Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1

Önceki Yazıları
Yazar ile iletişime geç



İNSANLARIN YALNIZ YÜZLERİNE DEĞİL, İÇLERİNE DE BAKIN -1-

 
Her ne zaman insanla ilgili bir şeyler yazmak veya konuşmak istesem, dilim, damağım birbirine yapışır. Kendimi Everest tepesine çıkmak isteyen bir karınca olarak hissederim.
Bu defa da öyle oldu. İnsanla ilgili, onun iç alemiyle alakalı bu yazıyı  kaleme alma konusunda oldukça zorlandım. Ama yazmak mecburiyetindeyim!... Hem kendi iç dünyama ve hem de siz Türk Ülkücülerinin  gönül saraylarına  bir şeyler sunmak ve bir takım değerler koymak (deryadan bir damla da olsa) gerekiyor.
İnsanı tanımak, insanı anlamak ve insanın  gönül evinde dolaşmak sanıldığından çok daha zor. Çünkü insan içiyle – dışıyla bir okyanus azizim! Böyle bir  deryada boğulmadan yüzmek her babayiğidin kârı değil elbette.
Ben bu yazımda gönül mimarlarından duyduklarımı ve kaptan-ı deryadan okuduklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım.
Çok iyi biliyorsunuz, vermek – almak-, beyinler ve  kalpler  arası köprü kurmak insani  görevlerinin en başında gelmektedir. Evet, doğrudur; yüce Halık bizi-sizi ve onları,  bu aleme “vermek” için gönderdi. Başta insan olmak üzere tüm (canlı ve cansız) yaratılmışlara vermek...
Cenab-ı Hak çok iyi biliyor, gerek vermeyi  ve gerekse  almayı çok çok seviyoruz. Yirmi dört saat beynimizi ve kalbimizi sonuna kadar açar dinleriz... Keza, kapısı ve penceresi açık olan  gönüllere de keza yirmi dört saat aşkla, şevkle vermeye çalışırız.
Üzgünüm, ne yazık ki   arzulanan şekilde  konuşamıyoruz... Zira, bağıranların (işi, övgü ve sövgü ile götürenlerin) itibar gördüğü bir zamanda konuşmak (beyinden ve gönülden dolu dolu  takdim etmek) neredeyse imkansız. İspatı vücut için, konuşmak değil; bağırmak lazım!... Çünkü, içimizi-dışımızı çevremizi  kargalar istila etmiştir...Böyle bir toplumda kanaryalara tabii ki yer olmaz!  Hasbelkader kenarda köşede yer alsa bile, bu defa sesini, nefesini duyan  bulunmaz...Demek oluyor ki  gün, bağıranların, çağıranların,  övenlerin, sövenlerin kısaca “dokuz yüzlülerin” günü....Haydi hayırlısı...Bugünün yarını da var...
 
İNSAN NEDİR?
İNSAN, yaratılırken programlanmıştır. Bütün mesele, kader teorisi denilen karmaşık bir yapıya sahip genetik şifreyi çözebilmektir.
Efendim, mübarek kitabımız Kur’an’da insanla ilgili yüzlerce ayet var. Dört yüz kırk yerde yüce  Mevla - dolaylı dolaysız- insandan o insanın içinden-dışından.. maddi ve manevi dünyasından  bahsetmektedir.. Ben burada  sizlere  sadece bunlardan  birkaçını takdim etmek istiyorum.
“Andolsun ki biz insanı en güzel, en mükemmel bir kıvamda yarattık.” (Kr. Tin, 4) (Not: Bu ayette üç te’kit bir arada bulunmaktadır. Kur’an’ın  diğer ayetlerinde  üç te’kiti bir arada  görmek mümkün değildir, daha doğrusu biz rastlamadık....)
“Allah sizi Adem’den, Adem’i de  bir topraktan, sonra bir nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. O’nun izni ve ilmi olmaksızın hiçbir dişi gebe kalamaz ve doğuramaz. Kendisine ömür verilenin ömrünün uzatılması, ömründen eksiltilmesi muhakkak bir kitapta(Levh-i Mahfuz’da veya Allah’ın ilminde) yazılıdır. Şüphe yok ki bu (sayılanlar) Allah’a kolaydır.(Kr.Fatır, 11)
“Bir zamanlar Rabb’in meleklere: “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım.” (Kr. Bakara, 30)
Sevgili Peygamberimiz de (Buhari ve Müslim) aynen şöyle buyurmaktadır: “Sizden birinizin ana baba maddeleri yaratılışın başlangıcında kırk gün anasının karnında toplanır. Sonra o maddeler bir o kadar (kırk) gün içinde mudğaya (bir çiğnem et) haline gelir. Sonra bir melek gönderilir ve bu melek ona ruhu üfürür. Ona şu dört kelimeyi yazması emrolunur; rızkı, eceli, ameli, şaki veya said olduğu.”
Gönül mimarlarından biri olan Muhiddini Arabi Hz. Şöyle der:
“İnsan haddi zatında kendi vücudunu meydana getiren parçaları öğrenmekle Allah’ı tanır, vücudunun bütünüyle Allah’ı idrak edemez. Ancak kendi vücudunun parçalarını bilir ve onları tanırsa, o vakit cahil olan alim olur. İnsan vücudunun parçalarında ne gibi sırlar saklandığını siz bilemezsiniz. Dolayısıyla insan, bünyesi itibariyle vahiy olamaz.”
İki Cihan Nebisi bir başka hadislerinde: “Kendini bilen, muhakkak Allah’ı da bilir”demektedir.
Evet, “İnsan vücutça ne kadar ufak olursa olsun, bütün kainatın bütün gerçeklerini kendinde toplamıştır... Şunu bil ki, Allah tarafından yaratılan her mahlukun ilahi gerçeğe intisabı vardır, kendinde bu mensubiyetin ilahi izlerini anlayan insan, Allah’ı da anlıyor demektir.”
İnsan denen bu muhteşem bilmeceyi, bir başka yürek sultanı söyle tarif eder:
“Kalıbıyla şahıs, benliği ile zat, ruhu ile cevher, aklı ile ilah, vahdetiyle küll, kesretiyle tek, hissiyle fani, ruhu ile baki, intikal yönüyle ölü, kemal yönüyle diri, ihtiyaç bakımından noksan, istek bakımından tam, varlığın özü, kendisinde her şeyden bir şey bulunan ve her şeyle alakadar olan varlık. İşte insan budur.” (Ebu Hayyan Ettevhidi, Mukabesat, 374)
Erenler kervanından bir başka mürşit de:
“Bilmeli ki hayatın esası iman, imanın ruhu ameldir. İmanın kemali Allah sevgisi, amelin kemali halk sevgisidir. Yani insan halkın haktan ayrı olmadığını bilmelidir. Saadet erbabı Hakk’a hitap etseler halka, halka hitap etseler Hakk’la muamele ettiklerini bilirler.” demektedir.
Kainat ağacının meyvesi insandır. Bütün varlıklar insanın istifası için yaratılmışlardır. “İnsan vasıta varlık değil, bizzat gayedir.”
Yukarıda görüldüğü gibi, “Kur’an’ı Mübin’de insanın yaratılışı öncesini anlatan ayetlerdeki tablo çok ilgi çekicidir. Orada insanın yaratılışına gerekçe olarak “Yeryüzünde bir halife var etme” gösterilir. İnsanın bir halife olarak varlıklar düzeninde yerini alması onu yaratmayı amaçlayan iradenin sahibi Allah tarafından beyan edilir.
Hilafet, vekalet gibi, asaletin karşıtı olarak başkasına vekil olmak, onun yerini tutarak onu temsil etme anlamındandır. Halife, dilimizde “kalfa” kelimesinin aslı ve doğrusu olup bir başkasının yerine geçen, asile vekillik eden manasındadır.
Allah’ın insana yeryüzünde hilafet vererek onu halife olarak yaratması, insana bahşettiği şeref, lütuf ve üstün değeri ortaya koyar.
“İlim sarayının kapısı” olarak tanıtılmış olan Hz. Ali ne güzel söylemiştir:
“Deva sendedir bilemezsin.
Derdin de sendedir göremezsin.
Sen kendini küçük bir cirim zannedersin,
Halbuki bütün alemler sende dürülmüştür (de bilmezsin)”
“İnsanın özüyle Allah arasında küll-cüz (parça-bütün) münasebetleri vardır. İnsanın yüksek mertebesi bu münasebetten kaynaklanmaktadır. İnsan, dünyadaki hayatını bu ulvi mertebesine yaraşır biçimde düzenlemelidir. Çünkü insan yeryüzüne Allah’ın halifesi, vekili olarak gönderilmiş, öteki varlıkların tümü, bu vekalet görevini yerine getirebilmesi için insanın emrine verilmiştir.”
Lokman suresinin 20. ayetini burada bir defa daha hatırlatmakta büyük yarar görüyorum:
[--pagebreak--]
“Görmez misiniz ki Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini size boyun eğirdi ve size zahir ve batın nimetlerini cömertçe ihsan etti.”
Daha bir çok ayetiyle Kur’an insanı kainattaki ulvi yerini bilmeye ve mertebesine layık bir hayat yaşamaya davet etmektedir.
 
Bir hadis-i kudside şöyle buyurulmuştur:
“Gök ve yerim beni içine alamadı da mü’min kulumun kalbi aldı.” Hz. Ali’nin şu sözleri de çok manidardır:”Yeryüzünde Allah’ın bir takım aynaları vardır ki,onlara kalpler denir. Onların Allah katında en sevgilisi, en dayanıklı, en safi ve en duygulu olanıdır.”Hak dostlarından bir başkası da:”İnsan kainatın küçük bir modelidir, küçük kainattır. O halde bu küçük kainat seyredilirken büyük alem olan kainatın tamamı seyredilmiş olur.”
Muhammed b.Hasan bu tespitiyle insanın çok yüce bir varlık olduğunu, insanlarla ilgili konularda hep bu cepheden bakmamızın gerektiğini ifade ediyorlar. Yine insanlığın ve İslamlığı zirve zatlarından birisi.”Kalb-i insan azamet Halık’ının hanesidir, kalbe nispet arş-ı ala mercimek danesi gibidir”. Az evvel ifade ettiğimiz Hadis-i Kutsinin Aydınlığında bu güzel sözü tahlile çalışalım. Evet, insan yerlerden, göklerden yaratılmışların cümlesinden büyük, aziz kıymetli ve muhteremdir. Ona yapılan iyilik ve hizmetlerde aynı derecede büyüktür. Kötülükler de aynı orandadır ve üyük günahların en  başında gelmektedir.
Görüldüğü gibi  değerli dostlar,  insan, maddi ve manevi alemiyle mükemmel ve muazzez bir varlıktır. Böyle olduğu içindir ki, Allah’ın  yeryüzünde “Halifesi” olma şanına yükselmiştir.  Az önce   yürekten geçirdiğimiz ilahi  beyanı burada bir kez daha  hatırlayalım:” Bir zamanlar Rabbin meleklere.”Ban yeryüzünde bir halife yaratacağım.” Diye buyurmuştur.(Bakara, suresi,30)
Daha bir çok ayetiyle Kur’an insanın kainattaki ulvi mertebesine layık bir hayat yaşamaya davet etmektedir. Bu ulvi davete icabet etmeyip, nefsin ve şeytanın arzularına uyanların da”Süflilerin en süflisine indirileceklerini” haber vermekle Yüce Mevla bizleri ikazda bulunuyor.
“Fıtraten hayra da şerre de müsait bir şekilde yaratılan insan, eğitim ve öğretimle yönlendirilerek,”Esfel—i Safilin’den “Alay-ı İlliyin’e çıkabilecek tek varlıktır. İnsan iki yönlü yaratılmıştır. Bir yönüyle ulviliğe diğer yönüyle süfliliğe meyillidir. Topraktan meydana gelen ceset hali süfliliği gösterirken, Allah’ın ona kendi ruhundan üfürmesi(Sad Suresi:72) ve meleklerin ona secde etmesi de(Sad 73, Bakara:34) ulviliği gösterir. Bunlar bir hal, bir tabiat  olarak insanda mevcuttur. Her insan bu yaratılış üzere gelir bu aleme.
İslam, beşeri bir varlık olan insanı bütün temayül ve davranışları ile bir bütün olarak ele alır. Onu olduğu gibi Allah’ın yarattığı fıtrat ve tabiatıyla kucaklar;  bu fıtrattan gelen hiçbir hususu ihmal etmez, yaratılışında mevcut olmayan  hiçbir şeyi de ona yüklemez. Çünkü İslam fıtrat dinidir.”O halde gerçek Müslüman olarak kendini dine doğrult. Allah’ın dinine ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yarattığı bu dini değiştirmeye kimsenin, gücü yetmez.İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu, bilmezler.”(Rum Süresi,ayet:30)
İnsan madde ve ruhtan meydana gelen muazzez bir varlıktır. En güzel bir tablo onun yanında gölge gibi kalır. Bu canlı tablonun maddi ve manevi değeri çok büyüktür. İnsan dışında kalan diğer varlıklara baktığımızda bunun böyle olduğunu görürüz. En çirkin insan dahi, en güzel hayvandan çok çok daha güzeldir.”
 
 Dünya İçin Ahret, Ahret İçin Dünya Terk Edilmeyecektir
 
Biraz önce ifade ettiğimiz gibi, insan ve onun meseleleri ne sadece maddi ve ne sadece manevidir. Eğitimde de bu gerçek dikkate alınmalı, “Dünya için ahret, ahret için dünya feda edilmemelidir.”İbadetler ve dünyevi programlar çatıştırılmamalı, her biri yerli yerine konulmalıdır. Mesela” Çalışmak ibadettir.” deyip dini ibadetlerin aksatıldığını görüyoruz. Bu anlayış tamamıyla yanlıştır. Çünkü İslam’ın emrettiği ibadetler iş hayatını aksatacak cinsten değildir. Bu konudaki her iddia sun’idir, kasıtlıdır. İbadet inanmış insan için, nefes alıp vermek kadar tabiidir ve aynı zamanda da zaruridir. Onu,fıtrat dışına çıkaranlar eğitimsiz ve sevgisiz kimselerdir.Bir diğer ifadeyle ibadet, su içmek kadar hem kolaydır ve hem de haz vericidir.Tabii bunun için, insanın beyni, kalbi ve midesi müsait olması lazımdır.Yani bu üç mekanın “Fıtrata uygun şekilde” beslenmiş olması gerekmektedir.
İbadeti yalnız Allah için yapmak, insan olmanın doğal bir gereğidir. Bu tıpkı yemek, içmek gibi insana bitişik özelliklerdendir.Ancak bazıları bunu yerine getirmemekle hayat damarlarını kestiğinin farkında  olmazlar. İşte aşağıdaki ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Allah, insanları böyle tehlikeli sondan korumak için ibadetin sadece kendisine yapılmasını istemektedir:
“Şüphe yok ki Allah benim ben! Benden başka hiçbir Tanrı yoktur. Öyleyse bana ibadet et, beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl”.(Ta-Ha:14)
“İşte Rabbiniz olan Allah. Ondan başka hiçbir Tanrı yoktur. O, her şeyi yaratandır. O halde o’na kulluk edin.(En’am:102)
“O, göklerin yerin ve onların arasında bulunan şeylerin Rabbidir. O halde sen O’na kulluk et ve kulluğunda da sebat et.”(Meryem:65)
Bir hadislerine Cihan Peygamberi de şöyle buyurmaktadır:
“Cahiller helak oldu, alimler müstesna; alimler de helak oldu, ilmiyle amel edenler müstesna;ilmiyle amel edenler de helak oldu, ancak ihlas sahipleri kurtuldu.”
(Not:Söz buraya gelmişken, bir gerçeğin altını kalın çizgiyle  çizmek istiyorum. Sahalarında uzman olan bazıları, ibadet kavramını iki kısma ayırmaktadırlar. Biri ibadeti mersume ve diğeri de ibadeti gayri mersume. İbadeti mersume; Resmolunmuş, yazılmış, tarzlı ve şekilli ibadetler. Namaz, oruç, haç...gibi. İbadeti gayri mersume ise; Allah için yapılan her şey.Bu gerçeği teyit mahiyetinde,şanlı Resul:”Müslüman’ın uykusu bile ibadettir” buyurdu.
Yukarıda mealini verdiğimiz  ayetlerden  de anlaşılacağı gibi, insanın “İnsanlaşması” Müslüman’ın “Müslümanlaşması” ancak ilim ve ibadetle mümkündür. İhlas(samimiyet)içinde yapılan  her çeşit ibadet  insanın iç dünyasını besler ve yüceltir. Gerçek hürriyetini insan, ibadetleriyle kazanır. Bir takım kötü alışkanlıkları ve bazı şeylere zaafı  olan insan hür değildir, esaret altındadır. İbadetlerimiz, adeta kalplerimizin içine yerleşen bir çeşit manevi bekçilerdir. Zaten ibadet ve ta atında olan insan, günahlara asla tenezzül ve tevessül de etmez. Çünkü her bir günah beyin boşluğundan ve yürek fakirliğinden  ortaya çıkar.Bir diğer ifadeyle, ruhun yaratılışa uygun şekilde beslenilmemiş olmasıdır. Ekseriyetle cemiyette, günahkar insanların, cahil(Beyni ve kalbi aç)olduklarını görmekteyiz.
 
[--pagebreak--]
Bir Ülkenin Kalkınmasında Tek Kıstas İnsandır
 
 
Muhterem okuyucu, ülkemizin meselleri sayılmayacak kadar çok. En başta geleni ve en önemlisi ”İNSAN” meselesi, insanın beyin,  gönül ve mide  meselesidir.
Evet,evet  bu tespit doğrudur,  belki de bütün doğru ve düşüncelerin en doğrusudur. Türkiye’yi anlamak   ve Türk insanının içinde bulunduğu durumu   doğru dürüst tahlil etmek için; tabii ki insana bakmak ve o insanı iyi anlamak ve her şeye onunla  insanla başlamak ve insanla bitirmek icap etmektedir.
Bize göre, Türkiye’nin  Tanzimat’tan bu yana “İNSAN”dan daha mühim bir meselesi olmamıştır. Şimdi de yoktur ve eğer böyle giderse(İnşallah gitmez) yarınlarda da olmayacaktır. Ne acıdır ki,ticarete, sanata, iktisada, siyasete; hülasa insan dışında her şeye gereken ilgi gösterildi, fakat bunlar  insansız ve  insanı nazarı itibara almadan yapıldı; onun o insanın  gelişip yücelmesi ve dolayısıyla mutlu bir hayat yaşaması için ise  istenilen gayret, arzu edilen çapa ne yazık ki gösterilmemiştir. İnsan itilmiş ,insan kakılmış,tek cümle ile  insan her şeyin sonuna  atılmıştır... Halbuki bir milletin madde ve manada ilerlemesi ve medeniyetteki yerini alması için insan başa alınmalı ve ilk yatırım insana insan beynine, insan kalbine ve insan midesine yapılmalıydı. Bir mütefekkirin dediği gibi, oysa “Mesellerin meselesi insan meselesiydi; İnsan meselesini halletmeden hiçbir meseleyi halletmek asla mümkün olamazdı. İnsan meselesi ise, aziz okuyucum; Beyin, yürek ve mide meselesidir. Bu üç mekanı öncelikle  yaratılışa uygun olarak beslemeden hiçbir probleminizi çözemezdiniz. Çözemeyecektik!!! Çözebildik mi?Çözebildiler mi?!... Nerede..Ülkemiz hastahaneleri ve  hapishaneler lebe leb dolu.İyi de niçin niçin dolu? Bunu düşündüler mi?Biz düşündük mü? Siz düşündünüz mü? Beyin  boşluğu beyin!!! Yürek fakirliği yürek!!! Mide açlığı mide!!! Yahu , biliyor musunuz  bir Hıristiyan ülkesi olan  ve seksen milyon civarında bir  nüfusa sahip bulunan Almanya  hasta hane ve  hapishanelerde çok az insan bulunmaktadır. Birkaç yıl önce, genel af çıkardık. Cezaevlerini büyük oranda boşalttık. Ne yazık ki tekrar doldu.  Çünkü cahil(beyni ve ruhu aç) insan,  yasaları delmek, hak ve hukukları çiğnemek ve dolayısıyla  suç işlemek mecburiyetindedir. Eskiler:”Midesi aç olan insandan fazilet mücadelesi vermesini beklemeye hakkınız yoktur” demişler. Bizim insanımızın hem midesi aç ve hem de beyni ve kalbi boştur. İşte bunun için, diyoruz ki, insanla başlamak lazım. Yatırımı her şeyden evvel insan beynine, insan kalbine ve insan midesine yapmak zorundayız.
Hastalıklarımızın sebebi de yine cehalettir aziz dostlar! Mikrobik rahatsızlıklar sadece yüzde yirmilerdedir. Geri kalana sebep,  ruh  boşluğudur, yani beyin ve gönül   açlığıdır.
 
Önce Muhteva ve Daha Sonra  Şekil
 
Bir mütefekkir: “İrfanın ilk adımı kendine bakmaktır. İçindeki alemi gören, dışarıdaki alemi de anlayacaktır. Bu adım, menzillerin en müşkülüdür. İnsan uzun müddet yanlışta dolaşmadan doğruya varamayacak, çok zaman eşyaya gafletle bakma yüzünden kendine dönemeyecektir. Zaten kendine dönüşün bütün değeri bu noktada değil midir? Yolunu arayana, rehberin vereceği ilk öğüt budur; kendine bakan orada bir alem görecektir.” demektedir.
Ülkemiz semalarını gökdelenlerin ve beş yıldızlı otellerin istila ettiğini hepimiz biliyoruz. Ama bunlara bakıp da “geliştik, ilerledik, çağı yakaladık, yükseliyoruz” demek asla doğru değildir. Zira  terakki ve tekamülün  kıstası tek başına bunlar olmaz. Maddi kalkınma tek başına hiçbir şey ifade etmiyor. Manevi kalkınma (insan ruhu, insan beyni ve insan vicdanı) ile beraber gerçekleşirse ideale ulaşılmış olur. Demek ki, insan küçülürken, insan ruhu parçalanıp dökülürken, insan vicdanı kireçlenirken, fende, teknikte ve teknolojide ilerleme , mutluluğa götürmüyor,bilakis  sefalete sürüklüyor... Çünkü huzurun, mutluluğun kaynağı kalptir. İnsanın içidir, yüreğidir...Tabii ki  bunlarla beraber midesidir de...
 Şekil, muhtevayı hiçbir zaman boğup öldürmemelidir. Yani, muhteva ile şekil birlikte beslenmeli ve beraberce büyütülmelidir. İç zenginliğine ermeden dışa yapılan hizmetler ancak kişide gururu, kibri ve gösterişi arttırıyor. Dolayısıyla “özünü-içini” çok daha fazla kurutuyor. Demek oluyor  ki,  kalp ve beyin  boş olduğu müddetçe, şahsın  Beymenden  giyinmesinin;  Vakko’dan   örtünmesinin  öyle sanıldığı gibi, fazla bir önemi yoktur. Ancak kafa dolu ve yürek  zengin ise, Müslüman erkeklerde sakalın, mümin kadınlarda   türbanın değer ve kıymeti  büyüktür. Ne yazık ki, günümüz Türkiye’sinde inanmış insan sakala verdiği  önemin ve gösterdiği ihtimamın,  onda birini ne  beyin içi sermayesine gösteriyor ve ne de gönül içi zenginliğine veriyor... Sanki yüce Rabbimizin ilk emri “Oku” değil de (haşa) “sakal bırak”... Bunun gibi, imanlı Türk kadını Türk kızı da “türban”(Neden başörtüsü değil? bunu halen anlamış değiliz!) için verdiği mücadelenin ve yaptığı fedakarlığın çok azını ilim, irfan, bilgi, kültür... gibi yüce hasletlere verdiğini, gösterdiğini söylemek de  mümkün değildir. 
Evet, “tesettür” bir emr-i ilahidir! İnanan her kadın, el ve yüzünün haricini kapatmakla yükümlüdür. Yalnız, örtünmede belli bir tarz, biçim mevzubahis değildir. Yani “şu şekilde, bu biçimde örtünmelidir” diye bir kural yoktur. Kadının giydiği şey, vücut hatlarını en güzel  şekilde kapatacak; kadının vücudu,  kirli kalpleri ve pis gözleri tahrik etmeyecek ve o gözlere  gıda(!) olmaktan uzak;  saygı ve hürmeti davet edecek bir keyfiyette  bulunacaktır..Bizim bu  husustaki  Ayet ve Hadislerden anladığımız budur.
Hal böyleyken, İslam’ın tesettür müessesesini bu denli zorlaştırmanın, kapanma - örtünme gibi çok tabi bir hareketi sıkıntıdan sıkıntıya sokmanın, şekilden şekle dolaştırıp durmanın nedir manası?...Bunu da anlamak mümkün değil!
Yoksa boş kalan beyinlerde ve gönüllerde şeytan bir başka biçimde “harman” mı yapıyor?  Din adına  d...lik.. Kapanma adına üryanlık...Örtünme adına  çıplaklık.....Aman Allah’ım ne büyük  bedbahlık!..
“Doğru anlamak” gibi insani bir özelliğe sahip olmayanlar  için tekrar (altını çizerek) satırbaşı açmak istiyoruz. ve diyoruz  ki, insan içini besleyip geliştirmeden, özüne eğilip bakmadan, nefsin ve şeytanın giriş çıkış kapılarını sıkı sıkıya kapatmadan; Cenabı-ı Hakk’ın  o ruha getirdiği fazilet tohumlarını, ilimle, irfanla, bilgiyle, sevgiyle yeşertip büyütmeden; bunları kendi hayatının ve toplum hayatının her safhasına hakim kılmadan; bütün şekiller ve şekillere taalluk eden haller, hareketler riyadır, gururdur, gösteriştir, kindir, nefrettir..!
Efendiler,canlar....” İslam, fıtrat dinidir”. Evet, O, insanın içidir, özüdür, cevherdir... Onun dünyasında, bütün işler, haller, hareketler, sözler, nefesler, duygular, düşünceler... hepsi niyete bağlıdır. Yani, beyinden, gönülden,  ruhtan gelmeyen hiçbir şeyin değeri ve önemi yoktur yüce Mevla’mızın yanında,. kalpten gelmeyen, kalpten inmeyen  kalpten çıkmayan insani ve İslami değildir. Kaynağında gönül, menşeinde ruh olmayan ibadet,  ibadet değildir...
Bu konuyla ilgili pek çok ayet vardır. Bunlardan birinde Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“Öyle gün ki, mal ve evlat yarar vermez. Ancak Allah’a selim bir kalp ile gelenler müstesna (onların her halde iman ve iyi amelleri yarar verir.) (Şuara Suresi, ayet 88-89)
[--pagebreak--]
Peygamber efendimiz de şöyle buyurmuştur:
“Dikkat edin ki vücutta küçük bir et parçası vardır. Bu et parçası sıhhatli bulundukça, iyi çalıştıkça bütün beden de sıhhat bulur. Şayet o küçük et parçası fesada giderse bütün beden de fesada uğrar. İşte bu et parçası kalptir.” (Sahih-i Buhari, c 1, s 20)
Aziz okuyucu, gelin bu insanlara, yani bize, size, kendimize.. Kuran gerçeklerini genişliğine ve derinliğine anlatalım. İzah edelim. Onlarla, beyin ve gönül sohbetlerini sıklaştıralım.
Bakıyorum, mukaddesatçı gazete ve dergilerde,  idealist olarak tanıdığımız yazarlar,  politika yapıyorlar ya da birbirlerinin yazdıklarını tekrar edip duruyorlar. Farklı şeyler yazanlara, değişik konular üzerinde duranlara pek rastlanmıyor.Biz de artık, politika okumaktan,  politika düşünmekten, politika konuşmaktan ve siyaset yazıp, siyaset tartışmaktan bıktık, usandık.... İnsandan, onun psikolojik ve sosyolojik dünyasından, eğitiminden, bilgisinden, sevgisinden etraflıca niçin yazılmıyor ve neden bu meselelere arada bir olsa da  eğilinmiyor? Arada-sırada deneyenler var. Onların da bilgi ve  kültürleri  yetmiyor....Meselenin dışında güya  bir şeyler  söylemeye çalışıyorlar.
Bir doktora tezi olacak kadar geniş ve aynı zamanda önemli bir mevzu olan “şekilcilik” bir hastalık haline gelmiştir bu ülke insanlarında (özellikle dindar geçinenlerde) bizim, münevver ve mütefekkir köşe yazarlarımızın bu çirkin hastalıkla ilgili söyleyecekleri çok şeyler olmalı değil miydi?O halde  niçin söylemiyorlar, neden bir şeyler yamıyorlar?  Öbür cepheye  karşı, amansız savaş verenler, kendi cephelerine, içinde bulundukları safa  sıra geldiğinde neden yutkunmak  zorunda kalıyorlar?..Acaba bu insanlar  yanlışta, hatada, fitnede...kısaca, günahta birbirlerini idare etmeyi dostluk, kardeşlik, dayanışma mı zannediyorlar? Yoksa bizim bilmediğimiz başka sebepler mi var?..
İsrafın ve onun davet ettiği sefaletin sebepleri arasında birinci sırada yine “şekilperestçiliği” görmekteyiz. Beyin açık, gönül açık, mide delik ama, beyefendi İGS’den giyiniyor... Hanımefendi de Beymen’den... Dindar kızımız, muhafazakar bacımız ayların, yılların modasını, modanınrenk ve çizgilerini  alimallah  adım adım takip ediyor ....Onun, sosyeteden eksik neyi var? Elbette ki geri kalmayacak onlardan... Yarışı belki de sonunda o kazanacak... Hani İslam sadeliği, mütevazılığı, olgunluğu, ciddiyeti severdi.... Nerede bunlar, kapanma, örtünme, bunca şekillerin dünyasında boğulmaz mı sence. Yoksa , sence tesettür, çevreye, etrafa hava verme mi, tavır koyma mı, yukardan bakma mı?...Kısaca; ukalalık mı?...
Niçin ihtirasın, kinin riyanın ve nifakın kapı ve pencerelerini,  başınla birlikte kapatmıyorsun a benim genç, toy ve biraz da saldırgan kardeşim. Ah keşke o güzel beynini ve kalbini şunun bunun çerçöple doldurmasına  bu kadar  izin vermemiş olsaydın... Beyin özürlü, kalp körlü ve niyeti bozuk bazı insanlar, “Din adına, din dışı şeylerle” insanımızın ve bilhassa da genç kimselerin beynini çok kötü şekilde yıkamışlardır.
Daha iyi, daha güzel...Müslüman olma,  Müslüman yapma  adına, insanlarımızın, insanlıktan uzaklaştırılıp ve  İslam’dan kopartılmış olmalarını görmek, hakikaten bizleri yürekten yaralamaktadır. Bu  toplum fertlerini,  ne yapıp yapıp, mutlaka” Allah’ın indirdiği dinle” tanıştırmak mecburiyetindeyiz! Şu anda bir çoklarının(özellikle de  dinde iddia sahibi olup; bu yüce nizama hizmet  sunduklarını ifade edenlerin) bildikleri, yaşadıkları ve yaşatmaya(?!) çalıştıkları din, kahrolarak, söylüyorum; “uydurma dindir”Lütfen hatırlayınız, Abdullah İbn-i Mübarek:” Şu anda yeryüzünde iki din vardır; biri  Yüce Allah’ın indirdiği gerçek din; diğeri de sonradan uydurulan hüre fa dinidir”der. Maalesef,  bugün İslam  ülkelerinde  hakim olan dinin  Yüce Halıkk tarafından gönderilen  ve Cihan Peygamberinin yaşadığı ve ümmetine tarif edip, tebliğ ettiği din olduğunu söylemek  gerçekten de çok zor. Eğer öyle olsaydı, bugün böyle mi olurdu?.Görmüyor musunuz, .her tarafta  kan akıyor ve  her tarafta can alınıyor...Tek sebep:CEHALET!!! Beyin, kalp ve mide açlığı... Din adına, din dışı zalim  bir hayata mahkum olmak....
 
Tesettür, Dış İle İçi de Kapatmaktır
 
İslam,  kadının sadece dışını, başını  kapatmasını istemez; vücudunun dışı  ile birlikte içini de ruhunu da örtmesini ister. Ne var ki, “Dine hizmet” maksadıyla ortalarda gezenler ve bilhassa bu konuda devletin memuru, amiri olup,   Türk devletinden bu hizmetlerinden ötürü  maaşa bağlı olanlar, (Başta Diyanet olmak üzere)   bu dini  gerçekleri, daha doğrusu,- Allah’ın indirdiği dini- bilerek veya bilmeyerek Türk insanına öğretmediler. Halen bu Vatan  camilerinde,  yüce Nizamın yalnız bir kısmı, tek tarafı anlatılıp, konuşulmaktadır.Keza  aynen bunun gibi,  dini kitapların  bir çoğu da  keza  İslam sarayına, dış kapının anahtar deliğinden bakılarak kaleme alınmaktadır. Bunun için, bu eserler,  Türk beynini, Türk kalbini “Fıtrata uygun “biçimde  beslemekten uzaktırlar. Yan tesiri olanları da pek çok....
Yukarda işaret ettiğim gibi, şekilcilik hastalığı sadece insanla alakalı değil; diğer başka mekanlarda da  var.
Triyonlar  harcanmış, bir yurt, bir talebe pansiyonu yapılmış. İç tefrişine de  büyük harcamalar yapılmış  Ne güzel...Gelin görün ki, değerli okuyucu, bu muhteşem mekanda doğru dürüst zengin,   içi kitap dolu   kütüphane görmek mümkün değil. Son model kütüphane   var olmasına var da;  raflarında  kitap yok...Mevcut olan eserler de, belli başlı kliklerin kitapları. Onların sayısı da elli altmışı geçmiyor..Yıllardır yaşlanmışlar..Geçen seneler onları sararıp soldurmuş......Ne var ki  yaprakları  açılıp okunmamış...
Bir zamanlar, yolumuz Eğe vilayetlerinden birinde faaliyet gösteren bir talebe pansiyonuna uğramıştı.  Gerçekten de tek kelime ile mükemmel bir bina ile karşılaştık.Mutlu olduk...Gelin görün ki, yurt binasının ana kapısında nöbet tutan çocuğun durumu bir anda içimizi acıttı. Çünkü eli yüzü  sapsarıydı..Kansız kalmıştı. Belli ki dengesiz beslenmişti. Sizin anlayacağınız,  yavrunun,içi de boştu,  dışı da boştu...Sevincimiz yerini bir anda  hüzne bıraktı. Bu moral bozukluğu içinde müdür efendinin  odasına girdik. Bu mekan da son model eşyalarla dizayn edilmişti. Burada bir miktar kaldıktan sonra,  pansiyonun diğer ünitelerini görmek  üzere kalktık. Tek kelime ile her şey çok güzeldi. Fakat bizim yüreğimiz kapıdaki çoğun sefaletine takılıp kalmıştı. Bunun için güzelliklere sadece baktık  herhangi bir şey göremedik. Binayı terk edip kapıdan çıkarken; nöbetçi gencin  her iki elinden tuttum. O binadan ve içindeki kahraman Türk’ün can  çocuklarından  birinci derecede sorumlu olan beye dönerek aynen şunları söyledim: “Müdür bey, siz de çok iyi bilirsiniz;Yüce Allah katında, şu yavrunun tek bir tırnağı  yerlerden, göklerden dünya ve ahiretten çok daha değerlidir. Binaenaleyh, hizmet verdiğiniz(!) binanızın şekli hakikaten çok güzel. Ne yazık ki muhtevayı(İnsan unsurunu ve  o insanın  beynini, kalbini ve  midesini) öyle zannediyorum fazla  ihmal etmişsiniz. Ne olur bundan böyle, bu yapının maddesine,  dış cephesine verdiğiniz hizmetin, gösterdiğiniz  ihtimam ve  dikkatin çok azını  içindeki kutsal varlıklara da gösteriniz. Belli ki  şekil pereciliğiniz muhtevayı görmenize, çocuklarımızın iç dünyalarıyla(beyin, kalp ve mide) ilgilenmenize  engel olmuş...
Muhatabımız bu sözlerimiz karşısında  boş gözle  bakmakla yetindi. Fazla  bir şey anladığını zannetmiyorum.
[--pagebreak--]
Daha önce de   ifade ettiğimiz gibi, bu insanlar(ki bunlar başta İslam olmak üzere bir çok konuda iddialıdırlar) İlim irfan sarayını tanımak için, dış kapının anahtar deliğinden bakarlar. Bu itibarla,  en çok iddialı oldukları meselelerde  sınıfta kalmaktadırlar. En çok cahil oldukları şey ise; İslam’dır. Ezberlediklerinden başka bir şey bilmezler... Arlarında gazete, dergi ve kitap satın alanlar yok denecek kadar azdır. Sahip olanlar da okumazlar...Kitap, kalem, kağıt ve bunlara bağlı olarak” tefekkür” ise;Hakk getire...
O binalarda, bu güzel mekanlarda, bunca imkanlar içinde ne güzel hizmetler verilirdi değil mi? Türk milleti, buralara sanıldığından çok daha fazla yardımcı olmaktadır.. Malum, bu asil millet, Yemez;  yedirir; giymez;  giydirir...Hele söz konusu İslam ve Ona  hizmet söz konusu ise... Elinde,  avucunda  ne varsa, bu ilim(!)irfan  (!) ocaklarına aktarır. Yeter ki çocuklarımız okusunlar  adam olsunlar... Vatana, Millete,Devlete... faydalı olsunlar biz yemesek de  giyinmesek de  olur...derler.  Bu  kutsal niyetle  fedakarlığın her çeşidini gözlerini kırpmadan yaparlar...Tarih boyumca, bu,  hep böyle olmuştur...
Hiç unutmam, her hatırladığımda da içim yanar, azap duyarım...
Bir zamanlar, mukaddes kitabımızı önce okumaya ve daha sonra da O’nun yüce haki katlarını anlamaya, öğrenmeye  çalışıyoruz.. Yurt binasında yatılı kalıyoruz.
Binanın arsasını veren,  inşasında da maddi ve manevi  her türlü fedakarlığı yapan bir   amcamız  vardı. Rahmetli Rüştü amca ve  oğlu merhum Şakir ağabeyimizin ikinci  adresiydi yurt. Evlerinde farklı, damağa  uygun  herhangi  bir yemek piştiğinde kendileri ve çocukları tatmadan bir kısmını hocalarımıza getirirlerdi. Yoğurt yumurta gibi kendileri için  lüks sayılan  şeyleri de keza  sürekli  onlara  taşırlardı. Bunları getirir ve boşlarını alırken de son derece dikkatli ve rikkatli hareket ederler; Sizin işiniz çok, hizmetiniz büyük...Sizi daha fazla meşgul etmeden biz hemen kaçalım” derler,  kapıdan saygıyla girerler ve aynı duygular içinde çıkarlardı. Kendilerine, oturun biraz nefeslenin denildiğinde, hayır. Siz Allah’ın kitabına hizmet ediyorsunuz. Sizi meşgul etmek günahtır...derlerdi.
Bu muhterem insanlar kapıdan çıkar çıkmaz,  Türk çocuklarının beynini ve kalbini beslemekle görevli olan kişilerin  arkalarından söyledikleri;” Andavallı insanlar. Şu kadar zaman oldu, halen halkanın içine girmediler. Bunlardan ne köy olur  ne  kasaba...
Aradan bunca yıl geçmesine rağmen değişen fazla  bir şeyin olmadığını  biliyoruz. Her şey eskisi gibi devam edermiş.... Bu mekanlarda bugünde  Türk çocukları “Daha iyi Müslüman” olma adına  milli ve manevi değerlerden uzak bir halde yetiştirilmekte imiş.
Peki, bu durumda milyarlar, tiril iyonlar harcanarak  inşa edilen devasa tesislerin, Yurt binalarının, Kur’an kurslarının, camilerin, mekteplerin ve parti  binalarının manası nedir? Öyleyse niçindir taşa, ağaca, betona  bunca yatırım yapılmaktadır? Büyük büyük binalar...Gökleri tırmalayan  dev eserler...Ne yazık ki, içlerinde büyük beyinler, derin ve engin gönüller yetişmiyor.Yetiştirilmiyor...Muhteşem binalar;  içlerinde cılız cılız insanlar; hiç yakışıyor mu?İşte biz bundan dolayı, bu mekanlar için; gereksizdir... manasızdır... hikmetsizdir... diyoruz. Allah-Lillah aşkına siz söyleyin; haksız mıyız?...
Bu konu ile ilgili bir başka  örnek daha vermek istiyorum.
Karadeniz’in güzel vilayetlerinden birinde,  beş altı yüz kişinin namaz kılabileceği büyük bir  cami inşa edilmiş ve ibadete de açılmış; fakat  ab test almak için herhangi  bir yer(şimdilik)  düşünülememişti.  .Halihazırda minaresi de yoktu..Mabetten sorumlu olan  arkadaşımız, dernek mensuplarına ,  öyle bir minare yaptırmalıyız ki, Karadeniz’de eşi benzeri olmamalıdır, demekteydi. Kendilerine,” Evet, ifade ettiğiniz gibi,  böyle bir muhteşem  caminin   tabii ki  benzeri  bulunmayan  bir minaresi de olmalıdır.  Fakat,siz de takdir edersiniz ki, abdesthane ve tuvalet minareden önce gelir ve  çok daha önemlidir. Çünkü, burada namaz kılan Müslümanların bir çoğu uzaktan  gelmektedirler. Bu insanlar  tuvalet ihtiyaçlarını gidermek ve namaz kılmak için abdest almak durumunda kaldıklarında  (özellikle de Cuma günleri) tahmin edemeyeceğiniz kadar büyük bir  sıkıntıyla karşılaşacaklardır!.... Gelin, önce tuvalet yapılsın ve daha sonra da minareyi yaptırırız.”dedik.
Aldığımız cevap; “Efendim,  tuvalet ve  abdesthaneyi  kimse görmüyor. Minareyi ise herkes görmektedir.Bizim için,  falan mahallenin camisinin daha minaresi bile yok,  diyorlar.Bu bizi rahatsız ediyor.  Bunun için önce minareyi yaptıracağız ve daha sonra da diğer eksikleri gidermeye çalışacağız”. demişlerdi.Evet,  bu insanlar,  kısa zaman içinde  eşi  olmayan  harika bir minare yaptırdılar.  Çok uzaklardan bakıldığında bile görülüyordu. El-alem; aşk olsun adamlara,  Karadeniz’in en muhteşem minaresini diktiler camilerine”. demekteydiler. Allah’ın dinine hizmet etmeyi bir sevda(?!) haline getirenler dediklerini  yapmışlardı.  Herkes onlardan , onların başarısından bahsediyordu. Tabii, bu muhteşem mekanda, bu harika minarenin altında  tuvaletin olmadığından   kimsenin haberi yoktu.  Çünkü orası kapa yerdeydi, dışardan bakıldığında görülmüyordu. Bir çok Müslüman,  belki de ab destsiz namaz kılmaktaydılar. Olsun...Bunun  bir önemi yoktu. Mühim olan  “desinler”di  ve nitekim de dediler... Ve, önemli olan” görsünler”di. Çok  uzaklardan bakanlar bile gördüler.... İnsanların defni hacetlerini yapabilecekleri bir yer yoktu. Kimin umurundaydı. Namaz kılmak için farz olan abdest  su olmadığından   alınamıyordu, önemli miydi...Mühim olan  göklere yükselen minarenin  halk  tarafından görülebilmesiydi....
Biraz önce dedik ya dostlar, şekilperestçiliğimiz(Ki bu  onulmaz bir hastalıktır) arttıkça muhtevamız azaldı. Bitti, kurudu.. yerle bir oldu. “İslam’a hizmet”ten anladıkları ve sergiledikleri  bir avuç riya..Desinler görsünler  söyle sinler..hepsi bu...
Maksat: Rakipler ile, rekabet... O  dev binalar ile  övünüp iftihar etmek... “Benim binam daha büyük..Benim camim, daha muhteşem..Benim ..benim....” demek için değer mi aziz okuyucum, değer mi? Allaş aşkına söyleyin!..Bu,bize,  ruhların bin bir yara  içinde kalıp, her türlü  özelliğini  yitirmiş  olduğunu  göstermez mi?
Başında tüy bitmemiş, tırnakları çıkmamış yetimlerin hakkı var o binalarda değil mi? Türk milletine  karşı  mevcut “ diyet borçlarını”  nasıl, ne şekilde  ödemeyi  düşündüklerini, doğrusu merak ediyoruz. ...
Hülasa-i kelam aziz okuyucu,  artık bundan sonra biraz da  kendimizin,  iç alemimizin meselelerini  yazalım, konuşalım ve  tartışalım.... Gözlerimizi içimize çevirelim,içimize, özümüze dönelim ve ruhumuza , yüreğimize bakalım..Beynimizi, kalbimizi vicdanımızı dinleyelim...   Dilimizle de biraz da  kendimizle konuşalım;  nefsimizi sorgulayalım. Dışımıza    yaptığımız hizmetin hiç olmazsa  onda  birini kalp  sarayımıza beyin  evimize  yapalım. Artık, zarftan    mazrufa  geçme zamanı geldi belki de geçti...
Yıllardır durmadan, dinlenmeden  hep  başkalarını konuştuk,başkalarına yazdık ve  başkalarına baktık, başkalarıyla ilgilendik ve başkalarını sorguladık.Bulduğumuz her bir fırsatta, İslam dışındaki dinlere hücum ettik, böyle yapmakla  İslam’a hizmet edeceğimizi zannettik.kendi cemaat ve  tarikatımızdan;  parti  ve ekolümüzden olmayanların dedikodusunu yaptık, bu hareketimizle   kendi mensuplarımıza ve kendi davamıza faydalı olacağımıza inandık, veya inandırıldık,  ama çok kötü biçimde yanıldık.... Ne kaş yapabildik ne de Dimyat’ın  pirincine sahip olabildik...
Bu, sevimsiz bu çok kötü    hareketlerimizle  belki bir kısım zavallıları “batırdık”, ne var ki bir santim olsun  ne kendimizi ve ne de  etrafımızdakileri yükseltebildik! . Ancak bizi, Kiramenkatibin “bıçaksız katiller” olarak geçti amel defterimize.
Haydi canlar, bir olalım, diri olalım ve iri olalım...
Haydi dostlar, hep beraber titreyelim, beynimize, özümüze, içimize dönelim!..









Copyright © Bozkurt NET Tüm hakları saklıdır.

Yayınlanma:: 2004-09-12 (3472 okuma)

[ Geri Dön ]
Content ©
alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1