Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - Meçhule Sorular( Kürt Konusu)
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
yahyaoglu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 13, 2004
İletiler: 655
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 6:41 am    ileti konusu: Meçhule Sorular( Kürt Konusu) Alıntıyla Cevap Gönder

Ülküdaşlar bir iki gün önce sitemizde de yaşadıgım bir tartışma var. Aynı tartışmayı normal hayatımda da özellikle teşkilat içinden kişiler. Ocak veya parti yönetiminden kişilerle hatta Ülkücülükle alakası olmayanlarla da yapıyorum. Bu sitede bile Ülkücüyüm diyen bir kişi kürt konusu açıldıgında nasıl çark ettigini konuya girenler gördü. Amacım faşistlik ırkçılık yapmak degil. Ama ülküdaşlarım kadir21 arkadaşımızla bir konuşmamızda da belirtmiştim. Bazı gerçekleri görelim Şuan ülkücülük halkımızın çogunun gözünde çok kötü birşey yani sadece kavga gürültü olarak biliniyor. Bunun sebebi ise açık olarak ortada İzmir il yönetiminden Bir tanıdıgım Sait şanlı Bana bir konuşmasında. Vatanımıza muhalefet degil iktidar olarak hizmet verebilmek için bir ara çok fazla Ülkücülük sorgulamadan sadece yaşadıgı şehirde Tanınmış sevilen zengin insanlara yöneldiklerini söyledi. Tabi vatana hizmet için verilen bu tavizden karımız iktidar kaybımız ise saglam ülkücülerin partiden (birkısmının) sogumasına sebeb oldu.

Gelelim kürtlere arkadaşlık yaptıgım her kürtün bir şekilde ihanet veya büyük yanlışlarını gördüm. Bunun bütün kürtler kötü ve vatan hainidir anamına gelmediginin farkındayım. Ama iyi düşünün bir arkadaşınız var. Her hafta cumartesi buluşmak için sözleşiyorsunuz fakat siz saatlerce bekliyip geri dönmek zorunda kalıyorsunuz. İLk sorum bu randevuya 20 kere gelmedi. 21 inciye gidecek olan varmı? Yani bu güne kadar ihaneti belgelenmiş kürtlerin kitlesel olarak toplu olarak türkiye adına olumlu bir adım atma ihtimali varmı??????



İkinci sorum yahu pkk denilen adiler destekleyicileride dahil kim? Kürtler olabilir. Bir kısım kürt pkk yı destekleyip bölücülük yapabilir o adilerin zaten ne mal oldugu belli ama bence diger kürtler daha tehlikeli niyemi. Madem vatanına milletine baglısın. Niye pkk ya karşı doguda askerle beraber mücadele edilmiyor. Bu itler yemegini aşını afedersin karıyı kızı nerden alıyor. Nerede saklanıyorlar. Onlara açılan kahbe kucaklar onlardan daha tehlikeli degilmi?????????


Bir diger sorumda. Evet ülkemiz doguya yatırım yapmamışmış diyorsunuz ya. Ya bunca baraj su tesisi fabrika( yapılanların çogunu yagmaladınız) iç anadoluda varmı. Kızıl ırmakta kaç baraj var. Fıratta diclede kaç. Bence bu konuda en önemli gerçek. Ben izmirde dogdum belli bir yaşa kadar orada kaldım. İzmirli olanlar bilir izmirin en güzel manzaralı yerlerinde kürtler vardır. Ve izmirde ki kürtlerin büyük bir oranı zengindir. Niye okadar sevdikleri dogu topraklarında ki kandaşlarına yatırımı onlar yapmıyor. Bunu yerine yasadışı pkk ya para yardımı yapıyor?????????


Biliyorum ya konu sabtırıldı diye başlık kilitlenir. Yada bu soysuzlar abuk subuk cevaplarla konuyla alkası olmayan şeylerden bahsederler. Belkide soruların karşısında yine sorular yagar. Ne fark ederki bu konuda Ölüme giden yol olsa dönüş yok ihanet konusunda kimse bana sus demesin. Ben Türk oglu Türküm araştır ögren bizde ihanetin cezası ölümdür. Allah Türkü ve müslüman kardeşlerimizi korusun.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 8:28 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Olaylara insani açılardan yaklaşarak,eleştiri yapmak ve bazı insanları bölücük ve ırkçılıkla suçlamak elbette mümkündür.İnsanlar hep ideal sistemleri araştırlar,etik değerlerden bahsederler.İnsan hakları demokrasi üzerine konuşur da konuşurlar.Ama hayatın gerçekleri böyle değildir.Irkçılığı bir kaç kez yazdım.Bir kere daha yazayım.Irkçılık,kendisinin farklı olduğunu gerekçe göstererek,ayrıcalıklı olduğunu iddia etmek,yasaların ve edinilmiş hakların kendilerine farklı uygulanması gerektiğini söylemek,kendisi dışındakilere neredeyse yaşama hakkı tanınmamasını arzulamaktır.Bunu dünyada en güzel uygulayanlar,yahudilerdir.Bizim burada söylediklerimiz ise çok farklı.Biz halkımızı oluşturan tiplerden bir tanesinin,bu milletin kuyusunu kazdığını söylüyoruz.Burada bir kişi çıkıp iddia edemez ki,çingene vatandaşlarımız dahil,kürtler dışında bir topluluk,bölücülükle suçlansın.İstatistik diye bir bilim vardır.Burada,bazı verileri uzun yıllar kayda alır,meydana getirdiği etkileri ölçer,bazı formüllerle;bunların tekerrür etme ihtimallerini,oluştuğu anda meydana gelecek değerlerin gücünü hesaplayarak bazı sonuçlara gidersiniz.Mesela kamu oyu araştırması gibi;ya da deprem,yağış verileri gibi.Yağışları ölçerek 50 100 yıl gibi sürelerde ne zamanlar bir sel felaketi yaşayacağınızı,şiddetininve debisinin,süresinin ne olacağı gibi verileri tahmin edersiniz.Sosyolojik olaylar da böyledir.Tarih tekerrürden ibarettir lafı boşuna söylenmemiş güzel bir laftır.Önünde Napolyon örneği dururken,Hitler'in sonbahar ayında Rusyayı istilaya kalkışması,kitlesini peşinden sürükleyen,düşünceleri ne olursa olsun;zekası tartışılmayacak bir adamın yapacağı bir hata değildir.Ama yapmış,ve ulusunu mahvetmiştir.Biz kürtlerin ayaklanacağını neye dayanarak iddia ediyoruz?
1-Geçmişte yaptıklarına bakarak
2-Şark meselesinin,aslında Avrupanın bir oyunu olduğunu bilerek
3-Iraktaki gelişmelere bakarak.
Şimdi ilk ikisini bırakalım.Buna dair yüzlerce misal var geçmişte.Avrupanın dayatmaları,elden ele dolaşan haritalar hep ortada.
Irak'a bakalım.Bunların Kuzeyde bir devlet kurduğu kesin.Kuracaklar demiyorum.Kuruldu bu.Ancak resmen ilanınna kaldı.Sünnilerle şu anda başa çıkamayan abd,yeni bir cephe açmak istemediği için bu ilan geciktiriliyor.Peki bu devlet nereden soluk alacak?Denizle irtibatı nereden olacak?Petrolünü nereye akıtacak?Nereden yükleyip satacak?İhtiyacı olan ihracatı,en ekonomik ve süratli nereden yapacak?Herhalde abd sonsuza kadar bu ülkede kalıp bunlara,havayollarıyla devamlı ikmal yapacak değil.Şu anda güçlü bir Türk devleti istediği anda ekonomik olarak bunların gırtlağını sıkar ;isterse nefes aldırmaz.Peki o zaman ne olacak?Buradan çıkan sonuç şu.Kürt devletinin varlığının devam etmesi için,Türkiyenin yıkılması gerekir.Peki bu kimlerin de işine gelir aynı zamanda?Cevabını vereyim.Sadece birkaç devletin değil.Başta komşu ülkeler dahil,Tüm dünyanın işine gelir.Bundan çıkarı olmayan millet yoktur.Çünkü hala boğazlar,akdenizin ve ortadoğunun nefes boruları,ki kıbrıs çok önemli;Türkiyenin elinde.Hava denetimi falan bunları geçin.Gidemediğin yer senin değildir.Dünyaya gideceksen,denizlerde var olmak zorundasın.İngilterenin ve abd nin donanmasının gücü,ve en kıdemli sınıf olması boşuna değildir.Şimdi dönüp içimize bakalım.Sabıkalının durumu ortada.Devlet her zaafiyet gösterdiğinde bunlar kalgımış,zıplamış.Din yoluyla istismara çok yatkınlar.Bu da diğer yumuşak karınları.En önemlisi,çok büyük vaadler var.Doğrudan;efendilik vaadediliyor.Kendilerine söylenen şu."Biz Türklerin işini nasılsa bitireceğiz.Bu göreve siz talip olun.Olmazsanız biz gene yaparız.Ama başka bir milletle.O zaman siz de onlarla birlikte batarsınız."Evet söylenen bu.Benim batının aydın geçinen halkım;ege gibi bir yerde,"başörtüsü yasağı gelmezse,abd yılbaşından sonra Türkiyeyi bombalayacak",ya da" avrupa birliğine girersek ayda cebime 1000 euro girecek"laflarını yutuyorsa,o adamların rahat durması imkansızdır.Adamlar kuzey ırakta bayrağını dalgalandırırken,aynı dili konuşan,aynı kandaki insanlar,ne kardeşlik ne de mermer lafına itibar etmezler.Kurtlarla yaşayacağına,çakallara katılacaklardır.Sen kaç yüz yıldır yapamadığını,eğitimle falan yapamazsın.Bu aldatmacadır.Psikoljik savaştır.Ninnilerle uyutmaktır milleti.Çünkü artık senin fazla zamanın kalmadı.İş bitti bitecek.Bu tehlikeyi görüp de,bu tehlikeye sebep olacakları dışlayarak yeniden mermerleşmek,bu olayın planlayıcılarının işine gelmez.Çünkü onlar da biliyor ki,bu parçalanma kürtlerle sınırlı kalırsa,başarı ihtimali sıfır.Bunları diğer gruplar üzerinde,özellikle dini bazda da deneyecekler.İşte feryadımızın sebebi bu.Bu gün polisin başında bir kürt şefe,orduda bir kürt komutana güvenemezsiniz.Biz savaş meydanlarında kaç kez vurulduk arkadan.Bir şey olmaz demek cahilliktir,geçmişini bilmemek demektir.Gidin 12 eylülü yapanlara sorun.Bu harekete kalkışırken en çok korktukları,ordunun içinde bir kürt ayaklanması olmuştur.Bunu bu ülkeyi yönetenler bilmiyor mu?Ben tezimde ısrar ediyorum.Bu nikak zoraki bir nikahtır.Yürümez.Yürümeyecektir.Ben sözlere bakmam.Yapılan davranışlara,ve niyetlere bakarım.RTE iktidara gelirken,avrupa birliğine girececeğim dedi;ama ne bahasına olursa olsun,gerekirse kıbrısı da Türkiyeyi de satarım diyerek değil.Onun için pek azı dışında ben onların söylediklerine inanmıyorum.Devlet de kimin sadık olup kimin olmadığını biliyor.Zaten o aşiretlerle de ilşkisi iyi.Ama ben bunu genele yayamam.Benim düşüncelerim budur.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
yahyaoglu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 13, 2004
İletiler: 655
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 8:43 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kadir ülküdaşım diline eline saglık. İstedigim formatı istedigimiz formatı yakalamalıyız. Kastım sadece kürt konusu degildir.Ülkücü olan insan okumalı araştırmalı neyin ne oldugunu bilmeli bence. Hele devlet meselelerinde kulaktan dolma bilgilerle hareket etmeyi hiç bir ülkücüye yakıştıramıyorum. Hepimizin bu konularda araştırmalar yapıp bir birimizi bilgilendirmemiz gerek.


Bu arada kürt kardeşlerimiz diye başlayacagım belki bir aldatmacadır bilemiyorum ama 1600 imzalı bir dilekçeyi tbmm ye vermişler. Dilekçenin konusu leyla zana ve arkadaşlarının konuşmalarında ve Almanyada verdigi ilanlardaki kürtler hakkındaki düşüncelere katılmadıklarini. Türkiyenin bu günki kanun ve şartlarının onlara uygun oldugunu ve ve türkiye cum. vatandaşı olduklarını vurgulamışlar. Dilekçe diyarbakır başta bir kaç ilimizden imzalanmış. Şimdi diyorumki net belli olmamakla beraber 12 milyonun üzerinde kürt olması lazım yarısı sadece yarısı bu tarz eylemler yapsın. Türkiyeli olduklarını her koşul ve şartta türkiye için çalışacagını vurgulasın. Ve yürüyüş eylem miting düzenlesin bütün işlerimi bırakıp katılmassam namert olayım.........................
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 9:35 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Bu insanlar;eğer olay gerçek ise,benim çözüm önerilerimde verdiğim taahhütname olayını ,devlet istemeden yerine getirmişlerdir.Bunlara kardeşlerimiz demekte mahzur görmem.Eğer habe r gerçekten doğruysa onlara bizden selam olsun.Adam olsunlar,bu yaşımda gider oralarda ücretsiz onlar için çalışırım.Çalştım da yıllarca.Yeter ki bizi satmasınlar.Gidip çalışmazsam şerefsizim ben de.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 9:39 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ama, artık benim askerime,polisime,öğretmenime bir tek mermi sıkılmayacak.Biliyorum ki onlar gerçekten bağlı ise,bu olayları sızanlar yapamaz.Yataklık yapmasınlar,devletimizle beraber hareket etsinler.O zaman ben de sözümü yerine getiririm.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
yahyaoglu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 13, 2004
İletiler: 655
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 9:55 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

KAdir ülküdaşım sadece 1600 imza diyrumya. Kürtlerin içinden samimi olarak türkiyeye sevgi saygı duyan varsa arkasındayız. Görsünler demekki iyi bir hamle yaptıklarında yanındayız. Nasıl yaptıkları ölümün cezası ölüm ise bunun da mükafatı kardeşliktir derim. Allah türkiye ve türk halkını korusun . Türke bu kutlu davasında Zafer nasip etsin.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 10:01 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

amin.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
motuntuman
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: May 24, 2004
İletiler: 137

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 2:38 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

TÜRKİYE'DEKİ TERÖR ÖRGÜTLERİ


Kürtlerin Kimliği ve Günümüz Siyasi Gelişmeleri
Siyasi Kürtçülerin Tezi

............ Türk tarihi incelendiğinde, geçmişte birçok Türk boyunun kökenlerini kaybederek ya Hıristiyanlaştıkları – Gagavuz, Karaman ve Yakut Türkleri gibi- ya da Hazar Türkleri’nde gözlediğimiz tarzda dinlerini ve kimliklerini yitirerek Musevileştikleri bir gerçektir. Bulgar Türkleri’nin Slavlaşması da aynı şekilde unutulmamalıdır. Ünlü düşünür Arthur Koestler, Onüçüncü Kabile adlı eserinde bu gerçeğe temas ederek aynen şöyle demektedir: “... Hazaralar Türk kökenli, bir ulustu.” (11).

Siyasi Kürtçülük, günümüzde: Soy, kültür ve dile dayalı kimlik arama sürecine, sosyal bilimler metodolojisini de kullanarak, hız vermektedir. Ülkemizde siyasi partileri vardır.

Türkiye’nin Güneydoğu yöresi ile ilgili konuları “bilim metodu” ile ele aldığını ileri süren bazı Kürtçü teorisyenler bölgenin tarihçesi hakkında şu yargıları ileri sürmektedirler: “Kürdistan tarihinde çok önemli dönüm noktaları vardır. Örneğin Guti-Asur, Med-Pers ilişkilerinin, Urartular’ın bu ilişkilerdeki konumlarının incelenmesi önemlidir. M.Ö. 3100 yıllarından itibaren Gutiler hakkında bilgi vardır ve Gutiler Mezopotamya’nın yerli halklarından biridir” (12). Bu ifadeler, araştırmacının Kürtlere bir köken arama zihniyetinin en tipik örneğini teşkil eder. Yazar, görüşlerine devam etmektedir: “Gutilerin, Asurluların, Urartuların ve Medlerin birbirleriyle ilişkileri aydınlığa kavuşturulmalıdır. Gutilerin ve daha sonra Medlerin Kürtlerin ataları olduğunu biliyoruz. Ermenilerin ise Urartularla çok yakın bağları var” (13).

Bu ifadelerin tarihi gerçeklerle uyum sağlayan hiçbir yönü yoktur. Amaç, Kürtlerin ayrı bir millet olduğu, Türkler tarafından sömürüldüğü izlenimini yaymaktır. Bu teze karşı, gerçekleri ortaya koymak, Kürt kardeşlerimizin nasıl ve ne tür yalanlarla belirli odak noktalarına itildiklerini göstermek bir vicdan borcudur, yoksa ırkçılık değildir. Irkçılığı siyasi Kürtçülerin bizzat kendileri yapıyor.

Öyle ki, yazar tarihi gerçeklerden habersizdir. Derin bilgi eksikliği içindedir. Bir kere Guti veya Gutlar Mezopotamya’da M.Ö. 3100 yıllarında değil, 2150-1950 yıllarında yaşamışlardır. İkinci önemli hata, Kürtlerin ilk atalarının Gutiler, daha sonra da Medler olarak kabul edilmesidir. Bilindiği üzere, Gutiler Mezopotamya’da hüküm süren Türk kökenli bir millettir. Ünlü Sümerolog B. Landsberger, Gutilerin kökeni hakkında aynen şöyle diyordu: “Gutiler M.Ö. 2150-1950 yılları arasında tarih sahnesinde görünmüşlerdir. Bu nedenle, Türklere en yakın bir suretle münasebettar olan, hatta belki de ayniyet gösteren kabile Gutlardır” (14). Aynı görüşleri Prof. Dr. Veciha Hatipoğlu da paylaşmaktadır: “Güney Mezopotamya’daki Sümer uygarlık halkasını, daha yukarılarda Kuzey Mezopotamya’ya yayılarak sürdüren, yaşatan Gutlar, daha sonra da Kas’lardır. Kas’ların dillerinin Türkçe oluşunun açıklanması ile, Sümerce sorunu da aydınlığa kavuşmuştur” (15)

Bütün bu gerçeklere karşılık, siyasal Kürtçüler bilimsel niteliği bulunmayan ve metodik hiçbir incelemeye dayanmayan görüşlerle kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadırlar. Özellikle, Cemşit Bender de Gutilerin Kürtlerin ataları olduğu tezini Egen Eick Stedt’a dayanarak belirtilmektedir (16). Hatta, bu örneklerle de yetinmeyerek, Mitanni, Kassit ve Medleri de yine benzer alıntılarla Kürtlerin ataları olarak ileri sürmektedir.

Kısacası, bu Kürtçü teorisyene göre Elazığ, Malatya, Urfa, Van ve Zagros dörtgeni içinde kalan bir Beton Ütopyası Kürtlerin vatanıdır ve Kürtler M.Ö. 11000 yılından beri bu topraklarda büyük uygarlıklar kurmuşlardır. Bender’e göre: “Tarih içinde Guti devletinden başlayarak Hurri, Kassit, Mitanni, Urartu ve Med gibi büyük devletleri de yine Kürtler kurmuşlardır” (17).

Oysa, daha önce de belirttiğimiz üzere, Ord. Prof. Dr. Benno Landsberger 20-25 Eylül 1937 tarihli Kongreye sunduğu tebliğde Kut diline ve bu dilin eski Türkçe ile benzerliğine değinmiştir. (18). B. Hrozni ise, Kutlar (Gutiler), Lullubi ve Kasit halklarıyla akrabadırlar. Tarihi tespitlere göre Kutlar ve Gutiler Hazar Gölünün Güneydoğusu ile Amu Derya (Oxus) ırmağı arasındaki bir bölgede oturmakta idiler. Daha sonra da, İ.Ö. 2500-2400 yıllarında, Hazar gölü boyunca Batıya doğru harekete geçmişler ve sonraları Güneybatıya göç etmişlerdir. Zagros dağlık bölgesinde, bu yerin kuzeydoğusuna yerleşmişlerdir” (19).

Görülüyor ki, Gutiler (Kutlar) Zagroslu değildirler. Asyatik topluluklardır. Dilleri Türkçe ile benzerlik arzetmektedir. Hatta, ünlü Türkolog A. Von Gabain ve L. Raszony’de Kut dilinin eski Türkçe ile ilgisini belirtmişlerdir (20).

C.Bender’in “Atı ehlileştirenlerin, cirit oyunu, halı ve kilimi ilk kullananların da Kürtler olduğu” tarzındaki görüşleri eleştiri niteliği taşımayan hamasi nitelikli beyanlardır. Bunun gibi Bilge Umar’ın Kürtçe’den Türkçe’ye sözcük ve deyimlerin geçtiği, “Çılbır, kötek, kuçu, çük, çaçan “ tarzındaki bayağı kanıtları son derece bilim dışı değerlendirmelerdir (21). Kötek sözcüğü Türkçe’dir (22). Gülensoy’a göre, “günümüz Kürtçesi çok sayıda yabancı kelime ihtiva eden bir Türkçe’dir. Kurmança da bazı cümleler Türkçe cümle yapısına uyduğu halde bazıları da Fars ve Arap sentaksına uyar” (23). Hatta, T. Gülensoy “bugünkü haliyle kurmança ağzının Türkçe’nin bir ağzı olduğu görüşündedir.

DİPNOTLAR

(11) Arthur Koestler, Onikinci Kabile, Sh: 10, Ada Yayınlan,1976.

(12) İsmail Beşikçi, Devletler arası Sömürge: Kürdistan, 1990, Sh.: 22, Alan Yayıncılık.

(13) İ. Beşikçi, Devletlerarası Sömürge, Sh.: 176, 14 nolu dipnot.

(14) B. Landsberger, Ön Asya Kadim Tarihinin Esas Meseleleri, II. Türk Tarih Kongresi Tebliğleri, 20-25 Eylül 1937, TTK Yayınları, 1943, Sh.: 103. .

(15) V. Hatipoğlu, Türk Tarihinin Başlangıcını Ararken, Milliyet Gazetesi, 20 Eylül 1980...

(16) Cemşit Bender, Kürt Tarihi ve Uygarlığı, s. 40, Beşinci basım, Temmuz 1995, Kaynak Yayınları, İst.

(17) C. Bender, a.g.e.s.41

(18) Kemal Balkan, Kutça ile Türkçe Arasındaki Benzerlikler, Erdem Dergisi, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları s. 8, Cılt: 6, Sayı: 16, Ocak 1990, Ankara.

(19) Bedrica Hrozny, Nistoire de L'Asie anterieure de la Crete, Paris, 1947.

(20) K. Karpat, a.g.e., s. 8

(21) Bilgi Umar, Türkiye Halkının Ortaçağ Tarihi, s. 340-341, 1998, İnkılap Kitapevi, İstanbul.

(22) Tuncer Gülensoy, Kürtçenin Etimolojik Sözlüğü, s. xxı, 1994. Ankara. Bir diğer kaynak da Farsça kökenli olduğunu ileri sürmektedir (Türkçe Sözlük, Cilt: 2, Yeni Baskı, Türk Dil Kurumu, 1988. Ankara)

(23) T. Gülensoy a.g.e. s. XLV
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
motuntuman
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: May 24, 2004
İletiler: 137

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 2:39 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ben kürtçü degil TÜRK MİLLİYETÇİSİYİM sadece sizile yöntemlerimiz farklı
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
motuntuman
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: May 24, 2004
İletiler: 137

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 2:50 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

bir yazı daha gönderiyorum bu sefer ben konuşmuyorum tarih konuşuyor
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
motuntuman
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: May 24, 2004
İletiler: 137

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 2:51 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Çözüm ortak değerlerde



Sayı: 498 | Mustafa Akyol


Aralık"ta AB"den müzakere tarihi almaya hazırlanan Türkiye, birbiri ardına önemli adımlar atıyor. TRT"de Kürtçe yayının başladığı gün DEP eski milletvekilleri serbest bırakıldı. Terör örgütü PKK"nın ateşkesi bozduğu bir dönemde bölgenin ihtiyaç duyduğu huzurun anahtarı, tarihi geçmiş ve ortak değerlerde saklı.
Cumhuriyet tarihinin en önemli günleri yaşanıyor. Aralık ayında Avrupa Birliği"nden müzakere tarihi almayı hedefleyen Ankara, birbiri ardına önemli kararlara imza atıyor. AB"ye uyum yasaları çıkarılıyor, Kürtçe dil kursları açılıyor, devlet televizyonunda Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılıyor.


Ankara"da alınan son karar, Yargıtay 9. Ceza Dairesi"ne ait. Demokrasi Partisi"nin (DEP) 1994 yılında mahkum edilen 4 eski milletvekili Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan"ın 10 yıl kaldıkları Ulucanlar Cezaevi"nden tahliyeleri ile sonuçlanan süreci başlatan mahkeme kararı, Türkiye"de yeni bir dönemin başladığını işaret ediyor.

Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile görüşen, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal tarafından kabul edilen DEP eski milletvekilleri, Diyarbakır"da yapılan mitingde barış çağrıları yaptı ve kırgınlıkların unutulması temennisinde bulundu. "Büyük acılar çekildi, büyük yaralar açıldı. Bunların kapanması için zamana ihtiyaç var" diyen Leyla Zana, "Bu coğrafya Filistin, Lübnan olmamalı. Hele Yugoslavya hiç olmamalı" dedi. Benzer mesajlar veren Hatip Dicle de Kürtlerin ve Türklerin bin yıldır birlikte yaşadığını, bunun 950 senesini barış içerisinde geçirdiğini hatırlatarak "Dinimiz ortak olduğu için kardeşliğimiz bin yıl sürdü. Kardeş kardeşe hâlâ yaşayabiliriz" diye konuştu. Zana ve Dicle"nin vurguladıkları bir başka husus ise kendilerinin artık olgunlaştığı, bundan sonra kimseyi incitmeden haklarını arayacaklarını söylemeleriydi.

Dört eski siyasiden bu "sağduyulu" açıklamalar gelirken öbür tarafta terör örgütü PKK her gün bir askerimizi şehit ediyordu. Zana ve arkadaşlarının altı ay ateşkes istemesi, hele DEHAP Genel Başkanı Tuncer Bakırhan"ın "hükümet ile PKK/KONGRA GEL"e aynı yakınlıktayız" diyerek hakemlik rolüne bürünmesi büyük tepkilere yol açıyordu. Şüphesiz Türkiye"de terör örgütü PKK"nın açtığı yaralar kapanmış değil. 1978 yılında, Urfa"nın bir köyünde bir grup genç tarafından kurulan örgüt, hâlâ ciddi bir tehdit unsuru. Şubat 2000 tarihinde aldıkları ateşkes kararının 1 Haziran 2004"ten itibaren geçersiz olduğunu ilan ederek, bu özelliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

1990 Körfez Krizi sonrası Irak"ın kuzeyinde meydana gelen boşluktan yararlanan terör örgütü için yolun sonu görünmüş durumda. AB"ye uyum çerçevesinde çıkarılan yasalar, terör örgütünün varlık sebebini ortadan kaldıracak niteliğe sahip. Ancak, insanların hislerini akıllarının önüne geçiren etnik milliyetçiliğin meydana getirdiği bir anaforun olduğu da bir gerçek. Türkiye"nin, sosyal dokusuna zarar vermeden bu meseleyi çözmesi kaçınılmaz görünüyor. Elbette, tarihî tecrübeyi dikkate alarak...

Çözüm için kaynaklardan biri: Osmanlı tecrübesi

Binlerce yıldır Ortadoğu"da yaşayan bir halk olan Kürtlerin, Türklerle olan ortak tarihini anlamak için 16. yüzyılın başlarına, Yavuz Sultan Selim devrine uzanmak gerekiyor. Osmanlı devletinin sınırlarını doğuya doğru genişleterek Ortadoğu"nun büyük bir bölümüne hakim olan Yavuz Selim"in karşılaştığı en büyük tehlike Safavilerdi. Liderleri Şah İsmail, sürekli olarak Anadolu"daki isyanları körüklüyor ve Osmanlı için askeri bir tehdit oluşturuyordu. 1514 tarihli Çaldıran Savaşı ile Yavuz, Safavi tehlikesini önemli ölçüde püskürttü. O zamana kadar Safavilerden rahatsız olan Sünni Kürt ve Türkmen aşiret beyleri, bu savaşta Osmanlı ordusuna büyük destek verdi.

Bu, Osmanlı ile Kürt beyleri arasında doğal bir ittifakın oluşması anlamına geliyordu. Ancak Çaldıran savaşı, Güneydoğu Anadolu"nun Osmanlı tarafından fethedilmesi anlamına gelmiyordu. Savaştan sonra da bölge, aralarında herhangi bir birlik olmayan Kürt beylerinin egemenliği altında ve Safavi tehlikesine açık kalmıştı. Savaştan sadece iki yıl sonra bu sorun da halledilecek ve Kürtlerin yaşadığı bölgeler Osmanlı toprağı haline gelecekti. Bunu sağlayan en önemli aktör ise "İdris-i Bitlisî" adlı Kürt din âlimidir.

Yirmi yıl kadar Akkoyunlu devletinin hizmetinde çalışan İdris-i Bitlisî"nin babası soylu Kürt ailelerinden Mevlânâ Şeyh Hüsameddin El Bitlisî"ydi. İdris, Kürtçe gibi Türkçeyi de çok iyi biliyordu. Sühreverdi tarikatına bağlıydı. Akkoyunlu Türkmen devletinin başkenti Diyarbakır iken, burada hükümdar Uzun Hasan Beğ"in sarayında şehzadelerin hocası ve katip olarak çalışmıştı. Şah İsmail, Tebriz"i fethederek Akkoyunlu devletini yıkınca İdris de İstanbul"a gelip II. Bayezid"le görüştü. Padişah bu Kürt din âlimine büyük saygı gösterdi ve onu Osmanlı sarayında tarih yazıcılığıyla görevlendirdi. İdris, Osmanlı"nın ilk sekiz padişahının hayatını anlatan Heşt Behişt (Sekiz Cennet) adlı ünlü eserini burada yazarak Sultan"a sundu.

Sultan Bayezid"in yerine Yavuz Selim tahta geçince, İdris, yeni sultanın Doğu siyasetinin danışmanı oldu. Yavuz"la birlikte Çaldıran seferine katıldı, savaş sonunda Osmanlı egemenliğine geçen Tebriz"de bir süre kalarak Ulu Cami"de halka vaazlar verdi. 1516 yılında, Şah İsmail"in Doğu ve Güneydoğu Anadolu"yu yeniden istila etme hazırlığında olduğu ortaya çıktı. Şah, Çaldıran savaşında öldürülen komutanı Mehmed Han"ın yerine onun kardeşi Karahan"ı tekrar Anadolu"ya gönderdi. Bu komutan Diyarbakır ve çevresini kuşatma altına aldı.

Osmanlı"ya sığınan Kürt beyleri

Bu tehlike karşısında, bölgedeki Kürt aşiretlerinin beyleri bir araya gelerek Osmanlı"ya katılma kararı aldı. Bu talebi de "Ariza" adlı bir metinde anlattılar. "Ariza"yı Kürt beylerini temsilen Sultan"a götüren kişi İdris-i Bitlisî"den başkası değildi. İdris, ayrıca, kendisinin Farsça kaleme aldığı İstimaletname"de "Bilad-ı Ekrad" yani "Kürt beldeleri" hakkında bilgiler verdi. Yavuz Sultan Selim, kendisine başvuran Kürtlerin isteğini geri çevirmedi ve bu "bendeleri" Safavi tehdidinden kurtarmaya karar verdi. Yavuz"un emriyle, Konya Beylerbeyi Hüsrev Paşa, İdris-i Bitlisi"nin manevi desteğiyle 10 bin kişilik bir gönüllü ordusu topladı ve Diyarbakır"ı Safavilerden kurtardı. Safavi kumandanı Karahan, Mardin"e kaçtı. Osmanlı ordusu, Mardin üzerine yürüdü sonuçta bu kenti de aldı.

Bu tarihten itibaren, Diyarbakır ve Mardin Osmanlı topraklarına dahil edildiği gibi, İdris"in Yavuz Selim adına bölgenin Kürt-Türk beyleriyle anlaşması sayesinde Bitlis, Urmiye, İtak, İmadiye, Cizre, Eğil, Hizran, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa (Hasankeyf), Meyyafarikin ve Cezire-i İbn Ömer gibi toplam 25 mıntıka barışçı yollarla Osmanlı idaresine bağlandı. Bu üstün başarılarından dolayı Yavuz Selim, İdris-i Bitlisî"yi ödüllendirdi. Kendisine bir ferman göndererek Diyarbakır bölgesini ona "temlik" olarak verdi. Ayrıca merkezi Diyarbakır olan ve Yavuz Selim"in 1516 yılında yeni kurduğu "Arab Kazaskerliği" kendisine bahşedildi. Böylece İdris-i Bitlisi Osmanlıların en büyük siyasi rütbelerinden biri olan kazaskerlik rütbesiyle taltif edilmiş oldu.

Uzun Osmanlı yılları

Bölge Osmanlı"ya bağlandıktan sonra Kürt aşiret ve beyliklerine otonomi tanındı. Kurulan "Diyarbekir Vilayeti" bünyesinde 11 sancak Türk idarecilerine, 8 sancak yerli (Kürt) beylere verildi. Osmanlı"nın idari sisteminde en büyük birim "vilayet" idi. Tek bir Diyarbekir vilayeti tüm Güneydoğu Anadolu"yu içine alıyordu. Vilayetin altında livalar, onun da altında sancaklar vardı. 1520 yılındaki bir Osmanlı belgesinde, "Vilayet-i Diyarbekir" başlığı altında 9 liva, bunların da altında 28 "Ekrad sancağı" (Kürt sancağı) sayılıyordu. 1526 yılına ait bir belgede ise, "Diyarbekir Vilayeti Livaları" başlığı altında önce 10 Osmanlı sancağı, sonra da Vilayet-i Kürdistan başlığı altında "Ekrad sancakları" denilen 17 sancak sayılmıştı.

Belgeleri yorumlayan tarih profesörü Ahmet Akgündüz, Diyarbekir vilayeti içindeki sancakların 35"i geçtiğini; bunların 16"sının tımar düzenine tâbi klasik Osmanlı sancakları olduğunu; kalanların ise "yurtluk-ocaklık" ve "hükümet" diye de tasnif edilen "Kürdistan vilayeti livaları" olduğunu söylüyor. Bunun anlamı, söz konusu Kürt bölgelerinin belirli bir otonomiye sahip olduklarıdır. Bu düzende Kürtler kendi hayatlarını sürdürdü. Bu durum onlara kimliklerini koruma imkanı verdiği gibi, feodal düzenin sürmesini kolaylaştıran bir hukuki düzen de getirmiş oldu.

Türklerle Kürtlerin kaynaşması

Osmanlı tarihi bakımından belirtilmesi gereken bir diğer olgu da, Kürtler ile Türklerin kaynaşmış olmalarıdır. Kürtlerin tarihi konusundaki en önemli uzmanlardan biri olan David McDowall, The Kurds adlı kitabında bu hususun altını çiziyor: "Kuşku yok ki, geç dönemde, bazı Arap ve Türkmen aşiretleri kültürel anlamda Kürtleştiler. Kürt ve Türkmen kabileleri bir arada yaşadı, bazı durumlarda birbirleri ile karıştı, bazı Türk liderler Kürtleri cezbetti veya bunun tam tersi oldu." David McDowall"a göre, aynı şekilde çok sayıda Kürt, özellikle Müslüman ordularında profesyonel asker olanlarla, Türk veya Arapların yoğun yaşadığı bölgelere göçen köylüler ve aşiretler, Kürt kimliklerini kaybetti.

Kürtler için Osmanlı ordusunun ilgi çekici olduğunu dile getiren David McDowall, Kürtlerin sabit ordunun süvarileri arasında Türklerin yanında yer aldığını söylüyor. Kürtlerin en önemli katkısının, özellikle merkezden uzaktaki birliklerde olduğunu hatırlatan McDowall, 1630"ların ortalarında İran"a yapılan bir Osmanlı seferinde Hakkari ve Mahmudi Kürtlerinin ana ordunun önünde yer aldığını, Bitlis"ten gelen piyadelerin ise arka birlikleri oluşturduğunu belirtiyor.

Bedirhan efsanesinin aslı

Kürtler arasında, 1840"lardan itibaren bazı isyanlar baş gösterdi. Kürt tarihinde önemli bir yere sahip olan Bedirhan ailesine, bu isyanlardaki öncü rolü sebebiyle hâlâ pek çok Kürt milliyetçisi tarafından efsanevi anlam yüklenir. Halbuki, ne Bedirhan ailesinin isyanlarında ne de o dönemdeki diğer Kürt kalkışmalarının herhangi birinde milliyetçi motif yoktu. Bunlar, 1839 yılındaki "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" ile başlayan Tanzimat dönemine tepki olarak gelişmiş hareketlerdi. Osmanlı, Tanzimat"la birlikte, daha önce geniş bir otonomi verdiği bölgeleri merkeze sıkı biçimde bağlamaya çalışıyordu. Buna tepki gösteren yerel liderler de ayaklanıyordu. Bunların kimisi Kürt, kimisi de Türkmen"di.

Tanzimat süreci ile Osmanlı idarecileri, merkezi yönetimi güçlendirmek, etkili biçimde vergi toplamak ve kuvvetli ordular kurmak niyetindeydi. O dönemde pek çok eyalette vergi Osmanlı memurları tarafından değil, yerel yöneticiler tarafından toplanıyor, bunlar da topladıkları verginin ancak bir kısmını merkeze aktarıyordu. Merkezin güçlenmesi için etkili bir bürokratik yapının kurulması ve bu yolla eyaletlerin kontrol altına alınması gerekiyordu. Bu işi en iyi başaran kişi, devleti 1876-1909 yılları arasında yöneten Sultan II. Abdülhamid oldu.

Hamidiye Alayları ve Abdülhamid"in

Kürt politikası

Sultan II. Abdülhamid, devletin Müslüman halklarını bir arada tutmaya büyük önem verdi. Doğudaki Ermeniler arasında gelişen fanatik milliyetçi çeteler, Abdülhamid"in bu bölgeye özel bir şekilde eğilmesine vesile oldu. Abdülhamid"in getirdiği çözümün çatısını da "Hamidiye Alayları" oluşturdu. Abdülhamid"in ismine kurulan bu alaylar, Güneydoğu"daki Kürt aşiretlerinden adam devşirilerek bölgeyi Osmanlı devleti adına korumak amacıyla kurulan yarı askeri birliklerdi. Giderek büyüyen Rus tehdidine ve Ermeniler arasındaki milliyetçi örgütlenmeye karşı güvenlik unsuru olan Hamidiye Alayları, aynı zamanda Kürtlerin devlete olan sadakatlerini pekiştirmek gibi bir amaç da taşıyordu.

Aslında alaylar, Sultan Abdülhamid"in Kürtleri devlete daha da ısındırmak ve bağlılıklarını artırmak için yürüttüğü kapsamlı projenin parçasıydı. Projede Kürt önde gelenlerinin çocuklarının İstanbul"da eğitilmesi, bölgeye gönderilen din adamları yoluyla "Osmanlı" bilincinin güçlendirilmesi gibi unsurlar da vardı. İstanbul"da "aşiret mektepleri"nin açılması, bölgedeki medreselere maddi destek verilmesi bu projenin ayaklarını oluşturuyordu. Abdülhamid, ayrıca, yöreye gezici öğretmenler ve vaizler göndererek halkın eğitimine de önem verdi.

Prof. Dr. Ercüment Kuran, Kürt aşiret reislerinin çocuklarının askeri okullarda okutulması ve bunlardan Harbiye mektebinden mezun olanlarının nizamiye ordusuna tayin edilmesinin önemine işaret eder ve hükmünü "Doğu Anadolu halkının devletle bütünleşmesinde Abdülhamid"in hizmeti büyüktür" şeklinde verir. Askeri bir misyonu da yerine getiren alaylar, doğudaki Rus destekli Ermeni çetelerine karşı koyar, gerilla tipi savaş verir.

Kürtlerin milliyetçiliğe yüz çevirişi

Milliyetçilik, modern çağda doğan bir olgu. Modernizm öncesi dönemde, milliyetçilik yoktu. İnsanlar kendilerini şu veya bu milletin bir ferdi olarak değil, bağlı oldukları siyasi otoritenin (çoğunlukla bir kralın, padişahın veya derebeyinin) tebaası ve ait oldukları dini cemaatin bir parçası olarak görüyordu. Osmanlı tarihinde, devletin son birkaç on yılı sayılmaz ise kayda değer bir milliyetçilik bulmak mümkün değil. 19. yüzyıl sonlarında Osmanlı devletinin tebaası, kendini daha çok dinî temelde tanımlıyordu. Kürtler, kendilerini "Kürt"ten ziyade "Müslüman" olarak görüyordu.

Jön Türk hareketiyle birlikte Kürt entelektüeller tarafından başlatılan milli bilinç oluşturma çabaları geniş Kürt kitleleri üzerinde etkili olmadı. The Kurds adlı kitabın yazarı Derk Kinane"ye göre Kürt ağaları, hanları, şeyhleri bu modern Kürtlerin milliyetçi çabalarından hiç etkilenmedi. Çünkü, onları "dinsiz ve devrimci fikirlerin taşıyıcısı" olarak gördü ve kuşkuyla değerlendirdi. Kuşkuyla bakılanlar arasında elbette Türk milliyetçileri de vardı. 1909 yılında Sultan Abdülhamid"e karşı düzenlenen Jön Türk darbesinden ve bunun ardından iktidarı ele geçiren milliyetçi kadrodan rahatsız oldular. Yine de bu huzursuzluklar isyana dönüşmedi ve Kürtlerin Osmanlı devletine olan sadakati sürdü.

Kürtlerin Osmanlı"ya sadakatinin en çarpıcı göstergesi, 1912"den 1918"ye kadar aralıksız devam eden kanlı savaş yıllarıdır. Trablusgarp, Yemen ve Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı"nda pek çok Kürt, Osmanlı ordusunda görev aldı. David McDowall, düzenli orduda görev yapmaya karşı evrensel bir gönülsüzlük olmasına rağmen binlerce Kürt"ün silah altına girdiğini belirtiyor. Kürtler tüm bu savaşlarda, resmi dili Türkçe olan Osmanlı devleti adına savaşmıştı. Peki bu sadakat nereden geliyordu? McDowall"a göre, en önemli faktör Müslüman kimliğiydi.

Kurtuluş Savaşı"nda Kürtler

Atatürk"ün Kurtuluş Savaşı"nda gösterdiği en büyük başarılarından biri, Anadolu"daki farklı unsurları ortak bir dava için birleştirmesiydi. Bunu da, tıpkı Sultan Abdülhamid gibi, söz konusu unsurların ortak kimliğine vurgu yaparak gerçekleştirdi. Bu kimlik özellikle de Kürtlere hitap ediyordu. Mustafa Kemal Paşa, 1916 yılında Diyarbakır"da 16. Ordu"da görev yapmış, bu sırada pek çok önemli Kürt aşiret lideri ile yakınlık kurmuştu. Nitekim Samsun"a çıktıktan sonra "doğu vilayetleri"nden aldığı sinyallere güvenerek, Kürt vilayetlerindeki bazı önde gelen isimlere, örneğin Cemil Paşazade Kasım Bey"e, Milli Mücadele konusunda bilgilendiren ve yardımlarını talep eden telgraflar gönderdi. Zaten Kürt aşiretleri de, "din ve vatan uğrunda açılacak mücadeleye katılmaya hazır olduklarını" Kazım Karabekir Paşa"ya bildirmişlerdi.

Mustafa Kemal Paşa, telgraflarında kullandığı "anasır-ı İslam" yani "İslam unsurları" kavramına Milli Mücadele boyunca büyük vurgu yaptı. 1 Mayıs 1920 tarihli Meclis konuşmasında, "Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk, yalnız Çerkes, yalnız Kürt, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (oluşan) anasır-ı İslamiye"dir, samimi bir mecmuadır" diyerek milletin bu unsurlardan oluştuğunu açıklamıştı. Bu politika Kürtler arasında olumlu etki meydana getirdi.

Sevr"i protesto eden aşiret liderleri

Anadolu"da bunlar olurken, Avrupa"da ise başka bir gelişme yaşandı. Osmanlı mirası üzerinde paylaşım kavgasının verildiği Sevr Konferansı"na, milliyetçi entelektüellerden oluşan bir grup Kürt temsilci de katıldı. Başlarında Osmanlı ordusunda görev yapmış bir Kürt olan Şerif Paşa vardı. Amaçları Ermenilerle anlaşarak bir "Kürt Devleti" kurmak için Avrupalı devletlerden onay almaktı. Ağustos 1920"de imzalanan Sevr Antlaşması"nın 62. maddesi, "Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelere yerel otonomi" verilmesini öngörüyordu. 64. madde ise "Kürt halkları"nın "Türkiye"den bağımsızlık elde etmeleri"nin yolunu açıyordu.

Ne var ki "Jön" Kürtler, Avrupalı diplomatlardan aldıkları desteğin bir benzerini güneydoğu Anadolu"da bulamadı. Kürtler arasında bu habere duyulan şiddetli tepki, Paris"e bir seri telgrafın yollanmasına sebep oldu. Bu telgraflarda Kürtlerin Türklerden ayrılmak istemediği, iki halkın soy ve din itibarıyla kardeş olduğu savunuluyordu. Erzincan"dan 10 ayrı Kürt aşiret lideri, Fransız Yüksek Komiserliğine, Şerif Paşa"nın hareketlerini protesto eden bir telgraf yolladı. Benzer telgraflar Ocak 1920"de, Milli Misak"ın kabulünden iki gün önce, Osmanlı Parlamentosu"na da yollandı. Mart 1920"de İslami dayanışmayı vurgulayan ve Kürtlerle Türkleri ayırma çabalarına karşı çıkan bir deklarasyon, 22 Kürt aşiretinin lideri tarafından imzalandı.

Dönemin Vakit gazetesinde Bediüzzaman Said-i Nursi, Ahmet Arif ve Mehmet Sıddık, Kürtler adına yayınladıkları ortak yazıyla, Türklerin ve Kürtlerin birlikte maruz kaldıkları Rus ve Ermeni terörüne atıfta bulunarak, Şerif Paşa"yı şiddetle kınıyorlardı. Kısacası sonradan ulusal hafızamızda "sendrom" olarak yerini alacak olan Sevr Antlaşması"nı protesto edenler arasında Kürtler ön saftaydı. Kürtlerin Milli Mücadele"ye verdiği destek sonuna kadar sürdü. Urfa ve Maraş"ın düşman işgalinden kurtarılmasında önemli roller üstlendiler.

Benzer işbirliği Lozan görüşmeleri sırasında da yaşandı. Lozan"da Avrupalı devletler Kürtlerin "azınlık" olduğunda ısrar edince, İsmet Paşa "Türkler ve Kürtler Türkiye Cumhuriyeti"nin ana unsurlarıdır. Kürtler bir azınlık değil bir millettir; Ankara Hükümeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükümetidir" diyerek karşı çıktı. Meclis"teki Kürt vekiller de İsmet Paşa"ya tam destek verdi. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922"de Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, Sevr"i bir "paçavra" olarak niteledi, Türk-Kürt kardeşliğini vurguladı. Bir sonraki celsede ise, Bitlis, Erzurum, Kastamonu, Mardin, Muş, Siirt, Urfa, Pozan, Diyarbakır ve Van milletvekillerinin hepsi, Türklerle Kürtlerin tek bir kütle olduğunu belirten ortak bir açıklamaya imza attı.

Kürt meselesinin doğuşu

Peki Osmanlı"ya büyük sadakat gösteren, Milli Mücadele"ye canla başla destek veren, Sevr"i protesto edip Lozan"da "Türklerden ayrılmak istemeyiz" diyen Kürtler arasından nasıl oldu da bir "Kürt sorunu" doğdu? Bu sorunun cevabı, bir yönüyle Kürt milliyetçiliği ile ilgili. Osmanlı devletinin son döneminde ortaya çıkan Kürt milliyetçiliği her ne kadar geniş kitleleri etkilemese de varlığını sürdürdü; cumhuriyet döneminde, özellikle de tek parti döneminde büyüdü. Atatürk"ün milliyetçilik anlayışı, hiç kimsenin etnik kökenine önem vermeksizin, "Türküm" diyen herkesi eşit vatandaş kabul etme esasına dayalıydı. Ancak uygulama her zaman böyle olmadı. Tek parti döneminde kimi bürokratlar, etnik temelli bir Türk milliyetçiliği geliştirdi.

Kürt sorununun kırılma noktası ise, 1925 baharında patlak veren Şeyh Said isyanı oldu. İsyan, Kürtler arasında çok sınırlı bir destek buldu; Bediüzzaman Said Nursi gibi önde gelen Kürt din adamları isyana karşı çıktı. Ama isyanı bastırmak ve "kökünden halletmek" için başlatılan Takrir-i Sükun döneminde sert yöntemlere başvuruldu. Bu tarihten itibaren 1930"ların sonuna kadar "bölge"de hemen her yıl ayaklanma yaşandı. Türkler ve Kürtler arasındaki birliği sağlayan Müslüman kimliğine yapılan vurgunun azalması sorunun çözümünün en etkin yolunu da ortadan kaldırmış oldu.

Kazım Karabekir"in alternatif projesi

Acaba Şeyh Said isyanı sonrasında daha farklı bir "doğu politikası" uygulanabilir miydi? Kurtuluş Savaşı"nın kahramanlarından Kazım Karabekir Paşa, farklı bir politika geliştirmiş ve önermişti. İsmet İnönü hükümetinin "Takrir-i Sükun" politikalarındaki sertliği eleştiren Karabekir, temeli eğitim ve ekonomik entegrasyona dayalı alternatif bir proje sunmuştu. Proje 4 temele dayanıyordu: 12 yaşından küçük çocukları gece yatılı mekteplerine almak; Hamidiye Alayları"nın devamı olan Aşiret Süvari Fırkaları"nı tarımsal müfrezeler haline getirerek bunları tarımsal kalkınma ve yol çalışmalarında üretici hale getirmek; bölgedeki din adamlarını, Kürtçeyi de iyi bilen üniversite mezunu hocalar ve hukukçular ile harmanlamak. Böylece, bölge insanının dini temelden kopmadan modern bir eğitim almasını sağlamak; özellikle Van Gölü havzasından başlamak üzere, bölgedeki diğer aşiret unsurlarını küçük parçalara ayırarak yerel kalkınmada çalıştırmak, bölgedeki Ermeni propagandalarını ve Kürtçülük hareketlerini etkisiz hale getirmek için üst kültürlü, temsil yetenekli, çevresindeki yerli halka sosyal hayatta ve üretimde örnek olacak Türk kanalları açmak.

Karabekir, Kürtlerin dini hassasiyetlerini gözetecek, onları modern eğitimle tanıştırırken bir yandan da üretime teşvik edecek ve böylece ülke geneliyle ekonomik entegrasyonlarını artıracak çözüm öneriyordu. 1926 yılında Meclis tarafından bölgeye gönderilerek durum hakkında rapor hazırlaması istenen Bursa Milletvekili Emin Bey de "sıkı yönetim yerine ılımlı, yumuşak bir politika uygulanması, Sultan II. Abdülhamid"in bölgede uyguladığı politikalara ağırlık verilmesini" öneriyor ve "güvenliği sağlamak için bölgede bulunan silahlı kuvvetlere yapılacak masrafın yarısı kadar bir masrafla bölgeye önemli hizmetler götürülebileceğine" dikkat çekiyordu.

İsmet İnönü hükümetlerinin uyguladığı politikalar ise, "radikal devrimcilik" vizyonuna göre şekillenmişti. Bu vizyonda ekonomiye ve yerleşik kültürel değerlere fazla önem verilmiyor, sorunun Kürtlere Türk kimliğini kabul ettirmek ve tepkileri bastırmakla çözümleneceği umuluyordu. Ancak bu politika ters tepti. Muhafazakar Kürtleri Türk kimliğine kazandırmak, ancak ortak dini ve kültürel değerler ekseninde yürütülecek politikayla mümkün olabilirdi. Bunun aksi bir çizgide oluşturulan Halkevleri, Köy Enstitüleri gibi projeler başarılı olamadı.

Dr. Hüseyin Koca"nın ifadesiyle "halk zaten sınırlı olan eğitim imkanlarından "çocuklarımız gavurlaşacak" diye faydalanmak istemedi." Oysa, Dr. Koca"ya göre, "Kazım Karabekir Paşa"nın ziraat projesine kulak verilseydi, sosyal bütünleşme sağlanabilecekti."

Tek parti döneminden sonra gerek Demokrat Parti döneminde, gerekse Anavatan Partisi iktidarında bir takım olumlu adımlar atıldı. Ancak, bu adımlar başarılı olamadı ve sorun günümüze kadar büyüyerek geldi. Şimdi, yeni bir dönemin başında kapsayıcı projelere ihtiyaç olduğu anlaşılıyor. Yanı başında Irak gibi istikrarsız bir yapının olduğu bir dönemde Türkiye"nin, tıpkı Osmanlı zamanında olduğu gibi ülkede yaşayan bütün unsurları ortak manevi değerlere dayalı, kardeşlik duygusuyla kucaklayacak politikaları hayata geçirmesi gerekiyor.


BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ: İSLAM KARDEŞLİĞİ ESASTIR


"Ben Van"da iken, hamiyetli Kürd bir talebeme dedim ki: "Türkler İslâmiyete çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?" Dedi: "Ben Müslüman bir Türk"ü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünki tam imana hizmet ediyorlar." Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul"da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksü"l amel ile, o da Kürdçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: "Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürd"ü, sâlih bir Türk"e tercih ediyorum." Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaatı geldi ki: Türkler, bu millet-i İslâmiyenin kahraman bir ordusudur."
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
motuntuman
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: May 24, 2004
İletiler: 137

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 2:52 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ortak kimligimize vurgu yapacagınıza farklı yöntemler deniyorsunuz böyle giderse insanları ülkücülükten de sogutacaksınız
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
yahyaoglu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 13, 2004
İletiler: 655
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 4:11 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

bilader teror.gen.tr edresindeki bu başlıgıda diger başlıklarıda inceliyeli çok oldu.. Sana bu konuda daha açık bir kaynak.

belge1:
M.Ö. 4000
bölgede Türk varlığı:


Diğer yandan Fırat nehri kıyısında Mari bölgesinde (Telle-Hariri) ortaya bir takım tabletler çıkarılmış, bunların M.Ö. 4000-2000 yıllarındaki Sümer ve Babil nüfuzunun bölgede hakim olduğu dönemden kaldıkları tespit edilmiştir. Ortaya çıkan bu tabletlerden 13 tanesinde "TURUKKU" adlı bir kavimden bahsedilmektedir. Bu tabletlerin Türkçe tercümeleri Sadi Bayram tarafından yayınlanmıştır.

Sümer, Elam, Kalde, Guti, Urartu vb. toplulukların Asya menşeli olmaları hakikati yanında bir de karşımıza Türk adının değişik söylenişleri "Turki ve Turukku" isimleri çıkmaktadır.

Anadolu'nun bir diğer sakinleri de Hurriler ile Urartular idi. M.O. 2000'lerde Van gölünden Kızılırmak ve Yeşilırmak'ın Karadeniz'e döküldüğü yerlere kadar uzanan saha Hurriler'in hakimiyetinde idi. Daha sonra M.Ö.13. yüzyıllarda Van gölü çevresinde Urartu hakimiyeti görülecektir. Hurriler ile Urartuların dilinin Sami ve Hind Avrupa dilleriyle herhangi bir yakınlığı yoktur. Yapılan incelemelerden HURRİ ve Urartu dillerinin fonoloji, sentax ve gramer bakımından Asya menşeli oldukları ispat edilmiştir." (Her Yönüyle Kürt Dosyası sf.52,53)

Tarihin tanığı arkeoloji bilimin sunduğu bu açık ve kap-samlı deliller Anadolu'daki Türk varlığının M.Ö. 4000 yılına kadar uzandığını düşündürmektedir.

Daha da ilginç olan Kürt'lerin ataları arasında gösterilmek istenen HURRİ ve URARTU'ların da karşılaştırılabilir özelliklerinin sadece Türk bölgesiyle ilişkilendirilebilmesidir. İ.Zeki Eyuboğlu da Anadolu Uygarlığı isimli eserinde Hurri diline genişçe yer verir ve bu dilin "Türkçe’ye yaklaşan" özelliklerini vurgular. (s.62)

Ayrıca Sümerler ve Guti(Kut)lerin ırki ve dil özellikleri itibariyle tek "karşılaştırılabilir" unsurun Türkler olduğu artık kabul edilmiştir.

Konuyla ilgili olarak Türk ve Batılı araştırmacıların bu gerçeği ifade eden çok sayıda eseri mevcuttur.

Ancak, son derece objektif bir yaklaşımla konuyu inceleyen Prof.Dr.A.Haluk Çay'dan aşağıdaki alıntılar aydınlatıcıdır.

"Anadolu'daki ilk Türk varlığı ile ilgili olarak elimizdeki bilgiler Sümerler ve Kut (Guti) kavimlerine aittir. Özellikle Sümerler ile Kutlar (Gutiler)'ı kendilerine maletmek isteyen Kürtçü ideolojik yaklaşımlar bizi öncelikle Sümer ve Kut meselesinin halline zorlamaktadır.

Bizim Sümerleri veya Kutları Türk tarihine maletmek gibi bir endişemiz ve düşüncemiz olmadığını öncelikle belirtmemiz gerekiyor. Çünkü Türk tarihinin bu türden zorlamalara ihtiyacı yoktur.




[/quote]
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
yahyaoglu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Dec 13, 2004
İletiler: 655
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Sal Oca 11, 2005 4:20 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Küstahlıgın bu kadarı çıkar çıkmaz Türkiyeyi bölmek için elinden geleni yapan. Zana ve arkadaşlarını savunacak ve sonra bana çıkıp ülkücüyüm diyeceksin. Kendine gel efendi leyla zana or......nun savunuculugunu yapan insan ülkücü olamaz almanyada yayınlattıklarını ve imza kampanyalarından ya haberin yok yada senden onlarla aynı düşünceleri paylaşıyorsun. Senin gerçek amacın ne sen onu söylesene. YA inanaamıyorum zanayı nasıl savunursun ve nasıl ülkücüyüm dersin aksiyon dergisindenkopyaladıgın bu haberi umarım okuyorsundur.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder MSNM
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1