amır b.As İslam`a girince, ipekten daha yumuşak olmuş, kurnazlığı, aldatmayı, sahte görünüşü bir tarafa atıp yeteneklerini en doğru ve en faydalı yolda kullanamaya yönelmiştir

Kur`an-ı Kerim`de, cihan peygamberi Hz. Muhammet`in(A.S.) yaptığı büyük inkılabın başarı sebeplerinden biri şöyle açıklanıyor:

“Ancak Allah`ın rahmetiyledir ki, sen onlara yumuşak ve hoşgörüyle davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, herhalde etrafından dağılır giderlerdi. O halde onları affet, onlar için istiğfarda bulun.(Dünya)işiyle ilgili hususlarda onlarla müşaverede bulun(görüşlerini al). Azmettiğin zaman artık Allah`a güvenip dayan. Çünkü Allah kendisine güvenip dayananları sever.”(Al-i İmran,159).

İçte Huzur Ve Ailede Huzur

”İç huzuru istiyoruz,

Fakat iç tarafa bakmağa razı değiliz...”

“ Burada şairin amansız bir kalem çalışıyla, bütün inatçılığımız, bir tek cümle içinde açığa vuruluyor. Hasta olduklarını bildikleri halde acı ilaçları almağa razı olmayan hastalara benziyoruz. Sararmış yüzümüze ayna tutmak mı? Asla! Böyle bir araştırma bizi hastalık arazının içteki köküne ıstırap içinde kıvranan ruhumuzun gizliliklerine götürür. Böyle bir şeyi akla getirmek bile abes! Halbuki, hastalığımızın kökünü bu suretle araştırmadıkça iyileşmemize ümit olamaz, o takdirde ise kendini aldatan ve korkağın nasibi olan yarım hayatı kabul etmemiz icap eder.

Esasen” iç benliğe bakmak” kolay iş değil. Bununla beraber bu işin de tekniği vardır. Ruhani tefekkür ve murakabe  kişinin kendini tanımasına her zaman yardımcı olmuştur. Hiç şüphe yok ki, bir sarısalkım ağacının ıssız gölgesine sığınıp kendi nefsiyle hasbıhalde bulunabilen murakabe ehlinin manevi mükafatı çok büyüktür.

Kalp Huzuruna İhtiyacımız  Hakikaten  Çok Büyük

Biliyor musunuz, can okuyucu,” Huzur dolu bir kalple bir parça ekmek, vicdan azabı ile beraber olan zenginlikten bin kere; bin daha iyidir.”

John Stuart Mill, saadetin yolunu, isteklerimin yerine getirilmesine gayret etmekle değil, arzularımın kısılmasında buldum.der.

Ruhun ihtiyaçlarını gidermeden, mutlu olmayı düşünmek beyhude bir çırpınıştır.Huzuru yalnız kanepe, koltuk, divan ve kuş tüyü yastıklarda arayanlar, ancak vücutlarını dinlendirmiş olurlar. O halde bizler saadeti, ihtiraslarımızda değil, kendi yüreğimizde arayalım. Evet evet saadetin kaynağı dışımızda değil, içimizdedir.

Benim kardeşim,”Girmek istersen şayet, saadet bahçesine, Gafletten uyan artık sarıl Allah ipine.

“İç zenginliğine ermeyen bir ruh sefildir. Onu kainatta hiçbir şey tatmin edemez. Haristir. Menfaat düşkünüdür. Nankördür...

[--pagebreak--]Bir başka  ehli gönül,”Saadet, bir tencere pilava bütün lezzetleri sığdırmaktadır”demektedir.

O halde problemleri dışta aramayalım! Onlar bizim içimizdedir. Biz içimizdeki problemleri çözdüğümüz, çözmeye muvaffak olduğumuz  zaman,  dıştaki bütün problem de çözülecektir. Bundan kimsenin şüphesi olması.

 Evde, ailede huzur olması için, o aileyi oluşturan (başta ana baba olmak üzere) fertlerin, mutlaka”iç dünyalarıyla”  meşgul olmaları  gerekmektedir. Bu ilimdir..İrfandır.....tefekkürdür.. devamlı dışla, madde ile  ilgilenmek insan fıtratına aykırı düşen bir davranış şeklidir. Çünkü insan, Yalnız maddeden ibaret bir varlık değil ki.,onu tatmin  etmek için  sadece madde yeterli olsun...

Bakınız, şair bu gerçeği ne   güzel ifade etmektedir:

“Maddemiz, bedenimiz, üç beş kemikle deri
Bir hiçten ibaretsin;parlatmazsan cevheri
Hele o mana sırrı sararsa gönülleri
Bir durur zaman nehri  maziye akıp gider...”

Eğer insan,”cevherini”(kalp) parlatmazsa, yalnız fizik olarak hiçbir değeri yoktur.. Zira, insanı insan yapan,  beynindeki akıl ve kalbindeki manadır.  Bu bağlamda mana(gönül) akıldan da önemlidir. Zira, akıl;insan dışındaki diğer canlılarda da az çok var. Mühim olan gönüldür...Onlarda bunun yani  yüreğin duygunun  zerresini bile bulmazsınız..

İnsanın Değeri Nedir?

“Bir kimyagerin araştırmalarına göre, bir insanın değeri 40-50 milyondan fazla değildir. Çünkü vücudumuzda 7 kalıp sabun yapacak  kadar yağ, orta boyda bir çivi yapacak kadar demir, ancak bir kahve fincanı dolduracak kadar şeker, bir tavuk kümesini badanalayabilecek kadar kireç, 2000 kibrit yapabilecek kadar fosfor, ufak bir topun atımına yetecek  barut için potasyum bulunmaktadır.

Şimdi madde itibariyle bu kadar ucuz olduğu halde bir organına dünyaları değişmeyen insan, düşünmelidir.

Hakiki değerini elmastan kömüre düşürmek istemeyen her akıl sahibi dünyaya gönderilişindeki gayeyi ve maksadı düşünmelidir.

Evet ona binlerce latif duygular takan ve kainatın dilenciliğinden kurtarıp bütün yaratıkların sultanı yapan O zatın ondan elbette çok daha fazla istediği olacaktır.”

Kişilik İnsanın Kemalidir

Büyük Öğrenme`nin  V. Bölümünde Konfüçyüs şöyle der:

“Dünyaya güzel karakterini göstermeyi isteyen  eskiler önce devletlerini bir düzene koyacaktı. Devletlerini düzenlemek isteyenler önce evlerine bir çekidüzen verecekti. Evlerini düzene koymak isteyenler önce kişiliklerini terbiyeden geçireceklerdi.

Konfüçyüs fikirlerini şöyle sürdürür:

“Kişiliklerini terbiyeden geçirmek isteyen kişiler önce akıllarının düzelmesini sağlamalıdır. Akıllarının düzelmesini isteyenler önce isteklerinin içten oluşunu elde etmelidir.  İsteklerinin  içtenlikle olmasını isteyenler önce bilgilerini artırmalıdır. Bilginin artırılması şeylerin incelenip artırılmasına bağlıdır. Şeyler incelendiğinde  bilgiler artıp genişler; bilgiler artınca istediğin içtenlik elde edilir; istediğin içtenlik kazanılınca, akıl düzeltilir; akıl düzelince kişilik terbiyeden geçmiş olur.”

[--pagebreak--]Kendine Bir Hoşça Bak

“İrfanın ilk adımı kişinin kendisine bakmasıdır.”Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen/ Merdum-i dide-i  ekvan olan ademsin sen.” Kendine bir hoşça bak; sen alemin özüsün, varlıkların gözbebeği olan insansın.İçindeki alemi gören, dışarıdaki alemi de anlayacaktır. Bu adım, menzillerin en müşkülüdür. Ne yazık ki insan bir müddet yanlışta dolaşmadan doğruya varamayacak; çok zaman eşyaya gaflette bakma yüzünden kendine dönemeyecektir. Zaten kendine dönüşün bütün değeri bu noktada değil midir? Yolunu arayana, rehberin vereceği ilk öğüt budur: Kendine bakan orada bir alem görecektir Tabiatın bir parçasını, öbür kısmı eşya olan birliğin bir cüz`ünü, ruhun kudretini bulacaktır.

O anlayacaktır ki: Ruh bir ayna ve bir akis değildir. Bir mevhume ve bir hayal değildir. Bir gölge ve bir görünüş değildir. Ruh tıpkı enerji gibi, hayat gibi bir faaliyet ve gerçektir. Sonsuz oluş halindeki varlığın bir cüzüdür. Ruhun haki katına böyle inanan, ve onu eşya gibi açık gören için alemin manası değişmiştir. Bir göz hastalığına uğrayanlar için eşyanın yarısı silinmiş olduğu gibi , hayallere kul olup kendine bakmasını bilmeyenler için de hakikatin yarısı kaybolmuştur. İşte bu ruhun haki katıdır”(H.Ziya Ülken, Aşk Ahlakı,49).

Adab-ı Muaşeret (Görgü Kuralları)

GÖRGÜ, yaşama sanatının özüdür. Terbiye, nezaket, çevremizdekilere karşı yerine getirmek zorunda olduğumuz sosyal bir görevdir.

Görgünün başka tarifleri de vardır.”Yaşamını iyi yönlendirme”, nezaket kaideleri üzerinde bilgi sahibi olan ve onları uygulamasını bilen bir insanın vasfı”gibi... Bu sonuncusu, görgüyü nezaket temeline oturtan bir tariftir ki, doğru olanı da budur. Böyle olunca nezaketin tarifini yapmamız gerekir. Nezaket,” bir toplumda en iyisi olarak telakki edilen davranışları, lisanı yönlendiren kaidelerin tümü; bunların kullanımını müşahede etmek vakıası ve usulü” olarak tanımlanmaktadır. Nezaketle görgüyü ayrı ayrı mütalaa etmek mümkün değildir Görgülü kişi  esasen nazik bir insandır. Kaba bir insan istese de görgülü olamaz. Zira, görgü sadece kurallara uymaktan ibaret değildir; bunu bir hayat tarzı olarak benimsemen lazımdır.Bir diğer ifadeyle nezaket,” yaşamayı bilme,hayatını iyi yönlendirme sanatıdır.”

Nezaket, dolayısıyla görgüyü oluşturan, varlığını belli eden unsurlar çoktur.

Zarafet ve incelik bunların başında gelir. Davranışları, tutumu, görünüşü, duygu ve düşünceleri zarif ve ince olan naziktir. Bunlar nezaketin, görgünün belirtisi olan özelliklerdir.

HOŞGÖRÜ,  nezaketin ruhsal temel unsurudur; bu bir içgüdüdür. Başkalarına etrafına onların duygularına, düşüncelerine hoşgörüsü olmayan, böyle bir ruhsal yapıya sahip bulunmayan insan nazik olamaz<, içgüdüsü onu daima aksi yöne iteler. Buna lütufkarlığı-yüksek ruhluluğu- da katmak yerinde olur. Hoşgörü ve lütufkarlık birbirinden ayrılmayacak, birbirini tamamlayıcı unsurlardır. Balzac`ın dediği gibi,”Nezaket başkaları için kendini unutmaktan ibarettir.”

Gerek nezaketin ve gerekse hoşgörünün temelinde “yumuşaklık” yatar. Yumuşak olmayanın hoşgörüsü de yoktur. Zira, sert, sivri yaklaşım hoşgörüyü öldürür, dolayısıyla, nezaketi zorlamaya dönüştürür. Burada, Kennedy`in bir sözünü hatırlatmakta yarar görüyorum:” Nezaket zaaf işareti değildir.”

Saygılı olmak da  insanı insan yapan bir diğer temel esaslardan biridir. İnsanlara, tabiata, kurallara saygılı olmaya, kişinin kendisine saygısını da katmak gerekir; kendine saygı duymayan bir insan, esasen başkasına  saygılı olamaz. İnsan kendini ne kadar severse, başkalarını da o derce sever. Saygı da böyledir...Kendisine saygısı olmayanın başkasına da saygısı olmaz.

Nezaket ve görgü, insanlar arasında iletişimi kolaylaştırır. Ancak nazik, görgülü insanlar etraflarıyla daha içten, daha sağlıklı ve derin ilişki kurabilirler. Kaba, kırıcı,, başkasına saygısız bir kişinin böyle bir sonuca varması çok zordur

Sonuçta, görgülü bir insanın nazik, zarif, ince, hoşgörülü, saygılı, sade ve dikkatli olduğunu veya bütün bu vasıflara sahip bulunduğu için”görgülü” olduğunu söylemek yanlış değildir..(Yalçın Kurtbay, Nezaket Ve Görgü Kuralları, Kültür Yayınları,1991 Ankara)

Aziz okuyucu,  ruhumuzda mevcut olan bu özellikleri  “eğitim” yoluyla gün ışığına çıkarıp bunlarla  birlikte yaşamak için, içinde bulunduğunuz  sistemin ve bu sistemin oluşturduğu toplumun da müsait olması lazım. Kaba-sapa, sevgisiz, ilgisiz ve saygısız  insanlardan oluşmuş bir cemiyette,insanca bir hayat sürmek, yani nazik kibar olmak öyle sanıldığı kadar da kolay değil! Gülün neşvüneması için hem toprağın müsait olması ve hem de iklimin sıcak olması gerekmektedir. Ayrıca bir de gübre ve suyu da ihmal edilmemelidir. Bunlar, bu unsurlar olmadan   olmaz.

İnsan da aynen böyledir. Her şeyden önce, fikren, ruhen ve beden sağlıklı olmak lazım gelir. Ve daha sonra da çevrenin yardımcı olması  gerekmektedir. Orman içinde, dikeneler arasında hangi çiçek açabilmiş ve etrafına koku saçabilmiştir? Bilir  misiniz, bu “fıtrata” aykırı bir durumdur Mütefekkirin, ifadesi çok  doğrudur. Şöyle der:”Cemiyet  tedenni ettiği sürece, ferdi tefeyyüz mümkün değildir”.   Bozulan, dağılan, çürüyen..bir toplumda insanca(bilgili, sevgili, nazik ve kibar) bir hayat sürmek  çok zordur.Bu zoru  başarmak ise,her babayiğidin karı değildir.

[--pagebreak--]İnsanca Yaşamak...

Günümüz toplumunda, ağaçlaşmış insanlar arasında,”Seviyorsanız, saf sayılıyorsunuz. Mutluysanız, önemsiz ve basit diyorlar size. Açık elli ve özverili iseniz, size kuşkuyla bakıyorlar. Bağışlayıcı bir tipseniz, zayıf deniliyor sizin için. Başkalarına güveniyorsanız aptal diyorlar size. Nazik, zarif ve  kibar biri iseniz, sizi korkaklık  ödleklikle itham ediyorlar. Bütün bu iyi özelliklere tümüyle sahip olmak istediğinizde, insanlar hemen sizin sahte olduğunuza inanıyorlar.” Çünkü, sizin şahsınızda  kendinde olmayan nitelikleri gördüğünde başı dönüyor ve gözleri kararıyor adamın; bir türlü sizi anlayamıyor ve dolayısıyla  bu üstün meziyetleri size yakıştıramıyor..Her halde bunu en güzel ifade eden söz:” E.....k hoşaftan ne anlar!”

Bu yüzdendir ki, can okuyucu, sandığımızdan çok daha zor bizim işimiz. Ama, olsun....Önemli değil...Affedersiniz dört ayaklılar gibi, yüz yıl yaşamadansa, adam gibi bir gün yaşamak çok çok daha iyidir. Yüz yıl içinde neleri barındırıyorsa, nasılsa, onların tamamı bir günün içinde de var. Gecesiyle, gündüzüyle... yazıyla kışıyla....Yani elemiyle kederiyle...sevinciyle Mutluğuyla...Mesela yaşamayı bilmek  ve insanca yaşamaktır.

Bir defa daha altını çizmek isteriz ki,” Görgü, yaşama sanatının özüdür. Terbiye, nezaket, çevremizdekilere karşı yerine getirmek zorunda olduğumuz sosyal bir görevdir. Canlılar dünyasında sadece insanın yapmakla yükümlü olduğu bir görevdir. Sadece görev değil, toplum içinde rahat, uyumlu yaşayabilmenin önde gelen şartlarındandır. Çevrenizdekileri umursamadan, yok sayarak yaşayamazsınız.

Nasıl İnsan Gibi İnsan Olunur?

Yaratılmışların en şereflisi, en mükemmeli  ve en  değerlisi olarak yaratılmış  olan insan, tabii ki,”  Nezaketli, zarafetli,ilgili, bilgili, samimi, sıcak,kibar, namuslu, mert, cesur, anlayışlı,basiretli, mantıklı, azimli,kararlı, dürüst, dikkatli, rikkatli, saf, temiz, güler yüzlü,tatlı dilli, alçak gönüllü,çalışkan,dirayetli, feragatli,  yardımsever, açık sözlü, önyargısız, olgun, sakin tavırlı, tutarlı, kararlı, ağırbaşlı, beyefendi,  kibar, düzenli, edepli, terbiyeli, uyumlu, planlı, vefalı, saygılı...Kısaca, bu dünyada güzellik adına ne varsa; bunların hepsini şahsında toplamış olmalıdır Aksi takdirde “ben  insanım” demek insan olmak için yetmiyor.. zikri geçen  yukarıdaki meziyetlere mutlaka sahip olmak lazım.Ancak, bu meziyetleri ruhlarında toplamış olan insanlar, içlerini- yüreklerini-insanlaştırmış olmaktadırlar. Dışın insan olması, hayır, asla yetmiyor.. İçin de yani beynin, kalbin, ruhun.”.insanlaşmış” olması gerekmektedir. Bunun için de biraz  önce  ifade edilen nitelikler ile  birlikte yaşamak şarttır! Evet,bu  kolay olmayacaktır. Öyle de olsa, her şeye rağmen insanca yaşamak ve  insan gibi sonsuza taşınmak için buna mecburuz!Binaenaleyh, her iki cihan saadetimiz için  başarmak zorundayız.

Davranışlar

“İnsanlarla ilişkilerimizde “davranışlarımız” çok önemlidir. Kişiliğimizin aynasıdır  diyebiliriz. Sözgelimi, hayvanlara karşı tutum ve davranışlarımız bir bakıma kişiliğimizi de yansıtır. Böylece kendimizden daha güçsüz, aşağı gördüklerimize karşı takındığımız tavır bizim hoşgörülü, sabırlı, iyilik sever mi, yoksa hoyratın, acımasızın teki mi olduğumuzu gösterir. Bir kedi yavrusuna tekme atanın bir çocuğu koruması, çiçekleri ezmekten, koparmaktan çekinmesi beklenemez.

Yanınızda birileri varken, şarkı mırıldanmak, ıslık çalmak ayıptır. Onları yok saydığınız, hesaba almadığınız anlamına gelir bu. Saygısızlıktır. Ayrıca sıkıldığınızın da işaretidir.

Gittiğiniz bir misafirlikte ya da aile toplantılarında vb.bir karış suratla somurtup oturmayın.

Sadece can sıkıcı değil, saygısızca bir davranıştır da. Kimse sizin asık suratınızı seyretmeye mecbur değildir. Sıkıntınız saklanamayacak kadar büyükse, evde oturun. Başkalarının yanında da elinizden geldiğince güler yüzlü olmaya dikkat edin. Kimseyi küçük görmeyin. Bir atasözümüz” Yerdeki yüze kimse basmaz”der. Üstünlük, aşağılık da kişiden kişiye, toplumdan topluma ve zamana, şartlara göre değişen bir şeydir. Abdullah çelebi,,”Fazilet hususunda gözlerle kaşlar arasında bir münasebet yoktur.”” Der Daima kaşlar gözlerden yukarıda oldukları halde, gözler kaşlardan çok üstündür.” Ne zengin, mal mülk sahibi olmak, ne de şöhret sahibi olmak kendinizi başkalarından üstün görmeniz için yeterli sebep değildir.”(...))Halkın adını, sanını, malını ve mülkünü gözleme, bilgisini ve hünerini gözle.. Çok kişi vardır ki, hem adı var hem sanı, ama ne bilgisi vardır, ne hüneri. İmdi sen de bilgisizlikle ad ve ekmek kazanırsan, bununla öğünmek olmaz. Güç o dur ki, adı ve ekmeği hünerle kazanasın. Öyleyse açlıkla gün geçirmeye razı ol, çünkü açlıklı günler geçirmek Tanrı`nın Elçisi`nin şiarıdır ve O`nun ardından gidenlerin. Bilgisizlikle gün geçirmek Ebucehil`e aittir ve onun ardından gidenlerin. O halde bilgisiz ve hünersiz kalma, eğer alçak bir kişide hüner görürsen  öğrenmek ardınca ol, bunun gibi alçak kişiden bir şey mi öğrenebilirim diye utanma. Senin için o zaman utanç olur ki, onun gibi göze hor görülen kişi bilgide ve hünerde yeğ ola senden. “Görmez misin ki hazine viranelerde olur ve inci sedefte.” İmdi sen sedefi gözleme, incisini alagör. Bu alçak, ama hüner ve bilgi sahibi kişiden utanma, ta ki hünerli ama görünüşü harca olan kişinin (yanında hünersizlik utancından kurtulasın.(İlyasoğlu Mercimek Ahmet, Kabus name 1,1001 Temel Eser,Kervan Kitapçılık)

[--pagebreak--]İnsani İlişkilerde Ölçü

İlişkilerinize büyük oranda zaman ve enerji yatırımı yapmayı bekleyin. Sürekli ilişkiler bir anda ortaya çıkmazlar. Bunlar, zamanla oluşurlar.

Tüm ilişkilerin sürekli olmayacağını bilin. Geçici olabileceklerini düşünün ama sanki sürekli olacaklarmış gibi davranışlarınızı sürdürün.

Öbür kişinin şahsi ilişkilerine sizinkilerden ayrı olarak saygılı olun. Kendisine değer verdiğiniz kişiler için bu ilişkiler önemli ise, sizin için de önemli olmalıdır.

Öbür kişileri idealleştirmeyin. Onlar, yaşantılarını sizin beklentilerinize göre sürdürmeyeceklerdir.

Kişilere kafanızda taktığınız fiyat etiketlerini çıkarıp atın. Herkesin bir değeri vardır. İşin heyecanı, onların bu değerini zamanla bulup ortaya çıkarmaktadır.

Vermekten korkmayın. Eğer gönülden veriyorsanız, hiçbir zaman çok fazla vermiş olmazsınız.

Kişiyi, kesinlikle sizin için “sevgi adına” bir şey yapmaya zorlamayın. Sevgi, pazarlık konusu yapılacak bir duygu değildir.

Deneyimin kalbinizi katılaştırmasına izin vermeyin. Bunun yerine deneyimi, çevrenizle daha ilgili ve duyarlı olmanızda kullanın.

Birbirinize baskı yaparak kişiliklerinizi bozmayın. Hiç kimse gölgede yetişip olgunlaşamaz.

Derin derin düşüncelere dalmayın,yaşamaya ve sevmeye koyulun. Sonsuza dek yaşamayacaksınız.

Kızgınlığı, incinmeyi ve acıyı sürdürmeyin. Unutmaya çalışın. Bunlar enerjinizden çalar ve sizi sevmekten alıkoyarlar.

Kişiyi iyi ve güzel görün. O kişi, öyle görünmemek için elinden geleni yapsa bile.

Her gün konuşacak zaman ayırırsanız, kesinlikle birbirinize yabancı kalmazsınız.

Boşanma, kavga, tartışma, sorunlarınızı kesinlikle çözmez. Daha iyisi anlayışlı, sıcak kanlı ve esnek olmaya çalışın.

Kendinizin değerini ölçün. Bir paspasın değerini en iyi bilen, ayakkabıları kirli olan kişidir.

Yaşamanızı kendinize acıyarak, kınayarak ve “Mea Culpa” hastalığının belirtilerini uygulayarak sürdürmeyin. Bizler tahmin ettiğimiz kadar kötü değiliz.

Bir ilişkiye girmeden önce kendi kendinize muhatabınızın dayanamayacağınız bir özelliği var mı, diye sorun. Eğer varsa, bu özelliği ile sürekli olarak yaşayabilir miyim diye gene sorun. Eğer cevabınız “hayır” ise, ilişki kurmayı bırakın. İlişki kurduğunuz kişi ile birbirinizi seviş nedenlerinizi alt alta döküp yazın. Sonra, işler kötüye gittiğinde listeyi çıkarıp yeniden okuyun. Bu, sorunlarınızı hemen çözecektir.

Karşınızdaki kişinin sorunlarını kendinizinkiymiş gibi benimsemeyin. Bu durum, yalnızca çözümü iki kat güçleştirecektir.

Anlaşmazlıklardan ve tartışmalardan korkmayın. Tartışmayan insanlar birbirlerine özen göstermeyen ya da ölü kişilerdir. Gerçekte, kısa tartışmalardan da kaçının. Tartışmanın tam bittiğine ve bir sonuca ulaştığına inanın.

Sona erdiğinde tartışmanızı unutun.

Eğilmeyi öğrenin. Kırılmaktan iyidir.

Kendinizi çok ciddiye almayın. Ama, diğer kişiyi ciddiye almayı ihmal etmeyin.

Alınganlığa, egoizme ve çocukça incinmelere kendinizi kaptırmayın. Bunlar yalnızca ilişkinizin değerini alçaltmaya ve yakınlaşmanızı önlemeye sebep olacaklardır.

Küçük sinirlenmelerinizi dikkate alınız. Aksi taktirde, bunlar zamanla yıkıcı canavarlar haline gelirler. Bunları bir an önce dile getirin.

Gururlu olmayı bırakın. Gurur genellikle sahtedir. Engeller oluşturur ve yakınlaşmayı önler.

Öbür kişilerin de insan olduğunu kabul edin.

[--pagebreak--]Her ikinizin ilişkilerini de göz önünde tutun. Çünkü bunlar statik değil dinamiktirler ve bu yüzden iyi veya da kötüye doğru sürekli değişmektedirler.

Sevecenliğinizi ve yakınlıklarınız arttırın. Bunlar bir ilişkinin olgunlaşması için birer kaynaktırlar. Sevecen olunuz. Sevecenlik, anlayış ve benimsemenin en önemli yoludur.

Tüm eleştirileri olumlu sayın. Çünkü, eleştiriler kendi kendimizi değerlendirmemize yol açarlar. Eleştiriler haksızsa ya da duruma uymuyorlarsa, her zaman bunları geri çevirmekte özgürsünüzdür.

Dinlemeyi öğrenin. Kendi konuşmanızı dinlemekle hiçbir şey öğrenemezsiniz.

Endişelerinizi unutun. Şu anda endişelendiğiniz şeyleri bir hafta sonra hatırlamakta güçlük çekeceksiniz.

Mükemmel olanı değil, akla uygun geleni benimseyin.

Bir ilişki içinde olan taraflardan her biri kendisinin %75`ini vermeye gönüllü olursa, mükemmel bir ilişki için ihtiyaçlarının %50`sinden fazlasını aldıklarını göreceklerdir.

Sevgi oluşturulabildiğine göre, sevgisiz kalmak için hiçbir neden bulunmamaktadır.

Bir ilişkiden ne alabileceğiniz düşünmeyin. O ilişkiye ne katabileceğinizi araştırın.

Oyun oynamayı bırakın. Olgunlaşan bir ilişki ancak gerçeklerle ve içten davranışlarla desteklenebilir.

Değerli bir şeyi oluşturabilmek, sabır ve enerjiyi gerektirir.

Gülmeye çalışın. Gülmek kalbi çalıştırır ve sizi kalbinizle ilgili sorunlardan korur.

Yapmak istemediğiniz halde başkasını memnun edecek bir davranışta bulunmak düşündüğünüz gibi çok da kötü değildir. Kendinizi tanımanız, başkalarını anlamakta büyük ölçüde yardımcı olacaktır.

Bir insan olarak bütünlüğünüzü korurken kendinizi bir başka kişiyle bütünleştirmekten sakının. Bunu da, her biriniz birer insan olarak başarabilirsiniz.

Kibar olun, sevgi kabalığa izin vermez.

Siz tüm ilişkilerinizin merkezinde bulunuyorsunuz. Bu yüzden kendi saygınlığınız, gelişmeniz, mutluluğunuz ve işlerinizden kendiniz sorumlusunuz. Bunları başka birinin size getirmesini beklemeyin. Yalnızmış gibi çalışıp yaşamalı; öbür kişileri yaşamınızı zenginleştirecek hediyeler gibi düşünmelisiniz.

Birisine kızdığınız zaman, tepkinizi göstermeden önce durup, onun hoşlandığınız yanlarını düşünmeniz iyi olabilir.

İlişkilerinizin ihmaliniz yüzünden ölmesine izin vermeyin.

Kin Ve Nefretsiz Bir Hayat

Hindu Tanrılarından biri olan Krişna,Cennetliğin Şarkısı adlı parçada sevgi dolu ve meraklı biri olan Arjuna`ya öğütlerini”Yoga felsefesi”şeklinde  verir. Arjuna`ya yaşamını insanlıkla dolu olarak geçirmesini telkin eder. Ve şöyle der:

“Bir insan herhangi bir canlıdan nefret etmemelidir. Bırakın kişi, herkese karşı dost ve tutkulu olsun. Kendisini”ben” ve”benimki” kuruntularından kurtarsın. Sevinci ve acıyı eşit sakinlikle benimsesin. Bağışlayıcı, hoşnutluk içinde, kendini denetler durumda olsun....

O insan ne dostlarına kötülük eder ne de çevresindeki dünya tarafından kendisinin rahatsız edilmesine izin verir. Artık o kişi neşe ve tutkunun ya da endişe ve korkunun tutsağı olamaz.

O insan hoş olan şeyi istemez ve hoşlanmaz. Hoş olmayan şey karşısında da korkmaz ya da yas tutmaz. O kişi iyi ve kötü karşısında hareketsiz kalır.

O insanın dostuna ve düşmanına karşı davranışı aynıdır. İyi söze ve hakarete, sıcağa ve soğuğa, sevince ve acıya farklı tepkiler göstermez. Düşkünlüklerden uzak durur. Övgü ve kınamayı eşit biçimde değerlendirir. Konuşmasını denetleyebilir. Elde ettikleriyle hoşnutluk duyar. Evi her  yerdir ve hiçbir yer değildir.”

Krişna sözlerini bitirirken şunları ekler:

“Şimdi ben sana sırların sırrı olan bilgece sözleri öğrettim. Bunları dikkatle düşün. İçlerinden en iyisi diye düşündüğün biçimde davran. Bunlar sana tüm gerçeklerin en derin olarak söyleyeceğim son sözlerdir.”

Ve böylece Cennetliğin Şarkısı adlı parça sona erer.

18 kitaptan oluşan ve adı:”Antik Sevgi” anlamına gelen Purana`lar  da kişinin tümüyle insan olarak yaşaması üzerine öğütler vermektedir. Burada”Akılcı Danışma” adlı 11. bölüm şunları telkin eder:

“Bilgili ama hoşnutsuz kişilerin arkadaşlığından kaçının. Onurlu insanların topluluğunda yer alın. İyilik ve erdemde onlarla birlikte olun. Aşağılık kişiler her zaman başkalarının hatalarını bunlar bir hardal tanesi kadar ufak olsa bile yakalamaya hazırdırlar. Oysa, böyle kişiler kocaman bir karpuz kadar olsa bile kendi hatalarına karşı ısrarla gözlerini kaparlar. “









Copyright © Bozkurt NET Tüm hakları saklıdır.

Yayınlanma:: 2004-02-13 (3968 okuma)

[ Geri Dön ]
Content ©
alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1