Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - Hoca Ahmed Yesevi
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Çar Haz 29, 2005 4:16 pm    ileti konusu: Hoca Ahmed Yesevi Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Yesevi (1093 - 1156)


Osmanlı topraklarında doğmasa da, Osmanlı döneminde yaşamasa da Ahmet Yesevi'nin Osmanlı İmparatorluğu üzerinde önemli etkileri olmuştur. Etkileri günümüze kadar ulaşan Ahmet Yesevi, 11. Yüzyılın ikinci yarısında bugünkü Kazakistan'ın Çimkent şehrinin doğusundaki Sayram kasabasında doğmuştur. Sayram, o dönemde önemli bir kültür ve ticaret merkezidir.


Babasının ölümünden sonra, ablası ile birlikte Sayram yakınlarındaki Yesi'ye yerleşen Yesevi, burada "Arslan Baba" adlı bir Türk şeyhinden ilk eğitimini almaya başlamıştır. Türbesi Yesi yakınındaki Otrar'da bulunan Arslan Baba, rivayete göre; Hz. Muhammed'in emanet ettiği hurmayı Ahmet Yesevi'ye ulaştırmak görevini üstlenmiştir. Mezar-ı Şerifte bulunduğu bir dönem, İmam Rıza'nın öğrencisi olduğu belirtilen Arslan Babanın, Yesevi'nin manevi yücelmesinde önemli bir yeri vardır.


Eğitiminin ilk aşamasını tamamladıktan sonra dönemin en önemli merkezi olan ve değişik bölgelerden binlerce öğrencinin akınına uğrayan Buhara'ya giden Yesevi, burada dönemin önde gelen din bilginlerinden olan Şeyh Yusuf Hemedani'ye bağlanmıştır. Türbesi Merv'de bulunan Hemedani'den yoğun bir tasavvuf eğitimi alan Yesevi, Şeyhin dört halifesinden üçüncüsü olmuş ve ilk iki halifeden sonra şeyhinin yerine geçmiştir.


Hamedani'den aldığı bir işaretle buradaki irşad makamını Şeyh Adülhalik Gücdûvani'ye bırakarak Yesi'ye dönen Yesevi, büyük bir etki alanına ulaşacak olan Yeseviye Ocağı'nı kurmuştur. Abdülhalik Gücdüvani ise öğrencisi Muhammed Bahaüddin Nakşbend'i yetiştirerek, o dönemde Yeseviye Ocağı dışında ortaya çıkan iki büyük tarikattan birinin öncülüğünü yapmıştır. Buhara'da kurulan Nakşibendiye tarikatı, zamanla Afganistan, Hindistan ve Anadolu'ya yayılmıştır.


Yesevi, öğretisini hocası Arslan Baba'dan aldığı "ehl-i beyt" sevgisi ve bu doğrultudaki tasavvuf anlayışı üzerine kurmuştur. Bir Türk sufi tarafından kurulan bu ilk büyük "Türk tarikatı", önce Maveraünnehir, Taşkent ve çevresi ile batı Türkistan'da etkili olmuştur. Daha sonra Horasan, İran ve Azerbeycan'da yaşayan Türkler arasında yayılan Yesevi tarikatı, 13 yüz yıldan başlayarak göçlerle Anadolu'ya, oradan da Balkanlara ulaşmıştır.


Yesevi öğretisinin bu denli etkili olmasının temel nedenlerinden biri; Ahmet Yesevi'nin düşüncelerini anlatmak için, o dönemde gelenek olduğu üzere Arapça veya Farsça'yı değil, Türkçe'yi seçmesidir. Hece vezniyle yazdığı şiirlerle öğretisinin hızla yayılmasını ve kuşaktan kuşağa kolayca aktarılmasını bu yolla sağlayan Yesevi'nin "Hikmet" olarak adlandırılan ve yüzyıllarca sözlü olarak yaşatılan şiirleri, 15. Yüzyılda yazıya geçirilerek "Divan-ı Hikmet" adı altında toplanmış ve kutsal bir kitap olarak elden ele dolaşmıştır.


İslam'ın değerlerini Türk kültürünün değerleri ile kaynaştıran Yesevi öğretisi, özellikle bozkırlarda yaşayan Türk boylarının İslamiyet'i benimsemesini kolaylaştırmıştır. İslam'ı tanımalarına ve benimsemelerine karşın, varolan değerlerinden kopmayan bu topluluklar için, kentli din bilginlerinin sunduğu kuralcı İslamiyet'ten çok, dervişlerin sunduğu, dine esnek yaklaşan ve eski inançları yadsımayan, bir İslam anlayışı daha yakın gelmiştir. Böylece "şaman" geleneklerinin bir kısmı az ya da çok değişikliklere uğrasa bile varlığını sürdürmek imkanı bulmuştur. Geleneğe göre, toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi, dinsel törenlerde de kadın-erkek birliktedir. Kazakistan'da "Yesevi Zikri" adı verilen törenlerde, geleneğin islami değerlerle kaynaştırılarak bu gün bile sürdürüldüğü görülebilir.


Bu örnekler, Yesevi'nin temsil ettiği İslam'ın, varolan inanç sisteminin tamamen terk edilmesini şart koşmadığını ortaya koymaktadır. Bu yüzden bugün yalnızca Kazakistan'da değil, eski Türkistan toprakları üzerinde yaşayan Türk topluluklarının çoğunda şaman gelenekleri İslamiyet içinde varlığını sürdürür. Üstelik bu uygulamalar, Ahmet Yesevi'nin izinden gidenlerce Anadolu'ya ve Balkanlar'a da taşınmıştır.


Ahmet Yesevi, öğretisini "Dört Kapı" olarak bilinen şu ilkeler üzerine kurmuştur: Şeriat, Tarikat, Marifet ve Hakikat'tir. Dört Kapı, İslamiyet'ten önceki Türk inançlardan kaynaklanmıştır. Şamanlıkta Doğu, Batı, Kuzey ve Güney yönleri, kutsal kabul edilen dört ögedir. Yönler dört renk ve dört kutsal varlıkla simgeleştirilmiştir: Mavi, Beyaz, Siyah ve Kızıl. Ağaç, Demir, Su ve Ateş. Şaman inancına göre bunlar, evrenin ve insanın özünü oluşturur: Adalet, Kudret, Akıl ve Uyum.


Dört Kapı ilkesi Hacı Bektaş Veli'nin öğretisine de temel oluşturur. Hacı Bektaş Veli her bir kapıya onar makam ekler ve "Dört Kapı, Kırk Makam" olarak adlandırılan ilkeler bütününü ortaya koyar.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
tatvanbozkurt
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Apr 11, 2005
İletiler: 512
Şehir: ....

İletiTarih: Çar Haz 29, 2005 4:29 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Vuslatim eline diline sağlık sağolasın...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et AIM YIM MSNM
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Çar Haz 29, 2005 4:36 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Hoca Ahmed Yesevi DİVAN ’ ından

1.
H İ K M E T

Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip
Tâliplere inci,cevher saçtım işte.
Riyâzeti katı çekip,kanlar yutup
Ben defter-i sâni sözünü açtım işte.

Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,
Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,
Garip,fakir,yetimlerin gönlünü avlayıp
Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.

Nerde görsen gönlü kırık,merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa,hemdem ol sen;
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.

Garip,fakir,yetimleri Resûl sordu;
Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;
Geri inip garip,yetim izleyip yürüdü;
Gariplerin izini izleyip indim işte.

Ümmet olsan,gariplere tâbi ol sen;
Âyet,hadis her kim dese,sâmi ol sen;
Rızık,nasip her ne verse,kani ol sen;
Kani olup şevk şarabını içtim işte.

Medine’ye Resûl varıp oldu garip;
Gariplikte mihnet çekip oldu habip;
Cefa çekip Yaradan’a oldu karîp
Garip olup engellerden aştım işte.

Akıllı isen,gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip,deniz olup taştım işte.

Aşk kapısını Mevlâm açınca bana erdi;
Toprak kılıp “Hazır ol!” diyip boynumu eğdi;
Yağmur gibi melâmetin oku değdi;
Tamren alıp yürek,bağrımı deştim işte.

Gönlüm katı,dilim acı,kendim zalim;
Kur’ân okuyup amel kılmaz sahte âlim;
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Hak’tan korkup ateşe girmeden piştim işte.

Altmış üçe yaşım yetti,geçtim gafil;
Hak emrini muhkem tutmadım,kendim cahil;
Oruç,namaz, kazâ kılıp oldum kâhil
Kötüyü izleyip iyilerden geçtim işte.

Vah ne yazık,sevgi kadehinden içmeden,
Çoluk-çocuk,ev-barktan tam geçmeden,
Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden
Şeytan galip,can verende şaştım işte.

İmanıma çengel vurup gamlı kıldı;
Pîr-i muğan “Hazır ol!” diyip afyon saçtı;
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti;
Allah’a hamd olsun,iman nuru götürdüm işte.

Pîr-i muğan hizmetinde koşup yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti,Azâzil’i kovup sürdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum işte.

Garip, fakir,yetimleri kıl sen şadman;
Parçalayıp aziz canın eyle kurban;
Yiyecek bulsan,canın ile kıl sen ihsan;
Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.

Garip,fakir,yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o bendeden Perverdigâr.
Ey habersiz,sen ver sebep,kendisi korur;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim işte.

Yedi yaşta Arslan Bâb’a selâm verdim;
“Hak Mustafa emanetini lutfedin” dedim;
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim;
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim işte.

Hurma verip,başımı okşayıp nazar kıldı;
Bir fırsatta âhirete sefer kıldı;
“Elveda!” diyip bu âlemden göçüp gitti;
Mektebe varıp,kanayıp dolup taştım işte.

İnnâ fetehna’yı okuyup mâna sordum;
Işık saldı,kendimden geçip didar gördüm;
Selam verdim “Üskut!” dedi,bakıp durdum;
Yaşımı saçıp,çâresiz olup durdum işte.

“Eya cahil,mâna ol!” diye söyledi, bildim;
Ondan sonra çöller gezip Hakk’ı sordum;
Nasip etti,Azâzil’i tutup yendim;
Kararlı olup, belini basıp ezdim işte.

Zikrini tamam edip döndüm divaneye;
Hak’tan başka birşey demedim bigâneye;
Mumunu izleyip çırak girdim pervaneye;
Kor ateş olup,kavrulup söndüm işte.

Adım,sanım hiç kalmadı lâ lâ oldum;
Allah yadını diye diye illâ oldum;
Halis olup,muhlis olup fenâ oldum;
Fena fii’llah makamına yükseldim işte.

Sünnet imiş,kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden;
Allah şahit,öyle kula hazırdır Siccîn;
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.

Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum;
Yer altına yalnız girip nurla doldum;
Hakk’a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın kılıcı ile nefsi parçaladım işte.

Nefsim beni yoldan çıkarıp bayağılattı;
İnsanlara hasretle bakıp inlettirdi;
Zikr söylemeyip şeytan ile yâr eyledi;
Hazırsın diyip nefs yarasını deldim işte.

Kul Hâce Ahmed,gaflet ile ömrüm geçti;
Vah ne hasret,gözden,dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık,pişmanlığın vakti yetti;
İyi amel kılmadan kervan olup göçtüm işte.

Eya dostlar,kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Hak Mustafa Cebrâil’den kıldı sual;
Bu nasıl ruh,tene girmeden buldu kemâl?
Gözü yaşlı,halka yaralı,boyu hilâl;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Cibrîl dedi:Ümmet işi size haktır;
Göğe çıkıp meleklerden dersler alır;
Yedi tabaka gök iniltisiyle iniler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Bil,Hak önce “Elesti birabbiküm?” dedi;
“Kalû belâ” dedi ruhum dersler aldı;
Şüphesiz bilin ,hak Mustafa “oğul” dedi,
O sebepten altmış üçte girdim yere.

“Oğlum” diyip hak Mustafa söze başladı;
Ondan sonra bütün ruhlar selâm verdi;
Rahmet denizi dolup taş, diye haber ulaştı;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

“Rahim içinde belir” diye nida geldi;
“Zikr et!” dedi, uzuvlarım titreyiverdi;
Ruhum girdi,kemiklerim “Allah!” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Dörtyüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak;
Nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek;
Yüz on dört bin müçtehit hizmet kılacak;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Dokuz ay ve dokuz gönde yere düştüm;
Dokuz saat duramadım, göğe uçtum;
Arş ve Kürsü pâyesini varıp kucakladım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm;
Derdimi deyip,Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Sahte âşık,sahte sofu görünce söğdüm;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Candan geçmeden “Hû Hû!” demek hep yalan;
Bu hayasızdan sual sormayın,yolda kalan;
Kendisi de gizli, sözü de gizli,Hakk’ı bulan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

2.
H İ K M E T

Bir yaşında ruhlar bana nasip verdi;
İki yaşta peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.



Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;
Yol gösterdim,nice şaşkın yola girdi;
Nere varsam Hızır Baba’m yoldaş oldu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;
Baş eğerek oruç tutmayı âdet kıldım
Gece gündüz zikrederek rahat kıldım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgiyi kesip hep tanıdık ve bağlardan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun,gördüm.”dedi,izim öptü;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Azrâil gelip Arslan Baba’mın canını aldı;
Hûrîler gelip ipek kumaştan kefen biçti;
Yetmiş bin kadar melek toplanıp geldi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Namazını kılıp yerden kaldırdılar;
Bir anda cennet içine ulaştırdılar;
Ruhunu alıp İlliyyîn’e girdirdiler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Allah Allah, yer altında vatan kıldı;
Münker,Nekîr “Men Rabbük?” diye sual sordu;
Arslan Baba’m islâmından haber verdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Akıllı isen,erenlere hizmet kıl sen;
Emr-i mâruf kılanlara izzet kıl sen;
Nehy-i münker kılanlara hürmet kıl sen;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
“Hikmet söyle!” dendi, başıma nur saçıldı;
Allah’a hamd olsun, pîr-i muğân mey içirdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Pîr-i muğân hak Mustafa,şüphesiz bilin;
Nereye varsanız,vasfını deyip ululayın;
Selâm verip Mustafa’ya ümmet olun;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
Tebbürk deyip alıp yürüdü elden ele;
İnanmadım bu sözlere kaçtım çöle;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

On yaşında oğul oldun Kul Hâce Ahmet;
Hâceliğe bina koydun,kılmadan tâat;
Hâceyim,deyip yolda kalsan,vay ne hasret;
O sebepten altmış üçte girdim yere.

3.
H İ K M E T

Sabahları kulağıma nida geldi;
“Zikr et!”dedi,zikrini deyip yürüdüm işte.
Aşksızları gördüm ise,yolda kaldı;
O sebepten aşk dükkânını kurdum işte.

On birimde rahmet denizi dolup taştı;
“Allah!” dedim ,şeytan benden uzaklaştı;
Geçici heves,ben-sen fikri durmayıp göçtü;
On ikide bu sırları gördüm işte.

On üçümde nefs arzusuna kapılıverdim;
Nefs başına yüzbin belâ tutup saldım;
Kibirlenmeyi yere vurup yenebildim;
On dördümde toprak gibi oldum işte.

On beşimde hûri ,gılman karşı geldi;
Baş eğerek,el bağlayıp tâzim kıldı;
Firdevs adlı cennetinden habersi geldi;
Didar için hepsini terk ettim işte.

On altımda bütün ruhlar nasip verdi;
“Size mübârek olsun !” diyerek Âdem geldi;
“Evladım!” deyip,boynuma sarılıp gönlümü aldı;
On yedimde Türkistan’da bulundum işte.

On sekizde kırklar ile şarap içtim;
Zikrini deyip,hazır durup göğsümü deştim;
Nasip kıldı,cennet gezip hûriler kucakladım;
Hak Mustafa cemalini gördüm işte.

On dokuzda yetmiş makam gösteriverdi;
Zikrini dedim,içim dışım temizlendi;
Nereye varsam,Hızır Baba’m hazır oldu;
Gavsu’l-gıyâs mey içirdi,duydum işte.

Yaşım yirmiye ulaştı,makamlar aştım;
Allah’a hamd olsun,pîr hizmetini tamamladım;
Dünyadaki kurt ve kuşlarla selâmlaştım;
O sebepten Hakk’a yakın oldum işte.

Mü’min değil, hikmet işitip ağlamıyor;
Erenlerin dediği sözü dinlemiyor;
Âyet,hadis mânasını anlamıyor;
Bu rivayeti Arş üstünde gördüm işte.

Rivayeti görüp Hak’la söyleştim ben;
Yüz bin türlü meleklerle yüzleştim ben;
O sebepten Hakk’ı anıp izleştim ben;
Can ve gönlümü O’na feda kıldım işte.

Kul Hâce Ahmed, oldu yaşın yirmi bir;
Ne yapacaksın,günahların dağdan ağır;
Kıyamet günü azap kılsa,Rabb’im kadir;
Eya dostlar,nasıl cevap vereceğim işte.



4.
HİKMET

Hoş gâipten kulağıma ilham geldi;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.
Hep ulular yığılıp bana nimet verdi;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Ben yirmi iki yaşta fâni oldum;
Merhem olup gerçek dertliye deva oldum;
Sahte âşıka, gerçek âşıka tanık.
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Eyâ dostlar, erdi yirmi üçe yaşım;
Dâvam yalan, tamamı boş tâatlarım;
Kıyamet günü ben çıplak, şaşı ne yapayım?
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Ben yirmi dört yaşa girdim, Hak’tan uzak;
Ahirete varır olsam, hani hazırlık?
Öldüğümde toplanıp vurun yüz bin dayak;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Cenazemin arkasından taşlar atın;
Ayağımdan sürüyerek mezara iletin;
“Hakk’a kulluk kılmadın.” deyip döğüp tepin;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Günah ile yaşım oldu yirmi beş;
Sübhan Rabb’im, zikr öğretip göğsümü deş;
Göğsümdeki düğümleri sen kendin çöz;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Ben yirmi altı yaşta sevda kıldım;
Mansur gibi didar için kavga kıldım;
Pîrsiz dolaşıp dert ve hâlet peyda kıldım;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Ben yirmi yedi yaşta piri buldum;
Gördüğüm her sırrı perde ile sarıp örttüm,
Eşiğine yaslanarak izini öptüm;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Ben yirmi sekiz yaşta âşık oldum;
Gece yatmayıp, mihnet çekip sâdık oldum;
Ondan sonra dergahına lâyık oldum;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Yirmi dokuz yaşa girdim,harap halim;
Aşk yolunda toprak gibi olamadım;
Halim harap, bağrım kebap,yaş dolu gözüm;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Otuz yaşta odun kılıp yandırdılar;
Hep ulular yığılıp dünya koydurdular;
Vurup,söğüp, yalnız Hakk’ı sevdirdiler;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

Kul Hâce Ahmet,dünya koysan,işin biter;
Göğsünden çıkan âhın Arş’a yeter;
Cen verende hak Mustafa elinden tutar;
O sebepten Hakk’a sığınıp geldim işte.

5.
HİKMET

Birdenbire durduğumda hep ulular;
Hak aşkını gönlüm içine saldı dostlar.
Hızır Baba’m hazır durup lutf ederek
Yardım edip, elimden tutup aldı dostlar.

Otuz birde Hızır Baba’m mey içirdi,
Vücudumdan Azâzil’i tamamen kaçırdı;
Tutkun oldum, günahlarımı Hak geçirdi;
Ondan sonra Hak yoluna saldı dostlar.

Otuz iki yaşta geldi Hak’tan ferman:
Kulluğuma kabul kıldım, kılma arman;
Can verdiğinde sana vereyim nur-ı iman;
Garip canını mutlu olup güldü dostlar.

Hâlık’ımdan haber erişti, şâkir oldum;
Her kim söğse, belki tepse, sâbir oldum;
Bu âlemde uyumayıp hazır oldum;
Geçici heves, ben-sen fikri gitti dostlar.

Otuz üçte sâki olup mey dağıttım;
Şarap kadehi ele alıp doyasıya içtim;
Asker yığıp şeytan ile çok vuruştum;
Allah’a hamd olsun, iki nefsim öldü dostlar.

Otuz dörtte âlim olup bilen oldum;
“Hikmet söyle!” dedi rabb’im, diyen oldum;
Kırklar ile şarap içtim,yoldaş oldum;
İçim dışım Hak nuruyla doldu dostlar.

Otuz beşte mecside girip gün geçirdim;
Tâliplere aşk dükkânını çokça kurdum;
Eğri yola kim girdiyse, söğdüm, vurdum;
Âşıklara Hak’tan müjde erdi dostlar.

Otuz altı yaşta oldum sahip-kemal;
Hak Mustafa gösterdiler bana cemal;
O sebepten gözüm yaşlı, boyum bir dâl;
Aşk hançeri yürek, bağrımı deldi dostlar.

Otuz yedi yaşa girdim, uyanmadım;
İnsaf kılıp Hakk’a doğru yönelmedim;
Seher vakti ağlayarak inlemedim;
Tevbe kıldım, hâcem kabul kıldı dostlar.

Otuz sekiz yaşa girdim, ömrüm geçti;
Ağlamayım mı, ölüm vaktim yakınlaştı;
Ecel gelip kadehini bana tuttu;
Bilmeden kaldım, ömrüm sona erdi dostlar.

Otuz dokuz yaşa girdim, kıldım hasret;
Vah ne yazık ömrüm geçti, hani tâat?
Tâat kılanlar Hak önünde hoş saadet;
Kızıl yüzüm tâat kılmadan soldu dostlar.

Saç ve sakal iyice ağardı, kara gönlüm;
Mahşer günü rahm etmesem, harap halim;;
Sana mâlum, amelsizim, çoktur günahım;
Hep melekler günahımı bildi dostlar.

Pîr-i muğân cür’asından katre tattım;
Yol bulayım diye gece uykuya attım;
Allah’a hamd olsun, lutf eyledi, nura battım;
Gönül kuşu lâ-mekâna ulaştı dostlar.

Kıyametin şiddetinden aklım hayran;
Gönlüm korkar, canım erir, evim viran;
Sırat adlı köprüsünden gönlüm lerzan;
Aklım gidip, şaşkın olup kaldım dostlar.

Kul Hâce Ahmed, kırka girdin kır nefsini;
Burada ağlayıp âhirette temizle kendini;
İman postu şeriattir,tarikat bil esasını;
Tarikata giren Hak’tan nasip aldı dostlar.

6.
HİKMET

Yâ ilâhim, hamdın ile hikmet dedim;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.
Tevbe kılıp günahımdan korkup döndüm;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk birimde ihlas kıldım, yol bulayım diye;
Erenlerden gördüğüm her sırrı örteyim diye;
Pîr-i muğân izini alıp öpeyim diye;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk ikide tâlip olup yola girdim,
İhlas ile yalnız Hakk’a gönül verdim;
Arş, Kürsü, Levh’ten geçip Kalem’i gezdim;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana .

Kırk üçünde Hakk’ı izleyip nâle kıldım;
Göz yaşımı akıtarak jâle kıldım;
Çöller gezip ben kendimi vâle kıldım;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk dördümde muhabbetin pazarında,
Yakamı yırtıp, ağlayıp yürüdüm gülzarında;
Mansur gibi başımı verip aşk dârında;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk beşinde senden hâcet dileyip geldim;
Yaptığım hatalı işler için tevbe kıldım;
Yâ ilâhım, rahmetini sonsuz bildim;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk altımda zevkım, şevkım dolup taştı;
Rahmetinden katre damladı, şeytan kaçtı;
Hak’tan ilham refik olup, kapısını açtı;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk yedimde yedi yandan haber yetti,
Sâki olup şarap kadehini hâcem tuttu;
Şeytan gelip, nefs hevayı kendisi yuttu;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk sekizde aziz candan bizar oldum;
Günah derdi uyuşturdu,hastalandım;
O sebepten Hak’tan korkup uyanık durdum;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Kırk dokuzda aşkın düştü,kavrulup yandım;
Mansur gibi hısımlardan uzaklaştım;
Türlü türlü cefa değdi,kabullendim;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

Elli yaşta “Er benim” dedim,fi’lim zayıf;
Gözlerimden kan dökmedim,bağrımı ezip;
Nefsim için yürür idim,it gibi gezip;
Zâtı ulu hâcem, sığınıp geldim sana.

7.
HİKMET

Kul huva’llâh sübhâna’llâh’ı vird eylesem,
Bir ve Var’ım didarını görür müyüm?
Baştan ayağa hasretinde dert eylesem,
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli birde çöller gezip otlar yedim;
Dağlara çıkıp, tâat kılıp gözümü oydum;
Didarını göremedim, candan doydum;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli iki yaşta geçtim evden barktan;
Evim barkım ne ola ki belki candan;
Baştan geçtim, candan geçtim,hem imandan;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli üçte vahdet şarabı nasip kıldı;
Yoldan azan şaşkın idim,yola saldı;
“Allah!” dedim,”Lebbeyk!” deyip elimden tuttu;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli dörtte vücudumu nalân kıldım;
Marifetin meydanında cevlan kıldım;
İsmâil gibi aziz canımı kurban kıldım;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli beşte didar için dilenci oldum;
Kavruldum,yandım,kül gibi yokluğa erdim;
Allah’a hamd olsun,didar izleyip tamamladım;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli altı yaşa erdi dertli başım;
Tevbe kıldım,akar mı ki gözde yaşım;
Erenlerden pay almadan içim dışım;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli yedi yaşta ömrüm yel gibi geçti;
Eya dostlar, amelsizim, başım karıştı;
Allah’a hamd olsun,pîr-i muğan elimden tuttu;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli sekiz yaşa girdim,habersizim;
Nefsimi alt-üst eyle, kahhar Rabb’im;
Himmet versen,şom nefsime teber vurayım;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Elli dokuz yaşa yettim,dâd u feryad;
Can verende cananımı kılmadım yâd;
Ne yüz ile sana diyem, kıl sen âzıd;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Göz yumup tâ açınca erişti altmış;
Bel bağlayıp kılmadım ben iyi bir iş;
Gece gündüz gamsız gezdim, hem yaz hem kış;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Altmış birde utanmışım ilâhımdan;
Eya dostlar, çok korkarım günahımdan;
Candan geçip penah dileyim Allah’ımdan;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Altmış iki yaşta Allah ışık saldı;
Baştan ayağı gafletlerden kurtarıverdi;
Can ve gönlüm, akıl ve idrâkim “Allah!” dedi;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Altmış üçte nida geldi:Kul yere gir;
Hem canınım, cananınım,canını ver;
Hû kılıcını ele alıp nefsini kır!
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

Kul Hâce Ahmed, nefsi teptim,nefsi teptim;
Ondan sonra cananımı arayıp buldum;
Ölmeden önce can vermenin derdini çektim;
Bir ve Var’ım, didarını görür müyüm?

8.
HİKMET

Vah ne yazık,ne yapacağım gariplikte?
Gariplikte gurbat içinde kaldım işte.
Horasan’ı, Şam’ı,Irak’ı niyet kılıp
Garipliğin çok kadrini bildim işte.

Neler gelse,görmek gerek o Hüda’dan;
Yûsuf’unu ayırdılar o Ken’ân’dan;
Doğduğum yer o mübarek Türkistan’dan;
Bağrıma taşlar vurup geldim işte.

Gurbet değdi Mustafa gibi erenlere,
Otuz üç bin sahabe ve yâranlara,
Ebû Bekir, Ömer, Osman, Murtaza’ya,
Gurbet değdi onlara hem, dedim işte.

Gurbet değse,pişkin kılar çok hamları
Bilgili kılar,seçkin kılar çok âmları,
Keçe giyer,bulsa yiyer taamları;
Onun için Türkistan’a geldim işte.

Gariplıkte yüz yıl dursa, yine mihman;
Tahtı, bahtı, bostanları yine zindan;
Gariplikte kul oldu o Mahmut Sultan;
Ey yârenler, gurbet içinde yandım işte.

Gariplikte Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü sırları perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun,gördüm.”dedi, izimi öptü;
Bu sırları görüp hayran kaldım işte.

Arzuluyum akrabalık vileyete,
Büyük babam ravzaları Ak Türbet’e,
Babamın ruhu saldı beni bu gurbete;
Bilmem ki ben nasıl taksir kıldım işte.

Kul Hâce Ahmet, söylediği Hakk’ın yâdı;
İşitmeyen dostlarına kalsın öğüdü;
Gurbet çekipöz şehrine dönüp geldi;
Türkistan’da mezar olup kaldım işte.

9.
HİKMET

Gönül gözünü parlatmadan tâat kılınsa,
Dergâhında makbul olmaz,bildim işte.
Hakikatten bu sözleri iyice öğrenip
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Bir ve Var’ım dersler verdi perde açıp;
Yer ve gökte duramadı şeytan kaçıp;
İşret kılıp,vahdet şarabından doyasıya içip;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Aşk makamı türlü makam, aklın yetmez;
Baştan başa zorluk, cefa, mihneti gitmez;
Melâmetler, ihanetler kılısa,geçmez;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Aşk belâsı başa düşse, nalân kılar;
Aklını alıp, şaşkın kılıp, hayran kılar;
Gönül gözü açılınca giryan kılar;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Seher vakti ağlar idim, nida geldi;
“Didarımı göstereyim.” Diye vâde kıldı;
Aklımı alıp, şaşkın kılıp aşkını saldı;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Burada cefa çekenlere didarı taht;
Mahşer günü bağışlar hem taht, hem baht;
Yarattığında âşıka kendisi kıldı ahd;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Çöller gezip, halktan bezip aşkı sor sen;
Kulu olsan, Hak’tan korkup ağlayıp yürü sen;
Didarını ister isen, hazır ol sen;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Gözlerimden kanlar döküp yâd etmedim;
Yüz bin türlü mihnet verdi, dâd etmedim;
Senden korkup hasta gönlümü şâd etmedim;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Allah derdi satılmaz ki satın alsan;
Pîr-i muğan hizmetinde toprak olmasan;
Hak yoluna giremezsin, pâk olmasan;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Ey yâranlar, aşk derdine çâre olmaz;
Diri oldukça aşk defteri tamamlanmaz;
Dar lahidde kemikleri ayrılmaz;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Aşk padişah,âşık fakir,nefes alamaz;
Hak’tan izin olmayınca konuşamaz;
Hak öğüdünü alan dünya peşinde koşmaz;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

Kul Hâce Ahmed,yedi yaşta dersler aldım;
Sekizimde dünyayı da,ahireti de terk eyledim;
Dokuzumda ben Hüda’mı hazır bildim;
Lâ-mekânda Hak’tan dersler aldım işte.

10.
HİKMET

Kadir rabb’im kudret ile nazar kıldı;
Mutlu olup yer altına girdim işte.
Garip kulun bu dünyadan göçüp gitti;
Mahrem olup yer altına girdim işte.

Zâkir olup,şâkir olup Hakk’ı buldum;
Dünya,ahret haram kılıp ezip teptim;
Divane olup,rüsva olup candan geçtim;
Gamsız olup yer altına girdim işte.

Şomluğumdan dağlar,taşlar söğdü beni;
Açık dille söğüp dedi:Fi’lin hani?
Âşık olsan, önce varıp Hakk’ı tanı!
Merhem olup yer altına girdim işte.

Sizi, bizi Hak yarattı tâat için;
Ey acayip, içmek, yemek, rahat için;
“Kalû belâ” dedi ruhum mihnet için;
Ethem olup yer altına girdim işte.

Nefsim beni çok koşturdu, Hakk’a bakmadan;
Gece gündüz gamsız yürüdüm, yaşım akmadan;
Hevesleri, benlik dâvasını ateşe yakmadan;
Gamla dolup yer altına girdim işte.

Bir kul görsem, hizmet kılıp kulu oldum;
Toprak gibi yol üstünde yolu oldum;
Âşıkların yanıp sönen külü oldum;
Hemdem olup yer altına girdim işte.

Candan geçip mihnet çektim, kulum dedi;
Kanlar yutup “Allah!” dedim, rahm eyledi;
Cehennemde olmasın diyip tasalandı;
Mutlu olup yer altına girdim işte.

Bir gün değil, yirmi üçe erdi yaşım;
Yazık Hakk’ı bulmamaktan kırık gönlüm;
Yer üstünde sultanım diyip kibirlendim;
Şâkir olup yer altına girdim işte.

Şeyhim diye dâva kılıp yolda kaldım;
Fes, sarığı değersiz bir pula satıp geldim;
Boş istekler coşup taştı, yorulup kaldım;
Huzursuz olup yer altına girdim işte.

Başım toprak, kendim toprak, cismim toprak;
“Hakk’a kavuşur muyum?” diye, ruhum müştak;
Kavrulup yandım, olamadım aslâ ap-ak;
Şebnem olup yer altına girdim işte.

Pîr-i muğan nazar kıldı, şarap içtim;
Şiblî gibi semâ ılıp candan geçtim;
Sermest olup insanlardan uzaklaştım;
Zemzem olup yer altına girdim işte.

Kul Hâce Ahmed, nâsih olsan, kendine ol;
Âşık olsan, candan geçip bir defa öl;
Cahillere desen, sözünü kılmaz kabul;
Muhkem olup yer altına girdim işte.

11.
H İ K M E T

Aşk dâvasını bana kılma, sahte âşık;
Âşık olsan, bağrın içinde göz kanı yok;
Muhabbetin şevki ile can vermese,
Boşa geçer ömrü onun, yalanı yok.

Aşk bağını mihnet ile göğertmesen,
Hor görülüp şom nefsini öldürmesen,
“Allah!” diyip içine nur doldurmasan,
Vallah, billah sende aşkın nişanı yok.

Hak zikrini can içinden çıkarmasan,
Üç yüz altmış damarını tepretmesen,
Dört yüz kırk dört kemiğini kül kılmasan,
Yalancıdır, Hakk’a âşıkolanı yok.

Nefsten geçip kanaatı huy edinen,
Hem kim tepse, râzı olup boyun sunan,
İyilere hizmet kılıp dua alan;
Öyle âşıkın mahşer günü armanı yoktur.

Rahatı atıp can mihnetinden hoşlananlar,
Seherlerde can kaynatıp aş kılanlar,
Boş hevesler, ben-sen fikrini terkedenler,
Gerçek âşıktır, aslâ onun yalanı yok.

Aşk derdini dertsiylere demek olmaz;
Bu yolların engeli çok,geçmek olmaz;
Aşk cevherini her namerde satmak olmaz;
Habersizlerden aşk kadrini bilen yok.

Aşka düştün,ateşe düştün,yanıp öldün;
Pervane gibi candan geçip kor ateş oldun;
Dertle doldun,gamla doldun,deli oldun;
Aşk derdini sorsan,aslâ dermanı yok.

Başın gider bu yollarda,hazır ol sen;
Aşk yolunda ölmeden önce muhakkak öl sen;
Pîr eteğini sıkı tutup hizmet kıl sen;
Hizmet kılanlardan aslâ yolda kalanı yok.

Âşık değil,sevdiğine can vermese,
Köylü değil,çapa yapıp nân vermese,
Burada ağlayıp âhirette can vermese,
Yolda kalır,Hüda lutfunu alanı yok.


Ey habersiz aşk ehlinden beyan sorma;
Dert iste sen,aşk derdine derman sorma;
Aşık olsan,zâhidlerden nişan sorma;
Bu yollarda âşık ölse günahı yok.

Zahid olma,âbid olma,âşık ol sen;
Mihnet çekip aşk yolunda sâdık ol sen;
Nefsi tepip dergâhına lâyık ol sen;
Aşksızların hem canı yok,imanı yok.

Aşk sevdası kime düşse,rüsva kılar;
Işık salıp Hak kendine şeyda kılar;
Mecnun gibi aklını hep Leylâ kılar;
Allah şahit,bu sözlerin yalanı yok.

Kul Hâce Ahmed,candan geçip yola gir sen;
Ondan sonra erenlerin yolunu sor sen;
Allah deyip,Hak yolunda canını ver sen;
Bu yollarda can vermesen,imkânı yok.


12.
H İ K M E T

Hoş gâipten yetişti, iyi sözüm teberrük;
Âşık olsan ey tâlip, riyâzette belin bük.
Geceleri yatmayıp yaş yerine kanın dök;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Arslan Baba’m dediler: Tâliplerde yok ihlas;
Pîrin hazır olanda ne gerek Hızır İlyas?
Pirin yoluna girende anmayın gavsu’l - gıyas;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

“Talibim ben” söylerler, vallah, billah nâ - insaf;
Nâmahreme bakarlar , gözlerinde yok insaf;
Kişi malını yiyerler, gönülleri değil sâf;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.






“Pir hizmetini kıldık; tâlibim.” Diyip yürürler;
Yiyip haram, mekruhu, torbalarına doldurdular;
Gözlerinde nemi yok,halka içine girerler;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.


“Pir hizmetini kıldık; tâlibim.” diyip yürürler;
Yiyip haram, mekruhu, torbalarına doldururlar;
Gözlerinde nemi yok, halka içine girerler;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Zâkirim diyip ağlarlar, akmaz gözünden yaşı;
Gönüllerinde gamı yok, her an ağrıya başı;
Düzen, hile kılarlar, mâlum Hüda’ya işi;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Tâlibim diye söylerler,gönlünde yok zerre şûr;
Gerçek tâlibi sorsanız, içi dışı gevherdir;
Hakk’a ayan sırları, dedikleri safâ nur;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Sûretleri bütün nakş, kıyametten korkmazlar;
Fısk ve fücur kılarlar, günahlardan ürkmezler;
Riya tesbihi ellerinde, ağlayıp yaş dökmezler;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Riya tesbihi elinde, zünnar belde, bilseniz;
Hak rızası budur ki aşk ticaretini kılsanız;
Aşkını alıp mahşerde rüsva olup dursanız;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Aşk yoluna girenler, Hak didarını görürler;
Mûsâ gibi mahşerde Hak’tan sual sorarlar;
Sermest olup vasfında Hû zikrini kurarlar;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

İnşallah işideni Hak’tan dileyip alırım;
Şeytan yolundan alıp hak yoluna salarım;
Yardım etse Mustafa,günahlarını dilerim;
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Çarşamba günü işidip ansızın Hazret vardılar;
Arslan Bâb’ın evine o gün misafir oldular;
Yattığı yeri perişan görüp hayran kaldılar;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Muhammed Mustafa durup dua kıldılar;
Melekler âmin diyip el açarak durdular;
“Şöyle ümmet verdin.” Diyip Hakk’a şükür kıldılar
Arslan Baba’m sözlerini işitiniz teberrük.

Sahabeler dediler:Arslan Bab’dır adınız;
Arapların ulusu, tertemizdir zâtınız;
Ten terbiyesi farz diyip, parça salıp yattınız;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Âhir zaman ümmetleri süslerler evlerini;
Nefslerine kapılıp bozarlar huylarını;
Şan ve şevketler ile dik tutarlar boylarını;
Arslan Ba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Âhir zaman ümmetleri, dünya fâni, bilmezler;
Gidenleri görerek ondan ibret almazlar;
Erenler kıldığını görüp değer vermezler;
Arslan Baba’m sözlerin işittiniz teberrük.

İyi yollardan sapıp kötü yola koşuşan,
Pîrim diyip mel’un şeytan eteğine yapışan,
Azâzil’i pirim diyip sabah akşam görüşen;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

İmanını yitirip, ölmem diye gülüşen,
Ölmem diyip dünyada Mevlâ’m ile vuruşan,
Gâfillik ile her an ömrünü boşa geçiren;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Vakit gelse, Azrâil, “Emaneti ver!” diyecek;
Lânetli şeytan, pîrim diye, can verende görünecek,
İmanını, dinini alıp gönül halini sormayacak;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Tevbe kılsa, tevbesini Mevlâ’m kabul kılmayacak;
Allah dese, hâcesi elinden tutup almayacak;
Cürüm ve isyan düğümlerini pîre varıp çözmeyecek;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Yedi yaşta Arslan Bâb Türkistan’a geldiler;
Baş koyarak ağladım, halimi görüp güldüler;
Bin bir zikir öğretip merhamet gösterdiler;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Söz edince hurmadan bana korku verdiler;
“Edepsiz çocuk!” diyip sopa alıp sürüler;
Hiddetinden korkmadım, bana bakıp güldüler;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

“Ağzını aç ey çocuk, emanetini vereyim;
Lezzetini tatmadım, aç ağzına salayım;
Hak Resûl’un emrini ümmet olsam, kılayım.”
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Ağız açtım, saldılar, hurma kokusu kıldı mest;
İki âlemden geçip vallah oldum Hak - perest;
Hâce, molla yığıldı, alıp gittiler destbedest;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Baba’m dedi: Ey yavrum, Önümde dur, öleyim;
Namazımı kılıp göm, can sadaka kılayım.
Medet kılsal Mustafa, İllîyyin’e gireyim
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Ağlayarak dedim ki: Ey baba, genç çocuğum;
Kabrinizi kazarak götürüp defn edemem;
Hak Mustafa sünnetini, çocuğum, bilemem;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Baba’m dedi: Ey yavrum, melekler toplanacak;
Cebrail imam olup, diğerleri tâbi olacak;
Mikâil ve İsrâfil kaldırıp mezara koyacak;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

Kul Hâce Ahmed, sözünü cahillere söyleme;
Söz söyleyip cahile, değersiz pula satma;
Açlıktan ölsen bile, nâmerde minnet etme;
Arslan Baba’m sözlerini işittiniz teberrük.

13.
H İ K M E T

Yola giren erenlerden yol sormadan
Ağlamayım mı ey dostlarım, hata kıldım
Hak zikrini gece gündüz vird etmeden
Ey dostlarım, öz canıma cefa kıldım.

Allah yâdı gönülleri aydınlatan;
Âşıklara Hüda kendisi vâde kılan;,
Aşk rüzgârı Mustafa’ya hediye gelen;
O sebepten gözyaşımı şahit kıldım

Allah der ki: Âşıklarım Burak’a biner;
Hak zikrini diyenlere rahmet yağar;
Çok ağlayan didarımı şüphesiz görür;
Mahşer günü didarımı bağışladım.

Vâde kıldı âşıklara yüz bir Burak;
Âlem halkı melâmeti O’na ırak;
Bu âlemde el gözüne yanan çerak;
Ukba içinde yüz bin köşkler bina kıldım

Dertsiz insan insan değil, bunu anla;
Aşksız insan hayvan cinsi, bunu dinle;
Gönlünüzde aşka olmasa, bana ağla;
Ağlayanlara hâs aşakımı bağışladım.

Bende olsan, benliğinden geç tamamen;
Seherlerde can kaynatıp çalış dinmeden;
Yoldan sapan şaşkınları yola sok hemen;
Bir nazarda gönüllerini safâ kıldım.

Gerçek dertliye kendim ilaç, kendim derman;
Hem âşıkım, hem mâşukum, kendim canan,
Rahm edeyim, adım Rahman zâtım Sübhan;
Bir nazarda içlerini safâ kıldım.

Tan tana kadar Hakk’ı anan kişi,
Dağ ve çölü bostan kılar akan yaşı;
Allah’ı der, başka şeyle yoktur işi;
O âşıkı insanlardan cüda kıldım

Aşk yâdını yere salsam, yer kaldırmaz;
Defter kılsan, tâ dirisin, bitmek olmaz;
Hakk’ı bilen beyi, hanı, halkı bilmez;
O kulumu öz yolumda iki kat kıldım.

Mal ve pula rağbet etmez âşık kişi;,
Yol üstünde toprak olup aziz başı;
Ondan sonra nurla dolar içi dışı;
Yarın varsa, mahşerde padişah kıldım.

Hak’tan korkup mal ve pulu sevmeyenin,
Hakk’ı diyip bir an olsun yatmayanın,
Yatsa, kalksa, Hak zikrini koymayanın,
Açtım bâtın gözlerini bîna kıldım.

Oruç tutup halka riya kılanları,
Namaz kılıp tesbih ele alanları,
Şeyhim diyip başka bina kuranları
Son deminde imanından cüda kıldım.

Hakk’a âşık olup dedi Kul Hâce Ahmed;
Sıdkı ile işidene yüz bin rahmet;
Dua kılayım, görmesinler mihnet, zahmet;
Akıllı isen, bir söz ile tamam kıldım.

14.
H İ K M E T

Rabb’im yâdı ulu yâddır, söyler olsam,
Ballar gibi tatlı olur dilim benim.
Kendim fakir, ikrar ettim, oldum hakir;
Kanat çırpıp uçar kuş gibi gönlüm benim.

Türlü ayşım, türlü işim, detli başım;
Eridi canım, gitti aklım, aktı yaşım;
Günah ile tamamen doldu içim, dışım;
Niyazsızım, açıversin yolumu benim.

Gözüm düştü, gönlüm uçtu, Arş’a aştı;
Ömrüm geçti, nefsim kaçtı, bahrım taştı;,
Kervan göçtü, menzil aştı, yorgun düştü;
Sır ulaştı, nasıl olacak halim benim?

Sûret burada, sîret orada, kudretinde;
Uzun gecede, parlak günde, gönlüm orada;
Geçen gecede, olup bende, hepsi nerede,
Sorsa orada, günahkârdır dilim benim.

İçtim şarap, oldum harap, aslım türap;
Görmeğe geldim, yaş dolu gözüm, gönlüm serap,
Hak’tan hitap gelse, kullar görmez azap;
Pınar gibi akar gözden yaşım benim.

Düşüm uzar; burak tozar, gitse Pazar;
Dünya Pazar, içine girip kullar azar;
Başım bîzar, yaşım sızar, kanım tozar;
Adım Ahmed, Türkistan’dır ilim benim

15.
H İ K M E T

Durmadan huzurunda Allah desem,
Ağlayarak zikr edip Rabb’im desem,
Kulu olup kulluğuna boyun sunsam,
Bu iş ile yâ Rab, seni bulur muyum?

Zekeriyyâ gibi başıma bıçkı koysam,
Eyyub gibi hem tenime kurtlar salsam,
Mûsa gibi Tûr dağında tâat kılsam,
Bu iş ile yâ Rab, seni bulur muyum?

Yûnus gibi deniz içinde balık olsam,
Yûsuf gibi kuyu içinde vatan tutsam,
Yâkub gibi Yûsuf için çok ağlasam,
Bu iş ile yâ Rab, seni bulur muyum?

Şiblî gibi âşık olup sema ‘ kılsam,
Bâyezid gibi gece gündüz Kâbe’ye varsam,
Kâbe içine yüz sürüp ağlayıp dursam,
Bu iş ile yâ Rab, seni bulur muyum?

Mâruf gibi işbu yola adım atsam,
Mansun gibi candan geçip, dâra konsam,
Dâr üstünde şevklenerek Hakk’ı desem,
Bu iş ile yâ Rab, seni bulur muyum?

Kul Hâce Ahmed, kulluk içre sâbit olsam,
Zâkir olup, Hakk’ı anıp, Rabb’im desem,
Zikrinde şevklenerek kavrulup yansam,
Bu iş ile yâ Rab, seni bulur muyum?

16.
H İ K M E T

Seher vakti kalkıp ağla, nâle eyle;
İnleyişinden yer ve gökler neva kılsın.
Hakk’a sığınıp göz yaşını jâle eyle;
Ondan sonra Hak derdine deva kılsın

Yüz bin günah işledin sen, bilemedin;
Tevbe kılıp dergâhına gelemedin;
Himmet kılıp iyi dua alamadın;
Günahlardan seni ne diye kurtarıversin?

Bu âlemde rüsva olup kan yutmasan,
Şeriatte, tarikatte pir tutmasan,
Hakıkatte candan, tenden tam geçmesen,
Gafletlerden seni ne diye ayırıversin?

Erenlerin kıldığını kılamasan,
Pîrsiz gezip vird ve evrad bilemesen,
Yardım dileyip iyi dua alamasan,
Seçkîn ulular sana ne diye dua kılsın?

Tezvir ağı koyup halkı yoldan ettin;
Şeyhlik kılıp riya ile dükkân kurdun;
İşret kılıp şeytan ile gün geçirdin;
Didarına seni ned diye lâyık kılsın?

Gece yatmayıp uykusunu haram kılsa,
Kalb zikrini, sır zikrini tamam kılsa,
Bin dir adını tesbih edip dile alsa;
Kul ne diye dergâhında hata kılsın?

Emr-i mâruf,nehy-i münker bilip kılsa,
Yatsa, kalksa bir Hüda’yı hazır bilse,
Ölene kadar hâcesine hizmet kılsa;
Kuvvet verir, onu ne diye iki kat kılsın?

Namazsıza, tâatsize vermez kuvvet;
Fi’li zayıf, ayıplıya vermez himmet;
Rızkı noksan, soysuz olan görmez devlet;
O fâsıkın gönlünü ne diye safâ kılsın?

Yazık, insan kendi kadrini kendi bilmez;
Benlik kılıp iyilere değer vermez;
Hû sohbeti kurulan yere kaçıp gelmez;
O vefasız ahde ne diye vefa kılsın?

İnsan odur, fakir olup yolda yatsa,
Toprak gibi âlem halkı basıp geçse,
Yûsuf gibi kardeşi köle diye satsa;
Kulun kulu, o kul ne diye gururlansın?

Şevkı, zevkı muhabbetten ayân kıl sen;
Âşıklara aşk ateşinden beyan kıl sen,
Hârlık, zârlık, meşakkatı nişan kıl sen;
Gerçek âşıklar ateşten ne diye sakınsın?

Allah diyerek ateşe girdi Halilu’llah;
O ateşi bostan kıldı, görün, Allah;
Baş eğerek ağlayıp dedi: Şey’en li’llâh;
Fakir, miskin ateşte ne diye heva kılsın?

Hakk’a âşık sâdık kişi yalnız yürür,
Yarın varsa, Hak önünde izzet görür;
Cennete girip didar görüp hoşluk bulur;
Gizli yürür, halka ne diye riya kılsın?

Kul Hâce Ahmet, dert ve hâlet peyda kıl sen;
Can ve gönlü Hak yolunda şeyda kıl sen;
Derdini çekip mahşer günü kavga kıl sen;
Dert olmasa, Mevlâ’m kime şifa kılsın.

17.
H İ K M E T

Tevbe kılıp Hakk’a dönen âşıklara
Cennet içinde dört pınarda şerbeti var.
Tevbe kılıp Hakk’a dönmeyen gafillere
Dar lahidde katı azap hasreti var.

Cennet mülkünü anlayan kullar tevbe kılsın;
Tevbe kılıp huzuruna yakın olsun;
Hûri, köşkler, gılman, vildan hizmet kılsın,
Türlü türlü giydiği şeref hil’ati var.

Tevbe kılan âşıklara nuru erer;
Gece gündüz oruçlu olsa, gönlü parlar;
Öldüğünde kabre girse, kabri genişler;
Kadir Rabb’im, rahîm, rahman, rahmeti var.

Tevbesizler bu dünyadan göçülmez bilir;
Ölüp varsa, kabir azabını görmez bilir;
Kıyamet günü Arasat tanı atmaz bilir,
Heyhat heyhat, nevha, feryat günleri var.

Namaz, oruç, tevbe üzre varanlara,
Hak yoluna girip ayak koyanlara,
Bu tevbeyle âhirete varanlara,
Bağışlanmış kullar ile sohbeti var.

O pınarlar kim içindir, bil sen bunu;
Tevbe kılan âşıklara içirir onu;
Tevbesizler o pınardan içmez suyu;
Ona içirir zehir zakkum şerbeti var.

Her kim Hakk’ın kulu olsa, Hakk’a dönsün;
Hakk’a dönmeyen gâfil kullar öteye varsın;
Kul Hâce Ahmed nasıl burada mekân tutsun;
Gece gündüz korkup durur, heybeti var.

18.
H İ K M E T

Didarını talep kılsanız ey zâkirler,
Candan geçip halka içinde görün didar.
Şevkın ile Allah diyip, doğruya dönüp
Gece uykusunu haram kılıp ol sen bîdar.

Bîdarlara Hak rahmeti yakın olur;
Bîdarların gönlü kırık, gözü yaşlı olur,
Benlik kılanların cezası cehennem olur;
Kibirlinin cehennemde hali düşvar.

Senden önce yâranların ne yana gitti;
Bu dünyaya gönül vermeyip ağlayıp göçtü;
Ömrün sona erdi, sıra sana yetti;
Günahına tevbe kıl sen,ey bed-kirdar.

Nefsin sana, bakıp dursan, neler demez;
Ağlasan da Allah’a doğru yüz çevirmez;
Ele alsan, yaban kuş gibi ele konmaz;
Ele alıp gece uykusunu kıl sen bîdar.

Nefs yoluna giren kişi rüsva olur;
Yoldan azıp gezip tozan şaşkın olur;
Yatsa, kalksa, şeytan ile yoldaş olur;
Nefsi tep sen, nefsi tep sen, ey bed-kirdar.

Nefsin seni son deminde geda kılar;
Din evini yağmalayıp harap kılar;
Öldüğünde imanından cüda kılar;
Akıllı isen, pis nefisten ol sen bîzar.

Fir’avn, Karun şeytan sözünü muhkem tuttu;
O sebepten yer yarıldı onları yuttu;
Mûsâ Kelim nasihatçı olup sözler dedi;
Kulak tutmadan o ikisi öldü murdar.

Günahına tevbe kılıp ağlayıp yürü sen;
Giderim diyip yol başına varıp dur sen;,
Gidenleri görerek hem ibret al sen;
İbret alsan, yattığın yer olur gülzar.

Mü’min kullar dert ve hâlet peyda kıldı;
Hak yolunda can ve gönlü şeyda kıldı;
Dünyayı terkedip âhireti satın aldı;
satın alsan, hûrî, gılman hepsi hazır.

Kul Hâce Ahmed, nefs elinden kılarım dâd;
Pîr-i muğan olacak mı ona cellad;
Habersizler işitmezler dâd ve feryad;
Kan ağla sen, işittin o Perverdigâr

19.
H İ K M E T

Aşk yolunda yok olayım Bir ve Var’ım;
Her ne kılsan, âşık kıl sen perverdigâr.
El açarak dua kılayım, Rabb’im cebbar;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Gül aşkının sokağında bülbül oldum;
Türlü türlü diller ile nâle kıldım;
Bütün işlerden âşıklığı ben zor bildim;
Her ne kılsan,âşık kıl sen Perverdigâr.

Aşkı değse, kavurup yandırır canı, teni;
Aşkı değse, viran kılar”ben” fikrini;
Aşk olmasa, tanımak olmaz Mevlâ’m seni;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Aşk defteri sığmaz dostlar dergâhına;
Cümle âşık yığılıp varır bargâhına;
Yedi cehennem tâkat kılmaz bir âhına;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Hâs aşkını göster bana, şükr edeyim;
Bıçkı konsa, Zekeriyya gibi zikr edeyim;,
Eyyub gibi belâsına sabr edeyim;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Cilve kıl sen, deli kıl sen, şeyda kıl sen;
Mecnun kıl sen, insanlara rüsva kıl sen;
Mum gösterip pervane gibi kor ateş kıl sen;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Aşk derdini talep kıldım, dermanı yok;
Aşk yolunda can verenin hüsranı yok;
Bu yollarda can vermese, imkânı yok;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Nerden bulayım, aşkın düştü, kararım yok;
Aşk senâsını gece gündüz bıraktığım yok;
Dergâhından başka yere vardığım yok;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Aşk pazarı ulu Pazar, sûda haram;
Âşıklara senden başka kavga haram;
Aşk yoluna girenlere dünya haram;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Âşıklığı dâva kılıp yürüyemedim;
Nefsten geçip ben emrini kılamadım;
Cahillikte Hak emrini bilemedim;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

Kul Hâce Ahmed, aşktan katı belâ olmaz;
Merhem sürme, aşk derdine deva olmaz,
Göz yaşından başka kimse şahit olmaz;
Her ne kılsan, âşık kıl sen Perverdigâr.

20.
H İ K M E T

Muhabbetin kadehinden içen divaneler,
Kıyamette ateş ağzından saçar dostlar.
Kudret ile yaratılan yedi cehennem
Âşıkların nârasından kaçar dostlar.

Cehennem ağlayıp yalvaracak Allah’ına
Tâkatım yok âşıkların bir âhına.
Kaçıp varayım Hak Taâlâ penahına;
Âşıkların yaşı ile söner dostlar.

Âşıkları aşk dükkânını varsa kurup,
Yaşını saçıp, göğsünü açıp, yüzünü sürüp,
İnşallah, cehennem kaçsa, ondan korkup
Yedi sema tâkat kılmadan göçer dostlar.

Rahman Rabb’im sâki olup mey içerse,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tamamen geçirse,
Vücudumdan Azâzil’i Hak kaçırsa,
Cürüm, isyan düğümlerini açar dostlar.

Aşk kapısını Hak yüzüme açıverse,
Hâs aşkını gönül içine yerleştirse,
Lutf eylese, iki âlemde şâh eylese,
Âşıkları Hakk’a doğru uçar dostlar.

Sübhan Rabb’im bir katre mey kılsa in’am,
Sır zikrini diye diye kılsam tamam,
Hûri, gılman cümle melek ona gulam;
Cennet içinde ipek giysiler biçer dostlar.

Allah diyerek kabirden kalksa, âlem yanar;
Seçkin kulum diyip Rabb’im, yalnız sever;
Yaş yerine kanını döküp yüzünü boyar;
Hamdını diyip mel’un şeytan kaçar dostlar.

Ben demedim, Allah kendi vâde kıldı;
Yolsuz idim, lutf ederek yola saldı;
Garip olup nâle kıldım, elimden tuttu;
Öyle âşık şevk şarabını içer dostlar.

Kul Hâce Ahmed, aşksızların işi düşvar;
Yarın varsa, Hak göstermez ona didar
Arş ve Kürsü, Levh ve Kalem hepsi bîzar;
Aşksızlara cehennem kapısını açar dostlar.

H İ K M E T

Aşk sırrını beyan kılsam âşıklara,
Tâkat kılmaz, başını alıp gider dostlar.
Doğa, taşa başını vurup, kendinden geçip
Çoluk-çocuk, evden barktan geçer dostlar.

Aşk şiddeti başa düşse, âşık neyler;
Bigâneler taşlar atıp ona güler;
Divane diye başını yarıp kana bular;
Şâkir olup hamd ve senâ söyler dostlar.

Aşk cevheri dipsiz deniz içinde pinhan;
Canda geçip cevher alan oldu canan;
Hevesliler âşıkım der, yolda kalan;
Dinlerini değersiz pula satar dostlar.

Aşksızların hem canı yok, hem imanı;
Resûlu’llah sözünü dedim, mâna kânı;
Nice desem, işitici, bilen hani?
Habersiz desem, gönlü karışır dostlar.

Ateşe yandım, candan doydum, hayran oldum;
Bu nasıl ateş, yanamadan biryan oldum;
Muhabbetin adını duyup giryan oldum;
Gözü giryan muradına yeter dostlar.

Çok ağlayıp, çok inle ki rahmı gelsin;
Yol şaşırsan, rahmı gelip yola salsın;
Hizmet kıl kî pîr-i muğân elinden tutsun;
Hizmet kılan muradına yeter dostlar.

Zemane hem âhir oldu, huyun gitti;
Resûlu’llah vâdeleri yakınlaştı;
Seçkin kulları iyi söze kulak tuttu;
Kötü kullar günden güne beter dostlar.

“Küllü yevmin beterün.” dedi hak Mustafa;
Ümmet olsan, kulak sal sen, ehl-i vefa;
İyilerin ecrini verir, kötüye ceza;
Kıyamet günü cezalarını çeker dostlar.

Fâsık, fâcir havalanıp yere basmaz;
Oruç namaz kazâ kılıp misvâk asmaz;
Resûlu’llah sünnetine değer vermez;
Günahları günden güne artar dostlar.

Dünya ehli malını görüp heva kılar;
Benlik fikriyle dâva-yı hüda kılar;
Öldüğünde imanından cüda kılar;
Can verende hasret ile gider dostlar.

Dünya malını yığanları vallah gördüm;
Öldüğü vakit,”Tevbe et!” diyip halini sordum;
Şeytan dedi: İmanına çengel vurdum.
Can çıkarda ağlaya ağlaya gider dostlar.

Kul Hâce Ahmed, âşık olsan, canın yansın;
Sıdkın ile Allah deki Tanrı bilsin;
Dua kıl ki mü’min kullar dünya koysun;
Dünya koyan âhirete yeter dostlar.

22.
H İ K M E T

Hakk’a dönüp mü’min olsan, tâat kıl sen;
Tâat kılan Hak didarını görür dostlar.
Yüz bin belâ başa düşse, inleme sen;
Ondan sonra aşk sırrını bilir dostlar.

Âşıkları inleyerek yola girdi;
Her ne cefa gelse, onu Hak’tan bildi;
Râzı olup yer altında hazır oldu;
Ağlayarak seherlerde durur dostlar.

Eyâ dostlar, hiç bilmedim ben yolumu;
Saadete bağlamadım ben belimi;
Gaybet sözden hiç alamadım ben dilimi;
Cahilliğim beni rüsva kılar dostlar.

Gece gündüz gamsız yürüdüm, zikr etmeden;
Cehd kılarak gece gündüz fikr etmeden;
Muhabbetin pazarında kendimi satmadan;
Nefsim benim yüz bin taam diler dostlar

Nefsini sen öz reyine koyma zinhar;
Yemeyip içmeyip tâat ile ol sen bidar;
Âhir bir gün gösterecek sana didar;
Bidar olan orda didar görür dostlar.

Eyâ gâfil, Hak zikrini dilden koyma;
Dünyalıktan bir zerreyi ele alma;
Erenlerin arkasından aslâ kalma;
Yola giren âhir murad bulur dostlar.

Vah ney yazık, hasret ile ömrüm geçti;
Nefsim benim coşup taştı, hadden aştı;
Canım kuşu uçuverse, ruhum kaçtı;
Gâfil yürüyen ömrünü yele satar dostlar.

Didar göreyim diyen kullar uyanık olur;
Yürüse, dursa, yatsa, kalksa, zikrini söyler;
İçi dışı öyle kulun nurla dolar;
Allah nurunu öyle kula saçar dostlar.

Kul Hâce Ahmed, bende olsan, ağla, yürü sen;
Muhabbetin meclisine kendini vur sen;
Kıyametin şiddetinden mâtem kur sen;
Mâtem kuran sırdan haber alır dostlar.

23.
H İ K M E T

Didar için canı kurban kılmayınca
İsmâil gibi didar arzu kılmayın dostlar.
Candan geçip tarikate girmeyince
Âşkım diyip yalan dâva kılmayın dostlar.

Âşıklığı ulu iştir, bilsen bunu;
Mihnet ile sınar imiş Mevlâ’m seni;
Cefa, mihnet ile olsan dünü günü;
Mâşukundan gönül ayrı kılmayın dostlar.

Benlik kılıp tarikate girmediler;
Candan geçmeden yola ayak koymadılar;
Nefs öldürmeden teslim fenâ olmadılar;
Ham tamahlık ile yola girmeyin dostlar.

İşbu aşkın yolu dilim olmak olur;
Burada ağlayıp âhirette gülmek olur;
Gül renkleri zaferan gibi solmak olur;
Böyle olmadan, âşıkım ben, demeyin dostlar.

Mürşidlerin hizmetini kıl ihtiyar;
Kendiliğimden yola girdim, deme zinhar;
İyi bilsen, tarikatın tehlikesi var;
Kılavuzsuz iş bu yola girmeyin dostlar.

Mürşidlere hizmet kılsan, nefse âfet;
Değme cahil bu yollarda kılmaz tâkat;
Sâdık kullar bu yolları bilir rahat;
Diriyken ölmeden didar arzu kılmayı dostlar.

“El kezzâbu lâ ümmeti “ dedi size;
O Muhammed Hak resûlü idi bize;
Yalancıya cennet yoktur, vallah anla;
Yalan diyip imansız gitmeyin dostlar.

Ev- barkını terk etmeden görmez didar;
Didar göreyim diyen âşık olur bidar;
Öyle âşık âhir görür orada didar;
Didar görmeden sırdan haber duymayın dostlar.

Sırdan mâna duymayanlar biganedir;
O âşıkın mekânları viranedir;
Aşk yolunda can verenler cananedir;
Candan geçmeden candan haber bilmeyin dostlar.

Kul Hâce Ahmed, kendinden geçmeden dâva kılma;
Halk içinde âşıkım diyip, dile alma;
Âşıklığı ulu iştir, gâfil olma;
Gafil olup Hak didarını görmeyin dostlar.


24.
H İ K M E T

Muhabbetin kadehinden içip raks ederek
Divanelik makamına girdi dostlar.
Aç ve tokluk, kazanç, ziyan hiç bilmeyen
Sermest olup raks ve sema’kıldı dostlar.

Raks ve sema kılanlara dünya haram;
Ehl ü iyal, evden barktan geçti tamam;
Seher vakti Hakk’a sığınıp ağlar müdam;
Ondan sonra raks ve sema’kıldı dostlar.

Dünya tepmeden raks ve sema kılan cahil;
Hak yâdını bir an demez, yürür gafil;
Dervişim der, dünyaya doğru gönlü mâyil;
Dünya için raks ve sema’kıldı dostlar.

Kendinden geçmeden raks ve sema kılmak hata;
Sübhan rabb’im ona kılmaz iman atâ;
Tâat kılsa, gönülleri kılmaz safâ;
Riya kılıp raks ve sema’ kıldı dostlar.

Kendinden geçmeden raks eylese. Aellah bîzar;
Sema’ından yer teprenip çeker âzar;
Dua kılayım, göstermesin ona didar;
Dinden geçip raks ve sema’kıldı dostlar.

Şibli âşık sema’kıldı, ışık görüp;
Mustafa’yı hazır görüp, sual sorup;
Dünya, ukba terkederek gözünü yumup;
Öyle kullar raks ve sema’kıldı dostlar.

Şibli âşık ağlayıp dedi: Eyâ Resûl,
Tâkatsizim, sema’kılsam , olurum melûl
Resûl dedi: İnşallah, kılar kabul.
Ruhsat dileyip raks ve sema’kıldı dostlar.

Kul Hâce Ahmed, raks ve sema’ kılmayanlar
Taklit ile sema kılsa, cehennemde yanar.
Bu rivayet gizli idi; söylesem, onlar
Hakk’ı bulup raks ve sema’kıldı dostlar.


25.
H İ K M E T

Hikâyede bilin şöyle getirdiler:
Baba Mâçin, o sultanı gönderdiler;
Horosan’a dört yüz yaşı yaşadılar;
Hem yirmi dört ağaç her gün uçtu dostlar.

İşittiler Baba Mâçin o zamanda,
Ahmed adlı bir şeyh çıkmış Türkistan’da;
Sohbet kılmış kız ve erkek ile orada;
Men’etmeğe Türkistan’a geldi dostlar.

Geldi ise, gördüler o meşayıhı;
“ Sen şeyh misin, azdırıcı insanları?
“ Hem o azan şaşkınım ben, bil sen bunu. “
Diye Hazret ona cevap verdi dostlar.

Emr ettiler Hakîm Hâce Süleyman’a,
Hem o Sûfî Muhammed’i Dânişmend’e,
Bağlayıp vurun beş yüz kamçı o nâdana.
Bir sütuna sıkı bağlayıp koydu dostlar.

Yüz kişi hem gelse, tutabilmez idi;
İki kişi tutup onu hem bağladı;
Hem o zaman beş yüz kamçı sayıp vurdu;
Ne âh dedi, ne vah dedi, bilin dostlar.

Soyup onu bağlayarak koydu,
Beş yüzden bir kamçıyı fazla vurdu;
Bir kamçıdan çok ağlayıp feryad kıldı;
Ata Ahmed çözdürerek koydu dostlar.


29.
H İ K M E T

Tecellinin makamıdır acep makam;
O makamda âşık kullar cevlan kılar.
Hangi gönle tecellisi ışık olsa,
Kendinden geçip, şaşkın olup efgan kılar.

O makamının yollarının rehzeni var;
Kılavuzsuz yola girse, yoldan azar;
Vesvas salıp lânetli şeytan dinini bozar;
Kendi yoluna salıp onu hayran kılar.

O makamı bildirmeğe rehber gerek;
Tarikatin ön safında safder gerek
İşbu yolu zabt eyleyen server gerek;
Öyle mürşit cennet mülkünü tayran kılar.

O makama eren âşık şarap içer;
Ev- barkını yağmaya verip candan geçer;
Şevk kanadını Hazret’e doğru tutup uçar;
Arş ve Kürsü, Levh ve kalem tayran kılar.

Didar dileyip terk eylesen mâsivayı;
Ölmeden önce vücudunu eyle fâni;
“Ve enhârun min aselin mesaffen”i;
Cennetini has kullarına ihsan kılar.

O makamın tevhid adlı ağacı var;
Gölgesinde âşık kullar Burak’a biner;
Her bir dalı bin günlük yolu hem tutar;
Her bisisi kendi kendine ünvan kılar.

O ağacın meyvesinden tadan kullar,
Dünyasını âhirete satan kullar,
Kabir içinde huzur ile yatan kullar,
Seherlerde göz yaşını umman kılar.

Himmet kuşağını Kul Hâce Ahmed,bele bağla;
Muhabbetin adı ile yürek dağla;
Yakanı tutup sabaha kadar durmadan ağla;
Belki sana rahm eder de canan kılar.



30.
H İ K M E T

Muhabbetsiz kişilerden her kim kaçsa,
Örflerin sohbetinde cevlan kılar.
Yanıp yıkılıp aşk yolunda yaşını saçsa,
Sübhan Rabb’im Arş üstünde mihman kılar.

Bendem diyeyananları sevipAllah
Hak gösterir didarını vallah,billah.
Nereye varsa,tesbihleri”Şey’en li’llah”
Her ne bulsa, Hak yolunda ihsan kılar.

Zâkir olup zikrini dese, gelir nida;
Lânetli şeytan yetmiş fersah olur cüda;
Derdi olsa,Hak derdine verir deva;
Öyle kulu kendisi izleyip canan kılar.

Seher vakti Hak uyandırıp kan ağlatır;
Bîdar kılıp kendi aşkına bel bağlatır
Devâsı yok derdi verip zâr inletir
Burada ağlayıp oraya varsa, handan kılar.

Hak’ka âşık olan kullar dâyim bîdâr
Rıdvan değil maksadları olur dîdar
Çoluk-çocuk,evden barkdan olur bizar
İsmâil gibi azîz cânın kurbân kılur.

Canın kaynayıp, zakkum çiğneyip âşık ol sen;
Yaşını döküp, gözünü sulayıp sâdık ol sen;
Ondan sonra dergâhına lâyık ol sen;
Canını versen, rahm eylese, canan kılar.

Şeyhim diye baş kaldıran Hakk’a rakip;
Benlik kılıp Sübhan’ına olmaz habip;
Bîdar olup derdsizlere olmaz tabip;
Bu dünyayı mü’minlere zindan kılar.

Ey mü’minler, tâat kılıp dayanmayın;
Emanettir, aziz cana inanmayın;
Haram mekruh yığılmış mala güvenmeyin;
Mallarını karış adlı yılan kılar.

Bu dünyaya bina koyan Karun hani,
Dâva kılan Fir’avn ile Hâmân hani ,
Vâmık,Azra,Ferhad,Şîrîn,Mecnun hani;
Kahr eylese,bir lahzada yeksan kılar.

Hiç bildin mi kişi ölmeyip kalanını,
Bu dünyanın vefasını bilenini,
Dünya isteyip Hak lutfuna alanını?
Allah desen,göz yaşını bârân kılar.

Dervişim diyip tâat kılar halk içinde;
Riya kılıp koşup yürür orda burda;
Allah için tâat kılan Derviş nerde?
Gerçek derviş dağ ve çölü mekan kılar.

Âşık olsan,aşk yolunda fenâ ol sen;
Didar izleyip huzurunda tamamlan sen;
Merhem olup gerçek dertliye deva ol sen;
Güzel huylunun canını alışta âsân kılar.

Âşıkları Hakk’a bakıp nâra çeker;
Muhabbetin denizine dalıp batar;
Cevher alıp sevdiğine derdini söyler;
Katre yaşı yere damlasa, umman kılar.

Âşıklara verdi aşkını yandınmak için;
Zeliha gibi boyunu iki kat kıldırmak için;
Riyâzette yüzünün rengini soldurmak için;
Gerçek âşıkın yüzünün rengini saman kılar.

Âşıkları Hak kahrından korkup titrer;
Yer ve gökte melekler ağlayıp durur;
Bâzen kızıl, bâzen sarı olup yürür;
Nâle edip yer ve göğü lerzan kılar.

“Nerdesin?” diyip, “Nerdesin?” diyip âşık söyler;
Âşıklarda had ne ola, mâşuk söyler;
Ağzı demez, dili demez, gönlü söyler;
Üç yüz altmış damarları lerzan kılar.

Âşıkların kıyamet günü halini sorar;
Gerçek âşıkın göğsünü yarıp dâğını görür;
Pâk ağzından köpüğü akıp koşup durur;
Kime verse pâk aşkını, hayran kılar.

Âşıkların istekleri câm-ı şarap;
Sevdiğine ermek için bağrı kebap;
Ruhlarının gıdasıdır çeng ve rebap;
Âhı çıksa,yedi iklimi viran kılar.

Kudret ile her ne kılsa,kadir özü;
Kudretinden mâlum olur kış ve yazı;
Ey insafsız,Allah ile kılma bâzî;
Kahhar Rabb’in canlıları bî-can kalır.

Ağlamayı her insana veren hani;
Ağlamaklı kolay değil,bağır kanı;
Göz yaşını riya kılma,Hakk’ı tanı;
Hak Teâlâ sevdiğini giryan kılar.

31.
H İ K M E T

Hikmet ile o yokluktan var eyledi;
In sekiz bin cümle âlem hayran olur.
“Kâlû belâ” diyen kullar nasip aldı;
Sükut eden kulların dini viran oldu.

Hak Taâla iman atâ kıldı size;
O Mustafa Hak resûlu idi bize;
Selâm desen,kuvvet verir dinimize;
Değilse,kıldıklarım hep yalan olur.

Evvel “Elest birabbiküm?” dedi Hüda;
“Kalû belâ” diyerek ruhlar kıldı sada;
Ağlayıp geldik eşiğine cümle geda;
Lutf eylesen,yüz bin âsi handan olur.

Tövbe kılsam,bağışlar mı kadir İlâh;
Yoksa orda ne yaparım,ben yüzü siyah;
Yarın varsam,el ve ayak bütün güvah;
Hak önünde bütün işler âsan olur.

Ağlamayım mı, geçti ömrüm,eyâ şahım;
Kaplayıp geldi karanlık,çık sen mahım;
Senden başka yok penahım,tekyegâhım;
Gece gündüz dilediğim iman olur.

Ümmet için resûl daim kaygılandı;
Dileyip ümmet günahını Hak’tan aldı;
Gece gündüz namaz kıldı,Tanrı’m bildi;
Dilde ümmetim der,gönülde yalan olur.

Ümmet olsan, Mustafa’nın peşinde ol sen;
Dediklerini can ve gönülden hem kıl sen;
Gece ayakta,gündüzleri oruçlu ol sen;
Gerçek ümmetin rengi tıpkı saman olur.

Sünnetlerini sıkı tutup ümmet ol sen;
Gece gündüz selâm verip ülfet ol sen;
Nefsi tepip mihnet erse,rahat ol sen;
Öyle âşık iki gözü giryan olur.

Kul Hâce Ahmed,nefsten daim sıyrıl sen;
Kavrulup pişip derdi ile tamamlan sen;
Gece gündüz durmadan ağlayıp geda ol sen;
Derdini çeksen,Hâce senden râzı olur.



32.
H İ K M E T

Tarikate şeriatsiz girenlerin
Şeytan gelir imanını alır imiş.
İşbu yolu pîrsiz dâva kılanları
Şaşkın olup ara yolda kalır imiş.

Tarikate siyasetli mürşit gerek;
O mürşide itikatli mürit gerek;
Hizmet kılıp pîr rızasını bulmak gerek;
Böyle âşık Hak’tan nasip alır imiş.

Pî rızası Hak rızası olur dostlar;
Hak Taâlâ rahmetinden alır dostlar;
Riyâzette sır sözünden bilir dostlar;
Öyle kullar Hakk’a yakın olur imiş.

İş bu yola birader pîrsiz girme;
Hak yâdından bir an gâfil olup yürüme;
Mâsivaya akıllı isen,gönül verme;
Lânetli şeytan kendi yoluna salar imiş.

Eyâ dostlar,hiç bilmedim ben yolumu;
Saadete bağlamadım ben belimi;
Mâsivadan hiç çekmedim ben dilimi;
Cahilliğim beni rüsva kılar imiş.

Şeriari,tarikati bileyim desen,
Tarikati hakikate ekleyim desen,
Bu dünyadan inci,cevher alayım desen,
Candan geçen seçkin kulları alır imiş.

Âşık kullar gece gündüz aslâ dinmez;
Bir saat bile Hak yâdından gâfil olmaz;
Öyle kulu Sübhan Rabb’im zâyi koymaz;
Dua kılsa,duası kabul olur imiş.

Vah ne yazık, geçti ömrüm gaflet ile;
Sen bağışla günahlarımı rahmet ile;
Kul Hâce Ahmed sana döndü hasret ile;
Kendi ateşine kendisi yanıp yakılır imiş.

33.
H İ K M E T

Gelen toplanın zâkir kullar, zikr edelim;
Zâkirleri Hüda şübhesiz sever imiş.
Aşksızların imanı yok ey yâranlar;
Cehennemde devamlı yanar imiş.

Muhabbetli âşıkları Hüda sevdi;
Onun için dünyayı da ukbayı da terketti;
Candan geçip, yaşını saçıp âşık oldu;
Mahşer günü didarını görür imiş.

Âşıkların gerçek dostuna canı kurban;
Şevki ile onu izleyip kılar efgan;
Aşk sevdası başa düşse hane viran;
Şeyda olup, onu izleyip yürür imiş.

Âşık olsan, gece gündüz durmadan ağla;
Pîr-ı muğân hizmetine belini bağla;
Yanıp pişip derdi ile göğsünü dağla;
Dağla giden visalını görür imiş.

Hakk’ı seven âşıkları buldu murat;
Sahte âşık olup yürüme, yarın hicap;
Kılıçtan keskin kıl köprünün adı Sırat;
Yalan dâva kılan geçemeyip kalır imiş.

Âşık olsan, yalan dâva kılma zinhar;
Yalan dâva kılanlardan Hüda bîzar;
Kahhar Rabb’im kahr eylese, adı Kahhar;
Kıyamet günü yüzü kara koyar imiş.

Âşıklar


En son Vuslatim tarafından Per Haz 30, 2005 12:30 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
mus25
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: May 18, 2005
İletiler: 473
Şehir: türkiye

İletiTarih: Çar Haz 29, 2005 4:55 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ELLERİNE SAĞLIK ÜLKÜDAŞ
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Per Haz 30, 2005 12:31 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

37.
H İ K M E T

Sübhan Rabb’im ferman kılsa kudret ile,
Âşıkları kavga kılıp yürür olur.
Mahşergâhta efgan kılıp,yaşını döküp
Halka kendini şaşkın gösterip yürür olur.

Halk içinde rüsva yürür, kendini bilez;
Cahillerin sohbetinden kaçıp gelmez;
O sebepten erenlerin kokusu gelmez;
Gözde yaşını neva kılıp yürür olur.

Âşıkların Hak önünde yüz nazı vâr;
Nâra çekse,zerre aslâ kalmaz,yanar;
Oruç,namaz,tesbihleri perverdigar;
İçlerini söyleyici kılıp yürür olur.

Vahşi gibi çöller ara kılar vatan;
Sahralarda yoldaşları zağ ve zağan;
Hâcet değil âşıklara bâğ ve çemen;
Hızır İlyas yoldaş kılıp yürür olur.

Âşıkların göz yaşıdır bâğ ve bostan;
Bülbülleri söyler orda binlerce destan;
Dışlarını bozup yürür,hane viran;
Hak kudretini inşa kılıp yürür olur.

Kendinden geçip,yanıp yürüse mest ve hayran;
Allah diyerek gözd yaşı,bağrı hiryan;
Nâra vurup feryad edip kılar efgan;
Allah yâdını senâ kılıp yürür olur.

Kadir Rabb’im kudret ile sulh eylese,
Cennet içine girer âşık emr eylese;
Nâra çekip,feryad edip vird eylese,
Şarap içip,sema’kılıp yürür olur.

Gece gündüz ağla daim hiç durmadan,
Dilen Allah yâdını diyip yorulmadan,
Gözde yaşı akmaz aslâ bağrı yanmadan;
Yaşını alıp şahit kılıp yürür olur.

Muhabbetin burakına binip yürüyen,
Öyle âşık tarikatte cevlan kılan,
Sır şarabını içip ezelde ruhu kanan,
Aşk bağında neva kılıp yürür olur.

Cehenneme girse âşık,perva kılmaz;
Görüp,bilip mal ve mülkü ele almaz;
Hûri,köşkler,gılmanlara değer vermez;
Feryad edip kavga kılıp yürür olur.

Kahhar Rabb’im kudret ile nida kılsa;
Didar için yananlarım,gel sen dese
Göz yaşını akıtarak feryad kılsa,
Akıl,idrâkini dâna kılıp yürür olur.

Rahman Rabb’im bendelere dâdını verir;
Âsi,câni ümmetlerin halini sorar;
Mahşer günü didarını atâ kılar;
Can ve gönlünü feda kılıp yürür olur.

Rahman Rabb’im rahmı ile nida kılar;
Hazin nida işitip âşık canı yanar;
Saf saf olup âşıkları baş yükseltir;
Âşık kendini eşsiz kılıp yürür olur.

Âşık olup hikmet dedi Kul Hâce Ahmed;
Sıdk ile işidene yüz bin rahmet;
İman atâ kılar Tanrı’m,tâc ve devlet;
Âşık gönlünü safâ kılıp yürür olur.

38.
H İ K M E T

Hiç bilmedim nasıl geçti ömrüm benim;
Sorar olsa,ben kul orda ne kılarım?
Nasıl olacak,yola salsan ben âcizi;
Sorar olsa,ben kul orda ne kılarım?

Yolda çıkıp azışımı bilmedim ben;
Hak sözünü kulağıma almadım ben;
Bu dünyadan gidişimi bilmedim ben;
Sorar olsa,ben kul orda ne kılarım?

Göçenlerden ibret alıp yola girmeyip,
Nevha, feryad kılarak tutuşup yanmayıp,
Gece gündüz yürümüşüm kendimi bilmeyip;
Sorar olsa, ben kul orda ne kılarım?

Canın çıkıp tenin yatar dar lahidde;
Sorucular gelip sorssa o hâlette;
Akar yaşım, gider aklım o vakitte;
Sorar olsa, ben,kul orada ne kılarım?

Gafillikte yürüdün sen it gibi gezip;
Tenin yatar dar lahidde pek çok şişip;
İş kılmadın sen Tanrı’ya göğsünü deşip;
Sorar olsa,ben kul orda ne kılarım?

Kul Hâce Ahmed, bu dünyada tevbe kıl sen;
Tevbe kılıp yol başına varıp dur sen;
Seçkin kullar gibi azık alıp yürü sen;
Sorar olsa, ben kul orda ne kılarım?

39.
H İ K M E T

Aşk ateşini gizli tutup saklar idim,
Canımı yakıp, yürek bağrımı kebap etti.
Pirden yardım olmaz olsa, şimdi bana,
Bu dert bizi dostlar hadsiz harap etti.

Aşk sırrınnı her nâmerde demek olmaz;
Nice yaksan rüzgarlı yerde çerağ yanmaz;
Yolunu bulan merdanları bilmek olmaz;
Ağlaya ağlaya göz yaşını habap etti.

Gerçek âşıklar geçer imiş canını atıp,
Edhem gibi yağmaya verip malını atıp,
Hu Hu diye Hak zikrini diyip, hoşlanıp,
İman tasdik kılıp bağrını kebap etti.

İbret al sen yola giren merdanlardan;
Canı cana ekleyerek yürüyenlerden;
Yolu sorup yoldan emin varanlardan;
Öyle kullar halini hadsiz haraap etti.

Kul Hâce Ahmed,nefs dağından çıkıp aştı;
Yürek bağrı coşarak kaynnayıp taştı;
Allah’a hamd olsun, yolunu bulup yakınlaştı;
İç kanından kendi kendine kebap etti.

40.
H İ K M E T

Eyâ dostlar, haraplıkta karıştı başım;
Kılayım ben halimi hesapla,beyan şimdi.
Kervan gitti aceleyle menzil aşıp;
İstekli olup kaldım âh ve efgan şimdi.

Merkep yağır, yüküm ağır, gamlı kendim;
Hasret ile akıl, idrâkim, gitti temkin;
Geçip kervan gözden gâip oldu mu ki;
Varır yerim bilemem ben ne yan şimdi.

Bu hâlette o Azrâil ansızın gelir;
Vah ne hasret, sıcak tenden canı alır;
Şeytan alır imanını, rüsva kılar;
Ey kardeşler, ara yolda kaldım şimdi.

O hâlette söz demeğe derman yoktur;
İman mumu vücut içre sönüp kalır;
Kızıl güle benzer yüzün saman olur;
İhtiyarlayıp oldum yer altında nihan şimdi.

Gel ey korkak, bu işlerden haber al sen;
Tevke kılıp daima Allah’a doğru var sen;
Kul Hâce Ahmed, dünyalıktan geçip dönsem,
Belki kıla pir-i muğan nazar şimdi.





41.
H İ K Â Y E T – İ M İ R Â C



Eyâ dostlar, bildireyim hak Resûl’dan
Ümmet olsan, işitip selâm verin dostlar.
O “harmeten li ‘l, âlemîn” cüz’ ve kül’den,
Ümmet olsan, işitip selâm verin dostlar.

Hudâvendim bağışladı O’na Mirac;
Rahmet denizi dolup taşıp vurdu mevvac;
O’nun başı üzre koydu “lâ-amrük” tâc;
Gerçek ümmetseniz,işitip selâm verin dostlar.

Önce Cibrîl alıp geldi O’na Burak;
Burak’a binip kıldı Hazret bin tumturak;
Burak uçup havalandı Hind el, Irak;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Aksâ’ya varıp indi görün oraya server;
Yığıldılar bütün ruhlar, O peygamber;
“mübârek bâd” kıldı ruhlar orda yekser;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Cibrîl alıp o Hazret’i havalandı;
O Sidretü’l - müntehâ’ya hemen vardı;
Mustafa’yı Cebrâil hem ululadı;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Makamından geçemeyip Cibrîl kaldı;
Yularını o Mikâil gelip aldı;
Son zamanda Mikâil yorulup kaldı;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

O İsrâfil O’nu alıp cennet uçtu;
O makamda resûl acep cevlan kıldı;
Efgan kılıp o hem makamında kaldı;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Arş’a bakıp ayak koydu Resûlu’llah;
Naleyni terk edeyim dedi hak Mustafa;
Nida geldi: Naleyn ile sen ayak bas ha;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Hak tarafından nida geldi: “Erinî “ beni;
Ey Habib’im, bana yakın gel sen beri;
Mahrem kılayım hâs sırrıma şimdi seni.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Hakk’a bakıp ayak koydu Resûlu’llah;
Hak’tan başka kimse yoktur orda hemrah;
Böyle makam kimseye yok, vallah billah;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.



Gerçek ümmetsen, bu sözleri iyi bilip al;
Bu sözler seçkin ümmete tapkı bir bal;
Münafıka uymaz bu söz, gelir melâl;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Münafıklar şek getirip oldu merdud;
Cehennemde dimağından çıkar bil dûd;
Geç kalınan pişmanlıktan sana ne sûd?
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Hüda dedi: Misafir olup geldin bana;
Ne kadar olsa, hâcetini söyle bana;
Hoşnud kılıp hâcetini vereyim sana;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Rusûl dedi: Dilediğim âsi ümmet;
Belağattan kırk yaşını kıl sen rahmet;
Ey Hudayâ, Senden rahmet, benden şefkat.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Dilediğini kabul kıldım, yâ hak resûl;
Söylediğini kabul kıldım, olma melul;
Çok çok dile, hâcetini kılayım kabul.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Kırktan öte elli yaşı kıldım talep;
Kimsesiz, yetim, ağlayıp geldim sana bakıp;
Gözümü diktim, yâ ilâhî, sana ağlayıp,
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Elli yaşı verdim sana, ya Mustafa;
Tekrar dile, ben olurum hâcet-revâ;
Çokça dile, her ne desen, vereyim sana.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Yâ ilâhî, altmış yaşı dedim sana;
Sen kudretli, bense güçsüz, geldim sana.
Boyun sunup geldim senin dergâhına.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Hüda dedi: Hâcetini söyledin bana;
Hoşnud ols sen şimdi benden yâ Mustafa;
Ben râzıyım, sen de benden ol hem rıza.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Resûl dedi: Şimdi dileyeyim yetmiş yaşı;
Gam çamuruna batıp kalan aralaşı;
Ümmetim diyip yemedim ben doyunca aşı.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Yetmiş yaşın havalesini kıl sen bana;
Kıyamet günü rahmetimi saçayım ona;
Gönlün dinsin, inayetim şimdi sana.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Yetmiş yıldır bana bende, sana ümmet;
Çoluk çocuk için çeken renc ve külfet;
O bendeme vermem ben hem asla zahmet
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Yetmiş, seksen, doksan yaşa yetse bendem,
Bağışlayıp günahını yok ederim ben hem;
Ümmetinin gamı gitsin, üzülme sen.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Kul yaşlansa, hâce berat hattı verir;
Bendem verse, ben vermesem, ayıp olur.
Ey Habîb’im hoşnud ol sen, hem sevin sen.
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Ey birader, asil sözü yalan demez;
Dini gevşek münafıklar neler demez;
O ezelden kara bahtlıdır, kendine gelmez;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Ey birader, münafıka olma sen ülfet;
Kim ülfettir, başı üzre yüzbin külfet;
Baştan başa münafığın işi ziyan, zahmet;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar.

Kul Hâce Ahmed Mirac sözünü hiktem kıldı;
Allah’a şükür, Mustafa’ya evlat kıldı;
Arslan Baba’m hurma verip sevindirdi;
Gerçek ümmetseniz, işitip selâm verin dostlar

42.
MÜNACAATNAME

Münâcât eyledi Miskin Hâce Ahmed;
İlâhî kıl bütün bendene rahmet.
Garip Ahmed sözü aslâ eskimez;
Eğer yer altına girse, çürümez.

Yine mensuh olup o hâr olmaz;
Okuyan bendeler bimar olmaz.
Okuyana kılarım orda şefkat;
Kıyamette kılacağım şefaat.

Huday’ım kılsa nasip bana cennet,
Okuyanlara kılayım şefaat.
Dileği her ne ise Tanrı vere;
Muhabbet şevkını gönlüne sala.

Cemalin gösterip Perverdigâr’ım,
Kendi yoluna salsın Bir ve Var’ım
Huda’yım eylesin mahşerde hurrem,
Kıyamette temiz zâtına mahrem.

Duaya kuvvet verse her müslüman
Ölüm vakti götürür nur-ı iman.
Benim hikmetlerim âleme dolan;
İşitmeden kim ölse, kılar arman.

Benim hikmetlerim dertliye derman;
Kişi nasip almasa, yolda kalan.
Benim hikmetlerim âlemde destan;
Ruhum gelse, kılar sohbeti bostan.

Benim hikmetlerim kân-ı hadîstir;
Kişi nasip almasa, bil habistir.
Benim hikmetlerim ferman-ı Sübhan;
Okuyup anlasan, mâna-yı Kur’an.

Benim hikmetlerim âlemde sultan;
Kılar bir lahzada çölü gülistan.
Benim hikmetlerim şevk-ı muhabbet;
Gözünün yaşına kılar taharet.

Namazına Resûlu’llah imamı;
Onun kavmi melâyikler tamamı.
Kırılmışlık ile kılsa namazı,
Kabul olur onun Hakk’a niyazı.

Benim hikmetimi âşıka diyin;
Gönlü ayna gibi sâdıka diyin.
Tamamı kör, sağır, bâtını güzaf;
Bütün iklimi gezdim, bulmadım sâf.

Benim hikmetimi sarrafa diyin
Kerem sahibi o Vahhab’a diyin.
Âdil padişah O, bir adı sâdık;
Kılar bir lahzada vaslına lâyık.

Benim hikmetimi cahil işitmez;
Gönlü kara olan öğüdüm almaz.
Her kim yazı yazsa, nesirle yazsın;
Nesirle yazarak maksada yetsin.

Dini, imanı yok, islâmı viran;
Kıyamet tanı atsa, yolda kalan.
Kâmil bir pîr görmeden Şeyh-i San’an,
Hüda kılmaz kabul, okusa Kur’an.

Kendini şeyh sanır, torbası boşmuş;
Yirmi beşe onun yaşı varmamış.
Nasihatlar kılar yaşlıya gence;
Anlamadan iyi ve kötü nece.

İnansın diye bir çok akılsızlar,
Velîlerden bunu nakil kılarlar.
Koyup geçitlere ağını bî-pîr,
Dili mekr ve hîle, kıldığı tevzir.

Onun mekri olur şeytandan a’lâ;
Kalkar yüzü kara mahşerde tanla.
Onların yüzünü aslâ görmeyin;
Öyle lânet şeyden perhiz eyleyin.

Hal dili ile ben a’mayı döğdüm;
Hakikat söz ile cahili söğdüm.
Eğer âlim olsa, sadaka canım;
işitip anla inci, cevher sözüm.

İnci, cevher sözüm âleme saçsa,
Okuyup anlasa, Kur’ân’ı açsa,
O âlime canım kurban kılarım;
Bütün ev-barkımı ihsan kılarım.

Hani âlim, hani âmil yâranlar?
Hüda’dan söylese, siz can veriniz.
Gerçek âlim yastığını taştan kıldı;
Anladığı şeyi âleme dedi.

Kendini bildi ise, Hakk’ı bildi;
Hüda’dan korktu ve insafa geldi.
Benim hikmetimi bilgin işitsin;
Sözüm destan kılıp maksada yetsin.

Benim hikmetlerim bir pîr-i kâmil;
Hangi bende olsa Hüda’ya mâyil.
Benim hikmetimi hublara diyin,
Dua, tekbir kılıp rahmete batın.

Benim hikmetlerim kudretli bir pîr;
İşiden şaşkın sersem olur.
Diri oldukça cihanda hâr olmaz;
Okuyan bendeler hem bîmar olmaz.

Kıyamette ona hâdi olurum;
Eğer dertli olsa, deva olurum.
Eğer yüz yıl ömür bulsa, yıpranmaz;
Eğer yer altına girse, çürümez.

Hüda kıla onu tamudan âzad;
Ebedî cennetinde eyleye şâd.
Duyup hikmetimi kulağa alana
Atâ kılar ölüm vaktinde iman.

Yesevî, hikmetini bilgin işitsin;
İşidenler bütün maksada yetsin.
Cevahir kânından bir nükte alsın;
İşitmeyenler hep hasrette kalsın.

Kişi hikmet işitse canı ile,
Çıkar canı onun imanı ile.
Kulağa almazsa bu sözü nâdan,
Ona insan deme; o cins-i hayvan

Hudayım sözünden çıkan bu hikmet,
İşidene yağar bârân-ı rahmet.
Benim hikmetimi kim tutsa muhkem,
Huda kılmaz kabul, okusa Kur’ân.

Girer cennet içine şâd u handan;
Hudayım eyleye mesrur u şâdan.
Benim hikmetlerim Hakk’ın senâsı;
Muhabbet ehlinin derdi devası.

Benim hikmetlerim kand ve aseldir;
Bütün sözler için de bî-bedeldir.
Benim hikmetlerim in’am-ı Allah;
Seher vakti dese, estağfiru’llah

Mel’un şeytan tutmaz onun yolunu;
Muhammed Mustafa tutar elini.
Benim hikmetlerimi dertsize demeyin;
Bahasız cevherimi cahile satmayın.

Yesevî hikmetin kadrine yat sen;
Aşk küpünden meyi bir katre tat sen.

43.
H İ K M E T

Muhammed’in bilin zâtı araptır;
Tarikatın yolu bütün edeptir.
Hakikat bilmeyen insan değildir;
Biliniz hiçbir şeye benzemezdir.

Kahırlansa, kılar yer ile yeksan;
Olmakta zelzele yer ile âsman.
Rahmeylese, biliniz,rahmeti var;
Verir olsa, tükenmez nimeti var.

Muhammed’i tavsif etsem kemine,
Anasının adı bil sen Âmine.
Atasının adı Abdullah idi;
Anadan doğmadan ölmüş idi.

Muhammed’i babası korumuştur;
Çıplak mı, aç mı yoklamıştır.
Babasını bilin Abdu’l - muttalib;
Gönülde saklayın siz iyi bilip

Babasının atası idi Hâşim;
İşidende akmakta gözde yaşım
Biliniz dördüncüsü Abdu’l - Menâf;
Onları bilse her kim, gönlüdür sâf.

Resûl’un bilse her kim dört ceddini,
Kıyamette gezer sekiz cenneti.
Babası yedi yaşında ölmüştür;
Resûl’u amcasına hem vermiştir.

Ebû Talib Ali’nin atasıdır;
Bütün arap kavminin ulusudur.
Ebû Tâlib olanda iş başında,
Muhammed oturur daim önünde.

Muhammed’in yaşı on yedi oldu;
Ki o vakit Hatîce O’nu gördü
Muhammed’i bilin ki tıpkı şunkar;
Hatîce O’nu görüp olmakta zâr.

Hatîce gönlünde O’nu sevmekte;
Muhammed aşkında içi yanmakta.
Gece gündüz diler O’nu Hüda’dan;
Biliniz sonunda buldu muradın.

Görün siz hem Hüda’nın şîvesini;
Muhammed bakmaktayken devesini,
Hatîce’ye Resûl çâker olmuştur;
Bu sebeple bil sen O’nu almıştır.

Resûl’un yaşları kırka varmıştır,
Ki ondan sonra Hüda’dan vahy inmiştir.
Ondan sonra Muhammed oldu padişah;
Resûl’un gönlünde yâr oldu Allah.

Muhammed işini Allah bitirdi;
İnsanların hepsi iman getirdi.
Resul’un başında dolu amâme;
Kemal buldu otuz üç bin sahabe.

Resûl’a hepisi hizmet kılmakta;
Edeple yürüyüp izzet kılmakta.
Resûl huzuruna bir yetim gelir;
Garip ve mübtelâyım diye söyler.

Rahim kıldı Resûl onun haline;
Dileği ne ise, getirdi hem yerine.
Resûl dedi:Ben de yetimim;
Yetimlikte, gariplikte büyümüşüm.

Muhammed dediler: Her kim yetimdir,
Biliniz, o benim hâs ümmetimdir.
Yetimi görseniz, incitmeyin siz;
Garibi görseniz dağ etmeyin siz.

Yetimler bu cihanda hâr olmuştur;
Gariplerin işi müşkül olmuştur.
Gariplerin işi daim sülûktur;
Diri değil, garip tıpkı ölüdür.

Hüda’sına garipler mâlumdur hem;
Garibi sabah akşam sormuştur hem.
Tavsîf etsem, Alî şîr-i Hüda’dır;
Kılıç ile kâfiri kırmaktadır.

Kâfirleri kılar imana dâvet;
Vermekte her zaman İslâm’a kuvvet.
Mü’min olanını alıp gelmekte;
Kabul kılmayanı kırıp gelmekte.

Kılıç ele alıp binende Düldül,
Kâfirler kavmine düşmekte gulgul,
Elindeki silahı Zülfikar’ı,
Savaşanda uzalır kırk karı.

Ali’nin var idi on sekiz oğlu;
Onun her birisidir ulu tuğlu.
Alî İslâm için kanlar yutmakta;
İslâm’ın tuğunu muhkem tutmakta.

Hâce Ahmed garipliğe düşmüştür;
Resûl evladına sözler katmıştır.



45.
HİKMET

On sekiz bin âleme server olan Muhammed;
Otuz üç bin ashâba rehber olan Muhammed.
Çıplaklık ve açlığe kanaatlı Muhammed;
Âsi, câni ümmete şefaatlı Muhammed.

Gece yatıp uyumaz, tilâvetli Muhammed;
Garip ile yetime mürüvvetli Muhammed.
Yoldan azan şaşkına hidayetli Muhammed;
İhtiyaç olsa kime, kifayetli Muhammed.

Ebû Cehl, Bû Leheb’e siyasetli Muhammed;
Melâmetin sabunu, selâmetli Muhammed.
Namaz, oruç kılıcı, ibadetli Muhammed;
Daim tesbih diyici, riyâzetli Muhammed.

Mel’un, lâin şeytana siyasetli Muhammed;
Şeriatın yoluna inayetli Muhammed.
Duaları müstecap, icabetli Muhammed;
Kötülüğe iyilik, kerametli Muhammed.

Tevfik veren zâlime, celâletli Muhammed;
Secde kılan eğilip, itaatlı Muhammed.
Arş ve kürsü pazarı, inayetli Muhammed;
Sekiz cennet sahibi velayetli Muhammed.

Miskîn Ahmed kuluna yazdırıcı Muhammed;
Yetim fakir, garibe sahavetli Muhammed.

46.
H İ K M E T

“El-kezzâbu lâ ümmetî. “ dedi, bilin Muhammed;
Yalancılar kavmine ümmet demez Muhammed.
Doğru giden kuluna, Hakk’ın izleyip yolunu,
Rast yürüyen kuluna ümmetim der Muhammed.

Her kim “Ümmetim.” Dese, Resûl işini koymasa,
Şefaat günü olsa, mahrum koymaz Muhammed.
Tanrı Taâlâ sözüne, Resûlu’llah sünnetine
İnanmayan ümmetine ümmet demez Muhammed.

Ümmetim diye yürüsün , buyruğunu tutmazsın
Nasıl ümit tutarsın, orda sormaz Muhammed
Müşküldür âsi bende, ümmet demese orda,
Rüsva olur mahşerde, ümmet Muhammed.

Ümmetim der Muhammed, doğru dese Kul Ahmed,
Yarın olsa kıyamet, mahrum koymaz Muhammed.

47.
H İ K M E T

Gördüğü an inanan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dir;
Üstün olup dayanan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dir.
Dertleşende ağlayan, kulluğa bel bağlayan,
İç bağrını dâğlayan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dir.

Bir sözünden dönmeyen, sırrını aslâ demeyen,
Gâfil olup yatmayan Ebâ Bekr-i Sıddîk’dir.
Şariatı gözeten, tarikatı tam tutan
Hakikatı iyi bilen adaletli Ömer’dir

Dediği söze yeten, nefs ve hevadan geçen,
Hak resûl’u berkiten Ebâ Bekr-i Sıddîk’dir.
Muhammed’e kayn-ata, kıldığı yok hiç hata,
Boynuna salan futa Ebâ Bekr-i Sıddîk’dir.

Kul Hâce Ahmed kıl tasdik, yâr-ı ğârın kıl tefrik,
Âriflikte bil sâdık Ebâ Bekr-i Sıddîk’dir.

48.
H İ K M E T

İkincisi yâr olan adaletli Ömer’dir;
Mü’minlere yâr olan adaletli Ömer’dir.
Bilâl’a ezan okutan, şeriati bildiren,
Din sözünü anlatan adaletli Ömer’dir.

Kâbe kapısını açtıran, hep putları kırdıran,
Resûl gönlünü dindiren adaletli Ömer’dir.
Şeriatı gözeten, tariatı tam tutan
Hakikatı iyi bilen adaletli Ömer’dir

Oğlunu çağırıp getiren, kırbaçlatıp öldüren,
Adaletle yol soran adaletli Ömer’dir.
Çerağ olup sönmeyen, din yolundan dönmeyen,
Haksız bir iş kılmayan adaletli Ömer’dir.

Miskîn Ahmed kıl sen yâd, kıl sen aczini bünyad,
Belki ruhu kılar şâd, adaletli Ömer’dir.

49.
H İ K M E T

Üçüncü yâr olan haya sahibi Osman’dır;
Her nefeste yâr olan haya sahibi Osman’dır.
Hak Resûl’un damadı, dinimizin âbadı,
Bendelerin âzadı haya sahibi Osman’dır.

Okuduğu Şâtibî, âyet, hadîs kâtibi,
Minber üzre hatibî haya sahibi Osman’dır.
Münâcâtı kûh-ı Tûr, aldıkları iki nur,
Dedikleri hepsi dür haya sahibi Osman’dır.

Çoklar gelip piyade, koymadılar Şehjode
Şehid kıldılar orda, haya sahibi Osman’dır.
Tavsif kıldın Osman’ı, Hâce Ahmed sen onu,
Yoktur şekki, gümanı, haya sahibi Osman’dır.

50.
H İ K M E T

Dördüncüsü yâr olan Hak arslanı Alî’dir;
Hem Mirâc’da yâr olan Hak arslanı Alî’dir.
Dediği sözü rahmanî, görsen yüzü nuranî
Kâfirleri kıranı Hak arslanı Alî’dir.

Himmet kuru belinde,Mevla’m yâdı dilinde,
Zülfikar’ı elinde Hak arslanı Alî’dir.
Binip çıksa Düldül’e,yere düşer zelzele,
Kâfirlere gulgule,Hak arslanı Alî’dir.

Düşmanlara mukabil,oldu kâfire katil,
Kılan bâtılı zâyîl Hak arslanı Alî’dir.
Rahmet kılar Bir ve Var,her ne kılsa gücü var,
Hâce Ahmed’e medetkâr Hak arslanı Alî’dir.

51.
H İ K M E T

Ne hoş tatlı Hu yâdı seher vakti olanda;
Baldan tatlı Hû adı seher vakti olanda.
Seher vakti kalkanlar,cnanın feda kılanlar
Aşk oduna yananlar seher vakti olanda.

Seher vakti hoş saat,kalkana olur rahat,
Açılır devlet,saadet seher vakti olanda.
Her gün yanar bu canım,kullakta yok dermanım,
Sen bağışla günahım seher vakti olanda.

İman mumunu yandırsan,ruh kuşunu yandırsan,
Allah’ına sığınsan seher vakti olanda.
Kul Hâce Ahmed saatî,bir zerre yok tâkatı,
Zikir canın rahatı seher vakti olanda.

52.
H İ K M E T

Ömrüm sona erende ne yaparım Allah’ım;
Can alıcı gelende ne yaparım Allah’ım.
Can ve rmenin vehminde, Azâzil’in zahmından,
Şefkat olmasa senden, ne yaparım Allah’ım?

Can vermek işi düşvar, kolay kıl sen yâ Cebbar;
Senden başka yok gamhâr, ne yaparım Allah’ım?
Canım ayrı olanda, tenim burda kalanda,
Tahta üzre alanda ne yaparım Allah’ım?

Âciz olup yatanda, melekler hem girende,
“Men rabbük?” diye soranda ne yaparım Allah’ım?
Götürüp kabre koyanda, yedi adım dönende,
Sorucular girende ne yaparım Allah’ım?

“Men rabbük?” diyip duranda, kara gündür o anda,
“Rabbim kimdir?” diyende ne yaparım Allah’ım?
Kul Hâce Ahmed sen bende, nefs elinde şermende,
Mahşer günü olanda ne yaparım Allah’ım?

53.
H İ K M E T

Kahhar adlı kahrından korkup ağlar Hâce Ahmed;
Rahman adlı rahmından ümit tutar Hâce Ahmed.
Günahım çok Allah’ım, bağışla sen günahım;
Bütün kullar içinde âsi kuldur Hâce Ahmed.

Münafıklar yürürler, fısk ve fücur kılarlar,
Haram, şübhe yiyerler; korkup ağlar Hâce Ahmed.
Tarikati bilmeden, hakikate girmeden,
Pîr emrini tutmadan, özrü çoktur Hâce Ahmed

Âhir zaman olmuştur, padişah zâlim olmuştur,
Haram, şübhe dolmuştur, hayran olur Hâce Ahmed.
Utanmış âsi kul ben, aşk yolunda bülbül ben,
Arslan Baba’ya kul ben, kulun olur Hâce Ahmed.

Kul Hâce Ahmed, tâat kıl, ağlamağı âdet kıl,
Belâ gelse tâkat kıl, Hak’tan olur Hâce Ahmed.

54.
H İ K M E T

Hâlıkımı izlerim dün gün cihan içinde;
Dört yanımdan yol indi kevn ü mekân içinde.
Dörtten yediye yettim, dokuzu geçip gittim,
Ondan ikiye geldim çerh-i Keyvan içinde.

Üç yüz altmış su ğeçtim, dört yüz kırk dört dağ aştım,
Vahdet şarabın içtim, düştüm meydan içinde.
Çünkü düştüm meydana, meydanı dolu gördüm,
Yüz bin ârifi gördüm, hepsi cevlan içinde.

Gavvas bahrına girdim, vücut şehrini ezdim,
Dürrü sedefte gördüm,cevheri kân içinde.
Arş ve Kürsü yürüdüm,Levh ve Kalem’i gördüm,
Vücut şehrini gezdim, dedim bu can içinde.

Canı gördüm cananda, aşkı gördüm meydanda,
Âşıkların meydan cümle bostan bostan içinde.
Eri gördüm erleştim, istediğimi zordum.
Pehisi sende dedi, kaldım hayran içinde,

Hayran olarak kaldım, şaşkın olarak daldım,
Kendimi derde saldım, buldum derman içinde.
Miskîn Hâce Ahmed canı,hem cevherdir hem kânı
Hepsi onun mekânı,o lâ-mekân içinde.

55.
H İ K M E T

Hâlıkımı izlerim dün gün cihan içinde;
Dört yanımdan yol indi kevn ü mekân içinde.
Dörtten yediye yettim,dokuzu geçip gittim,
Ondan ikiye geldim çerh-i Keyvan içinde.

Üç yüz altmış su ğeçtim,dört yüz kırk dört dağ aştım,
Vahdet şarabın içtim,düştüm meydan içinde.
Çünkü düştüm meydana,meydanı dolu gördüm,
Yüz bin ârifi gördüm,hepsi cevlan içinde.

Gavvas bahrına girdim,vücud şehrini gezdim,
Dürrü sedefte gördüm,cevheri kân içinde.
Arş ve Kürsü yürüdüm,Levh ve Kalem’i gördüm,
Vücud şehrini gezdim,derdim bu can içinde.

Canı gördüm cananda,aşkı gördüm meydanda,
Âşıkların meydanı cümle bostan içinde.
Eri gördüm erleştim,istediğimi sordum,
Pehisi sende dedi,kaldım hayran içinde.

Hayran olarak kaldım,şaşkın olarak daldım,
Kendimi derde saldım,buldum derman içinde.
Miskîn Hâce Ahmed canı,hem cevherdir hem kânı
Hepsi onun mekânı,o lâ-mekân içinde.

56.
H İ K M E T

Erenler cemâl görür dervişler sohbetinde;
Yâranlar meclisinde, nur yağar sohbetinde.
Ne dilese o olur dervişler sohbetinde;
Her sırlar zâhir olur dervişler sohbetinde.

Her kim sohbete geldi,erenden nasip aldı,
Tez geldi,biliş oldu dervişler sohbetinde.
Her kim sohbete geldi,gönlüne mâna doldu,
Ashâblar murad buldu dervişler sohbetinde.

Kibir, hasedler ölür,içine mâna dolar,
Göz açıp Hakk’ı görür dervişler sohbetinde.
Resûl’a vahiy geldi,başından tâcı aldı,
Kalktı hâdimlik kıldı dervişler sohbetinde.

Kul Hâce Ahmed sohbette,dem vurur münâcâtta,
Ne güzel saadette dervişler sohbetinde.

57.
H İ K M E T

bu dünya bütün halktan geçer ya;
İnanma sen malına , bir gün elden gider ya. Ata,ana,kardeşler nere gitti,fikir kıl;
Dört ayaklı tahta at bir gün sana yeter ya.

Dünya için gam yeme,Hak’tan başkayı deme,
Kişi malını yeme,Sırat üzre tutar ya.
Ehl ü iyal,kardeşler,kimseler olma yoldaş,
Merdane ol garip baş,ömrün yel gibi geçer ya.

Kul Hâce Ahmed tât kıl,ömrün belmem nece yıl,
Aslın bilsen,su ve kıl,yine kile gider ya.

58.
H İ K M E T

Kara gündür dem o saatı ki dünyadan sefer kılsan;
Kadın,evlâd,mal ve mülkün hepsinden güzer kılsan.
Seni koymaz ecel aslâ,nece hükmün revan olsa;
Hükümet ile âlemi eğer zîr ü zeber kılsan.

Olmuştur herkese ferman ölümün şerbetin içmek;
Kaçıp ondan kurtulmazsın,nece onden hazer kılsan.
İnsanların mezarına varıp bir bir temaşa kıl;
Ölülerden ibret alıp gerek bağrın kebap kılsan.

Daima iyilik kıl sen,gidersen sen bu dünyadan;
Kıyametin yüz suyuna gerek ciğer kanı kılsan.
Hüda fermanım tutan olur o evliyalardan;
Olursun evliyardan,riyâzeti çokça kılsan.

Hâce Ahmed mâsiyet ile hayatını kılma zâyi;
Olursun Hazret’e lâyık,eğer tâat seher kılsan.

59.
H İ K M E T

Niyet kıldık Kâbe’ye, râzı olun, dostlarım;
Yâ ölürüz, geliriz, râzı olun, dostlarım.
Niyet kıldık Kâbe’ye, hak Mustafa ravzına;
Nasip kıla herkese, râzı olun dostlarım.

Nasip olsa, varırız; nasip olsa, geliriz
Ecel yetse, ölürüz; râzı olun, dostlarım.
Râzı olun özümden, iyi kötü sözümden,
Geçin katı yüzümden, râzı olun, dostlarım.

Kudret olsa, gidiniz; güç olmasa, durunuz;
Dua kıla görünüz, râzı olun, dostlarım.
Dostlar bizi yoklarlar, fâsıklar çok uyurlar,
Mescide hem gelmezler; râzı olun, dostlarım.

Sırdan oldu işaret, burda kıldık imaret,
Kıla Resûl şefaat, razı olun, dostlarım.
Arslan Bâb’dan beşaret, pîrden dile icazet,
Dostlar kıla ibadet, râzı olun, dostlarım.

Kâbe’ye biz göçelim, zâlimlerden kaçalım,
Oğul kızdan geçelim, râzı olun, dostlarım.
Dilim sorsam, karar yok; garip ölse, sorar yok,
Yenilende helâl yok, râzı olun dostlarım.

Geçti kulun canından, çıktı halkın sanından,
Dostlar varsa sonundan, râzı olun, dostlarım.
Yesevî, yum sen gözünü, halka deme sözünü,
Kâbe’ye sürt yüzünü, râzı olun, dostlarım.

60.
H İ K M E T

Allah diyen bendenin yerini cennete gördüm;
Hûrî, gılman hepsini karşı hizmette gördüm.
Gece gündüz yatmadan Hû zikrini diyenler,
Melâyikler yoldaşı, Arş’ın üstünde gördüm.

Hayır, sahâ kılanlar, yetim gönlün alanlar,
Çahar-yâr’lar yoldaşı, kevser lebinde gördüm.
Âmil olan âlimler, yola giren âsiler,
Öyle âlim yerini Dâru’s-selâm’da gördüm

Kadı olan âlimler, rüşvet alıp yiyenler,
Öyle kadı yerini Nâr-ı sakar’da gördüm.
Zâlim olup zulm eden, yetim gönlün ağrıdan,
Kara yüzlü mahşerde, kolunu arkada gördüm.

Cemaate varmadan namazı terk kılanlar
Şeytan ile bir yerde, Derk-i esfel’de gördüm.
Kul Hâce Ahmed kân açtı, incci cevheri saçtı,
Dinmeyen bu sözü, gaflet içinde gördüm.

61.
H İ K M E T

Vahdet küpü açıldı, meyhaneye girsem ben ;
Bir câm içip o meyden mest ve heyran olsam ben.
O şarabın lezzeti iç bağrımı kan kıldı;
Bağır kanım akıtıp cananıma varsam ben

Sâki sundu her nefes keyfiyetin şarabın;
Sermest olarak o an nâle feryad vursam ben.
O deryanın mevcinden değme dalgıç dür almaz;
Candan geçip dür için bahr dibine dalsam ben.

Hâce Ahmed’in küpünde muhabbetin şarabı,
Âşıklara o meyden muradınca versem ben.

62.
H İ K M E T

Bizden selâm dostlara, talep yâdını koymasın;
Didar talep kılsalar, aslâ gâfil kılmasın.
Gâfil bulmaz Hak yolun, orda bulmazlar orun,
İçi dışı yanarak seherlerde yatmasın.

Yâdı ile olsalar, didar arzu kılsalar,
Nece hârlık görseler, gönül başka olmasın.
Âşıklara dünyada hârlık, zârlık, melâmet;
Melâmetsiz, mihnetsiz âşıkım söylemesin

Şeriatte tecrittir dünyasını terk etmek;
Terk etmeden dünyayı Hakk’ı sevdim, demesin.
Tarikatte ten canın terk etmesi tecrittir;
Terk etmeden ten canın tecrit oldum, demesin.

Hakikatte haramdır bir Hüda’dan başkası;
Öyle olmadan âşık didar arzu kılmasın.
Öyle Resûl Mustafa dünya malın sevmedi;
Ümmet olsa Resûl’a, dünya malın sevmesin.

Miskîn Ahmed Yesevî selam dedi dostlara;
Bu sözün mânasını tâlip olsa, anlasın.

63.
H İ K M E T

Dinmeden âşık Hû der Huda’sına yalvarıp;
Yürür O’nun aşkında gece gündüz sararıp.
Çok ağlatıp âşıkı aşk elinde Hudayım;
Aşk yolunda melâmet ona gördü münasip

Mansur bir gün ağladı, erenler rahm eyledi,
Kırklar şerbet içirdi Mansur’a mihrin salıp.
Mansur dedi: ene’l - hak; erenler işi ber-hak;
Mollalar derler nâ-hak gönlüne yaman alıp.

Deme “Ene’l-hak” diye, kâfir oldun Mansur diye
Kur’ân’da budur diye, öldürdüler taş atıp.
Bilmediler mollalar Ene’l-hakk’ın mânasın;
Kal ehline hal ilmin Hak görmedi münasip.

Rivayetler yazıldı, halini onun bilmedi,
Mansur gibi velîyi koydular dâra asıp.
Bigane diye mollalar şeyh mansur’u öldürdü
Kafir diye öldürdüler üç yüz molla savaşıp

Külünü göğe savurdu, atıp denize saldı,
Zevk denizi mevc vurdu, aktı deniz kaynaşıp.
Hem o günü o derya kıldı efgan vâveylâ;
Âşıklara Hudayâ kıl sen didarın nasip.

Efsanedir şeriat, ferzanedir hakikat,
Dürdanedir tarikat, âşıklara münasip.
Âlem halkı yığıldı, Mansur’a feryad kıldı.
Mansur’un yâranları kaldı orda ağlaşıp.

Tevbe kıl Hâce Ahmed, ola Hak’tan innayet,
Yüz bin veliler geçti sırrı sıra ulaşıp.

64.
H İ K M E T

Aşkın kıldı şeyda beni, cümle âlem bildi beni,
Kaygım sensin dünü günü, bana sen gereksin sen.
Tâla’llah zihî ma’nî, sen yarattın cism ve canı,
Kulluk kılsan dünü günü, bana sen gereksin sen.

Gözüm açtım seni gördüm, hep gönülü sana verdim,
Akraba terkini kıldım, bana sen gereksin sen.
Söylesem ben dilimdesin, gözlesem ben gözümdesin,
Gönlümde hem canımdasın, bana sen gereksin sen.

Alimlere kitap gerek, sûfilere mescit gerek,
Mecnun’lara Leylâ gerek, bana sen gereksin sen.
Ğafillere dünya gerek, âkillere ukba gerek,
Vâizlere minber gerek, bana sen gereksin sen.

Âlem tamam cennet olsa, hep hûriler karşı gelse,
Allah bana nasîp kılsa, bana sen gereksin sen.
Cennete girem cevlan kılam, ne hurilere nazar kılam
Onu bunu ben ne kılam, bana sen gereksin sen.

Hâce Ahmed’dir benim adım, dünü günü yanar oldum,
İki cihanda ümidim, bana seni gerek seni.

65.
H İ K M E T

Cennet cehennem savaşır, savaşmakta beyan var;
Cehennem der: Ben üstün, bende Fir’avn, Hâmân var.
Cennet der ki: Ne dersin, sözü bilmez söyersin;
Sende Fir’avn var olsa, bende Yûsuf Ken’ân var.

Cehennem der: Ben üstün, hasis kullar bende var;
Hasislerin boynunda ateşten zincir-keşân var.
Cennet der ki: ben üstün, peygamberler bende var;
Peygamberler önünde Kevser, hûri, gılman var.

Cehennem der: Ben üstün, tersa, cahud bende var;
Cahud, tersa önünde türlü azap-sûzân var.
Cennet der ki: Ben üstün, mü’min kullar bende var;
Zalimlere vermeğe zehir, zakkum çenden var;

Cehennem der: Ben üstün, münafıklar bende var;
Âlimlerin gönlünde âyet, hadîs, Kur’an var.
Cennet der ki: Ben üstün, münafıklar bende var;
Münafıklar boynunda ateşten işkil-keşân var.

Cennet der ki:Ben üstün, zâkir kullar bende var.
Zâkirlerin gönlünde zikr vr fikr-i Sübhan var.
Cehennem der: Ben üstün, namazsızlar sende var;
Namazsızlar boynunda yılan ile çıyan var

Cennet der ki: Ben üstün, didar görmek bende var
Didarını göstermeğe Rahîm adlı Rahmen var.
Cehennem o an dik durdu, cenete özür kıldı,
Kul Hâce Ahmed ne bildi, bildirici Yezdan var.


66.
H İ K M E T

Hû halkası kuruldu, ey dervişler, geliniz;
Hak sofrası yayıldı, ondan nasip alınız.
Kal ilmini okuyup, hal ilmine ulaşıp,
Yokluk içine batıp varlıklardan alınız.

Yırtıp şefkat perdesin, dileyip didar vâdesin,
Açıp gönül dîdesin müşahade kılınız.
Hû bıçkısın alarak, nefs başına salarak,
Gece gündüz tâlipler, canı kurban kılınız.

Halkada Hû diyiniz, aşk oduna yanınız,
Ten, can ile tâlipler, tekbir önce diyiniz.
Hû Hû diye inleyip, Hû demekte mÂna var,
Didarından ümitli, rahmetinden alınız.

Kul Hâce Ahmed kul olan, yol üstünde kül olan
Tâliplere mül olan, ondan ibret alınız

67.
H İ K M E T

Yol üstünde oturup yolu soran dervişler;
Ukbadan haber duyup yola giren dervişler.
Asâları elinde, himmet kuru belinde,
Rabb’im yâdı dilinde, Allah diyen dervişler.

Hırkaları eğninde,gönlünde yüz bin ayân;
Biliniz iki cihan göze almaz dervişler.,
Derviş hakk’ın manzuru, zikri olur gülzarı,
Hakk’ın yâdı esrarı, hoş edepli dervişler.

Günahım çok yola sokmaz,esbab dârûsun bulmaz
Gözde yaşın kurutmaz yaşı akan dervişler.
İt nefsini öldürür kızıl yüzünü soldurur
Hâce Ahmed kul olur, satıp yesin dervişler.

68.
H İ K M E T

Ey dostlarım, ölsem ben, bilmem ki halim ne olur;
Kabre girerek yatsam ben, bilmem ki halim ne olur.
Götürüp lahde koysalar, arkaya bakmadan dönseler,
Suallerimi sorsalar, bilmem ki halim ne olur.

Girse karış adlı yılan, dolansa sene o zaman,
Kalmaz bütün bir üstühan, bilmem ki halim ne olur.
Cümle yığılıp mûr u mâr, etrafımda nişler vurur,
Müşkül olur o halde kâr, bilmem ki halim ne olur.

Hiç gelmedi benden sevap, orda ne veririm cevap,
Ger kılsalar yüz bin azap, bilmem ki halim ne olur.
Olsa kıyametin günü, hazır olur cümleleri,
Kıldığın ameller hani, bilmem ki halim ne olur.

Ey kul Ahmed, sen bu gün,kıl sen ibadet dün ü gün,
Deme sen ömrümdür uzun, bilmem ki halim ne olur.

69.
H İ K M E T

Nice yıllık mihribanım can demekte, dostlarım;
Bu vücudum şehrini fâni kılmakta, dostlarım.
Bu kafesin tûtisi havalanmakta uçmağa;
Bir karanlıkşulesiz yere varmakta, dostlarım.

Ey bbenim yâranlarım,himmet tutun imanıma;
Düşmanım imanıma zahmet vermekte, dostlarım.
İş bu can bizler ile bir nice yıllar var idi;
Hak Taâlâ hükmü ile azm etmekte, dostlarım.

Bu benim a’zâlarım canımla mutlu idi;
Can çıkanda hep âzam titremekte, dostlarım.
Hak emrine cümle âlem halkı oldu razı;
Hakikatlı bendeler daim râzıdır, dostlarım.

Kul Hâce Ahmed tûtisi havalanmakta uçmağa,
Neylesin miskîn ki o Hak hükmüdür, dostlarım.



A.F.YÜKSEL
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
EgE
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Mar 14, 2003
İletiler: 1129
Şehir: EGE DENİZLİ

İletiTarih: Pzr Tem 03, 2005 6:38 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ellerine saglik Vuslatim kardes.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
yorukhasan
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Feb 08, 2005
İletiler: 438
Şehir: türkiye

İletiTarih: Pts Tem 04, 2005 9:07 am    ileti konusu: esselamün aleyküm ve rahmetullah Alıntıyla Cevap Gönder

yüreğine ,diline, ellerine sağlık vuslatım Allah ( azze ve celle ) razı olsun.s.a
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM
yanliz_kurt25
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jul 12, 2005
İletiler: 4

İletiTarih: Çar Tem 20, 2005 6:21 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

yesevinin çeşmesinden akmışım mevlananın gözlerine bakmışım yunusların tezgahından çıkmışım senlik benlik dosta giden yolmuki. diyor şair .biz pir olan ahmet yesevi hazretlerinin mürütleri biz türk islam sancagını taşıyan arpaslan türkeşin askerleri. biz bu vatanın sarsılmaz bekcileri
bizler bizler fatihlerin yavuzların torunu [ÜLKÜCÜLERİZ]

SAYGILARIMLA
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder MSNM
ceyhanli
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Jul 19, 2005
İletiler: 174
Şehir: -

İletiTarih: Çar Tem 20, 2005 7:39 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

vuslatim kardasim, elinede gonlunede saglik....

bugunku Turkiye'de A. Yesevi'yi iyi anlamak ve anlatmak cok onemlidir, eger bunu gectigimiz yuzyildada daha basarili yapabilseydik, bugun sol kesimin, o sadik olan, kendini alevi olarak tarif eden, bircok gonulu daha kazanirdik.

Allah milletimi cahillikten korusun....
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et AIM YIM MSNM ICQ
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Çar Tem 20, 2005 8:46 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



AHMET YESEVÎ



Büyük Türk Mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Kazakistan'ın YESİ şehrinde, yaygın görüşe göre 1093 yılında doğmuş ve 1166 yılında ölmüştür. İlk mürşidi Arslan Baba olmuş, sonra Yusuf-i Hemadanî'ye intisap etmiştir.

Yesevî, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen TÜRKÇE'yi seçmiştir.

Yesevî, eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet ile uzlaştırmaya çalışan, İslâm'ı yeni kabul etmiş insanlara bu dinin sıcak, samimi, hoşgörülü, insan ve tanrı sevgisine dayalı gerçek yüzünü tanıtmıştır.

HİKMET adını verdiği dörtlüklerinde Yesevî;

Benim hikmetlerim hadîs hazinesidir
Kişi pay görmese, bil habistir
Benim hikmetlerim süphanın fermanı
Okuyup bilsen, hepsi Kur'an'ın anlamı

demektedir.

Büyük Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Türk dünyasının yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden ve Türklüğün sembol isimlerinden biridir.

Ahmet Yesevî'nin Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu olması ve kendisinden sonraki büyük mutasavvıflar, Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğerleri üzerindeki etkisi, böylece Anadolu'nun bir Türk Yurdu haline gelmesindeki manevi rolü, İslamiyet'i dosdoğru anlayan ve anlatan, sade ve temiz üslubu, güzel Türkçe'mizin mimarlarından oluşu, insanlığın ihtiyacı olan yüksek değerleri daha o zamanlar dile getirdiği kardeşliğe, dostluğa, sevgi ve hoşgörüye dayalı düşünceleri bilinmektedir.

Türk'lerin İslâmiyeti anlama ve algılama noktasında YESEVÎ bir ekoldür. Bu açıdan bakıldığında Yesevî, tüm Türk dünyası için çok önemli bir konuma sahiptir. Kendini tanıma umdesi, kültürünü, dilini, tarihini ve dinini tanımak Yesevî düşüncesinin özüdür.

Karahan'lı Hükümdarı Saltuk Buğra Kara Han'ın 950 yılında İslâmiyet'i resmî devlet dini olarak kabul etmesi, TÜRK dünyasının önemli bir dönüm noktasıdır. İslâmiyet'i benimseyen Türk'ler, Türk - İslâm sentezine dayanan yeni bir kültür sahibi olmuşlar, sosyal nizamları ile devlet ve dünya görüşlerine bu kültür ile yeni bir şekil vermişlerdir.

"Pir-i Türkistan" Ahmet Yesevî, Güney Kazakistan'da, Çimkent şehrine 7 km. uzaklıktaki, bugün Türkistan adı ile tanınan YESİ şehrine 157 km. uzaklıktaki Sayram kasabasında doğmuştur. Doğum yılı bilinmemektedir. Ancak 73 yaşında ve 1166 yılında vefat ettiği şeklindeki yaygın görüşe göre 1093 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Doğum yeri olarak YESİ şehri de belirtilmekte ise de anne ve babasının Türbe'lerinin SAYRAM'da olması, O'nun da Sayram'da doğduğunu düşündürmektedir. Babası, Hazret-i Ali soyundan Şeyh İbrahim isimli bir zatdır. Annesi ise Şeyh İbrahim'in halifesi Musa Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur. Rivayetlere göre önce annesini, sonra babasını kaybeden 7 yaşındaki Ahmet, ablasının himayesinde büyümüştür. Yesi'ye gelen Arslan Baba adlı bir mürşit, O'nun tahsil, terbiyesini üstlenir. Bir süre sonra Arslan Baba ölür, Yesevî de o zamanın önemli kültür ve ilim merkezlerinden olan Buhara'ya gider. Burada Hâce Yusuf-i Hemedani'ye intisap eder ve onun irşadı altına girer.

Yesevî, mürşidi Hemedanî'nin ölümünden sonra bir süre Buhara'da irşad postuna oturursa da, şeyhinin vaktiyle işaret ettiği şekilde YESÎ'ye döner. Ölene kadar da orada aydınlatmaya devam eder.

Menkıbeye göre tekkesinin bahçesinde bir çilehane kazdırır ve ömrünü burada tamamlar. Daha önce de belirttiğim gibi 1166 yılında vefat ettiği sanılmaktadır.

Ahmet Yesevî'nin türbesini Sultan Timur'un yaptırdığı bilinmektedir. Rivayete göre, Hoca, Timur'un rüyasına girip zafer müjdeler. Timur da Türkistan zaferinden sonra Yesi'ye gelir ve Hoca'nın kabrinin üstüne, bir şükran ifadesi olarak, türbe yaptırır. Zamanla harap olan türbe, Şibanî Han tarafından onartılır. Birçok defa tamir gören türbe, Sovyetler Birliği zamanında korumaya alınıp 1978 de ziyarete açılmış, 1989 yılında türbenin bulunduğu bölge "Tarihi Kültür Koruma Mıntıkası" olarak ilân edilmiştir.

Kazakistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Türkistan şehrindeki bu türbenin restorasyon çalışmaları Türkiye tarafından 1992 yılında başlatılmış ve 2 senede bitirilmesi ön görülmüşse de çalışmalar Temmuz 2000 e kadar sürmüş ve türbenin açılışı Ekim 2000 de Türkistan şehrinin 1500. kuruluş yıldönümünde yapılmıştır.

Ahmet Yesevî, Anadolu'ya hiç gelmemiş olmasına rağmen Anadolu'da tanınmış ve sevilmiştir. Bektaşî'lik, Mevlevi 'lik, Yunus Emre ekolü Yesevi'den çok etkilenmiştir.

Anadolu'ya gitmediği bilinmesine rağmen Pülümür'ün Kangallı Köyü'nde Ahmet Yesevî’ye atfedilen bir türbe vardır. Pülümür'deki bu mezar, Yesevî’nin makamı olarak, halkın muhayyilesinde gelişmiş ve türbe O'na atfedilmiştir.

Bundan başka, Baskil ilçesinin Tabanbükü Köyü'nde Ahmet Yesevî kolundan gelen Hasan Dede'nin mezarının bulunduğu biliniyor. Bu köyün doğusundaki bir mezarın da Ahmet Yesevî'ye ait olduğu rivayet edilmektedir.

Şimdi, Yesevî ve Türk diline etkisinden söz etmek istiyorum.

Selçuklular, tarihimizin çok uzun bir dönemini doldurmuş, büyük bir devlettir. Sınırları, Orta Asya ve Anadolu'nun büyük bölümünü kapsamıştır. Devlete adını veren Selçuk Bey ve beraberindekilerin Türkçe adlar taşımalarına rağmen, son hükümdarların isimleri Keykavus , Keykubat gibi Farsça adlardır. En önemlisi, Devletin resmî dili Türkçe değil Farsça'dır. Selçuklu'nun önemli bir şahsiyeti, Alpaslan'ın veziri, Nizam -ül Mülk bir Fars'dır. Adına kurduğu Nizamiye Medreseleri Farsça vermekte idiler. Bütün bu sebeplerle Selçuklu'da Türkçe avam dili, Farsça ise aydın ve bilgin dili olmuştur. Edebiyat ve yazı dili Türkçe değil Farsça alarak kullanılmıştır.

Bütün bu olumsuzluklar arasında Yesi'de bilinçli bir Türk ortaya çıkmış, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen Türkçe'yi seçmiştir.

Yesevî, İslâm tasavvufunu esas alan, bilim, edebiyat ve san'ata önem veren bir medrese kurdu. Bu medresenin, konuşma dili, yazışma dili, şiir ve edebiyat dili, eğitim ve öğretim dili Türkçe idi. Buradan yetişen binlerce insan Türk Dünyası'nın her tarafına dağıldılar. Bu yetişenler, gittikleri her yerde Yesevî'nin Türkçe şiirlerini, yani HİKMET'lerini tekrar tekrar seslendirdiler. Bu şekilde yeni bir Türk edebiyatı doğdu. Bu arada, Farsça'yı kullananlar, Yesevî'yi, Türkçe yazdığı için eleştirmişlerdir. Yesevî ise bir hikmetinde şöyle demektedir.

Sevmiyorlar bilginler sizin Türkçe dilini
Erenlerden işitsen açar gönül dilini
Ayet - hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar
Anlamına erenler başı eğip uyarlar
Miskin hafız Hoca Ahmet yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de sevip söyler Türkçe'yi

Daha sonra, Cengiz'ler, Osmanlı'lar dönemlerinde Türkçe egemen olmuştur. Bu konuda büyük şair Yahya Kemal "Ahmet Yesevî kim? bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız. " demektedir.

Burada, Ahmet Yesevî'nin ilme ve bilgiye verdiği önemi bir, iki Hikmet'i ile dile getirmek istiyorum:

Ey dostlar, cahil ile yakın olup
Bağrım yanıp, candan doyup öldüm ben işte.

Bir başka hikmetinde ise:

Cahil ile geçen ömrüm nar sakar
Cahil olsan cehennem ondan çekinir
Cahil ile cehenneme doğru kılmayın sefer
Cahiller içinde yaprak gibi soldum ben işte

demektedir.

Şimdi de Yesevî'nin din anlayışını irdelemek istiyorum.

Tarih devirlerinde milletimiz bir çok dini kabul etmiştir. Bunların içinde Şamanizm en önemli yeri kaplasa da Budizm, Musevilik ve Hristiyanlık da Türkler arasında yaygınlık kazanmış dinlerdir. Bin yıldan beri ise gittikçe gelişen boyutlarda İslâm dini Türk'lerin inanç birliğini oluşturan din haline gelmiştir.

Şamanizm, sadece Türklerin değil, Asya'nın birçok halklarının ortak inanç sistemidir. Dolayısı ile Şamanizm'i Türklerin ulusal dini olarak kabul etmek yanlıştır.

Göktürk kitabelerinde, Atalarımızın, bir din anlayışı bulunduğu açıklaması vardır. Bu din, yeri, göğü ve insanı yani bütün varlıkları yaratan ve yöneten "Bir Tanrı" anlayışıdır. Belki de çok daha eskilerden, derinlerden gelen Şamanizm inançları "Bir Tanrı" veya "Gök Tanrı" dini ile birlikte yaşamaya devam etmiştir. Oğuz Han'ın "Tanrının Birliği" sözünü temel alan bir anlayışın yayıcısı olduğu görüşü de konuya daha açıklık kazandırır.

Bilinen bir gerçektir ki, bir toplumun kabul ettiği yeni bir din, eski inançları tümüyle ortadan kaldıramaz. Eski inançlar çok defa yeni inancın kisvesi altında yaşamaya devam ederler. Bu manada Şamanizm'in Türklere ait topluluklarda devam ettiğini görebiliyoruz. Meselâ, ataların ruhlarına evliya kudreti, ağaçlara evliya adı verilerek Şamanizm, İslâmî bir kavramla yeniden ifade edilmiştir.

Bugün, büyük çoğunluğu Müslüman olan Dünya Türklüğünün İslâmi anlayışında binlerce yıllık geçmişlerini görmekteyiz. Bu hal, İslâm'ın ana ilkelerinden sapma anlamına gelmemektedir. Söylemeliyiz ki, milletimiz, küçük bir kesim hariç, İslâm'ı doğru anlamış ve doğru uygulamıştır. Bugün, Müslüman milletler içinde en samimi dinî hayatın milletimizce yaşandığı bir gerçektir.

Ahmet Yesevî, eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet ile uzlaştırmaya çalışan ve dolayısı ile kitaplı dinin, yani İslâmın emirlerini tam yerine getiremeyen yeni Müslüman olmuş insanlara, İslâmın sıcak, samimi, hoşgörülü, insan ve Tanrı sevgisine dayalı, gerçek yüzünü tanıttı.

Ahmet Yesevî, içinde yaşadığı dönemin Türk toplumunun, bozkırlarda at koşturan yarı göçebe insanlar olduklarını, kadın - erkek, genç - ihtiyar, hareketli, kendi gelenek ve göreneklerini diri tutma yolunda başarılı ve mücadele ile geçen bir hayatın içinde olduklarını çok iyi biliyordu. Yesevî, bu insanlara fıkıh kuralları içinde, Arap - Acem kültür etkileri ile boğulmuş karma karışık bir İslâm yerine, samimi ve sarsılmaz bir iman anlayışını telkin eden dinî ve ahlâki kuralları, kendisi Arapça ve Farsça'yı çok iyi bildiği halde, kendi dilleri ile ve daha da önemlisi, onların seviyesinde bir söylem tarzı ile sunmanın, başarının temeli olacağını, görmüş ve uygulamıştır. Onun için de Türk Boyları'nın halk edebiyatından alınmış şekillerle insanlar arasında dostluğu, sevgiyi, dayanışmayı, dünyayı Tanrı ve insan sevgisi ile kucaklamayı öğretmiştir.

Nitekim, Yesevî

Benim hikmetlerim hadis hazinesidir
Kişi pay görmese, bil habistir
Benim hikmetlerim Süphan'ın fermanı
Okuyup bilsen, hepsi Kur'an'ın anlamı

demektedir.

Hoca da öteki mutasavvuflar gibi, âlemi ve âlemde var olan herşeyi ilâhi aşkın eseri olarak gördüğü içindir ki, her şeyi gönülden sevmektedir. Ancak bu sevgi ile Allah'a ulaşılabileceğini söylemektedir. O'na göre Aşk'sız, Mevlâyı anlamak mümkün değildir.

Üstelik Aşk'sız kişi gerçek insan değildir.

Dertsiz insan insan değil, bunu anlayın
Aşk'sız insan hayvan cinsi, bunu dinleyin
Gönlünüzde Aşk olursa, bana ağlayın
Ağlayanlara gerçek Aşk'ımı hediye eğledim.
Aşk'sızların hem canı yok, hem imânı,
Resûlullah sözün dedim mânâ hani.

Diyen Yesevî 140 numaralı hikmetinde, ilâhi aşk hakkındaki görüşlerini,

insanın samimi inancı ile bağlantılıyarak anlatır.

Aşk davasını bana kılma, sahte aşık,
Aşık olsan, bağrın içinde göz kanı yok,
Muhabbetin şevki ile can vermese,
Boşa geçer ömrü onun, yalanı yok.

Aşk bağı sıkıntı çekip yeşertmesen,
Hor görülse nefsini öldürmesen,
"Allah" diyerek içe nuru doldurmasan,
Vallah, billah sende aşkın eseri yok.

Hak zikrini can içinden çıkarmasan,
Üçyüz altmış damarlarını kımıldatmasan,
Dörtyüzkırkdört kemiklerini kul eylemesen,
Yalancıdır Hakk'a aşık olduğu yok.

Rahatı bırakıp can sıkıntısını hoşlayanlar
Seherlerde canını incitip çalışanlar,
Hay-u heves, ben-benliği terk edenler,
Gerçek aşıktır, asla onun yalanı yok.

Kul Hoca Ahmet, candan geçip yola gir,
Ondan sonra erenlerin yolunu sor,
Allah diyerek, Hakk'ın yolunda canını ver,
Bu yollarda can vermesen, imkânı yok.

"İlâhi Aşk" Allah'dır ve bu Aşk'a düşen kişi, bencillik, gösteriş, iki yüzlülük, kişisel çıkar gibi küçük hesapları düşünmemek gerekir. " diyen Yesevî, bir hikmetinde:

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol,
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol,
Mahşer günü dergâhına yakın ol,
Ben - benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.

Demektedir. Bütün hikmetlerinde yer alan bir gerçek vardır ki o da insana verilen büyük değerdir. İslâm tasavvufunda insan, kâinatın özü alarak kabul edilir. Herşey insan içindir. O halde insana düşen, "Kamil İnsan" olmaya çalışmaktır. Ahlakın kemaline ulaşmıya gayret etmektir. Bunun da bir yolu yaratılmışları sevmek, incitmemek ve incinmemektir. Alçak gönüllü olan insanlar, her hususta samimi olan kişilerdir.

Yesevî, asıl kavgasını, sahte şeyhler ve mollalara karşı yapar. Bunlara karşı da

"Talibim" deyip söylerler vallah, billah insafsız
Namahreme bakarlar, gözlerinde yok insaf;
Kişi malını yiyerler, çünkü gönülleri değil saf
Arslan Baba'nın sözlerini işittiniz teberrük.

Zâkirim deyip ağlar, Çıkmaz gözünden yaşı;
Gönüllerinde gamı yok, her an ağrıya başı;
Oyun-hile kılarlar, malûm Hüda'ya işi,
Arslan Baba'nın sözlerini işittiniz teberrük.

Gibi bir çok Hikmet söylemiştir.

Yesevî, ilim üzerinde çok durmuş, inananların aydın kişiler olduğunu, bunların bilgisizlikten ve bilgisizlerden kısaca cahillikten uzak durduklarını anlatmıştır. Ayrıca bir başka Hikmet'inde: " Bilgisizlik her kötülüğün kaynağıdır. " demiştir. Bir başka Hikmet'inde ise

İlim, iki inci, beden ve cana rehberdir
Can âlimi Hazret'ine yakındır
Muhabbetin şarabından içer
Öyle âlim, gerçek âlim olur dostlarım,

demiştir.

Özetle, Yesevî okulunun ana ilkelerini:

1.

Allahın varlığına ve tekliğine inanmak,
2.

Kur'ana uymak,
3.

İslâm'a dayalı yolda yürümek,
4.

İnsanın kendisini disipline etmesi,
5.

Belli zamanlarda benlik muhasebesi yapmak

olarak özetliyebiliriz.

Ayrıca, Yesevî'liği kabul eden kişinin de :

1.

Hakk'ı bilmek,
2.

Kalbinde Allah ve İnsan sevgisi taşımak,
3.

Cömert olmak,
4.

Gerçekleri kabul etmek,
5.

Geçer ve doğru bilgili olmak,
6.

Kanaatkar olmak,
7.

Nefsine hakim olmak,
8.

Kendini bilmek,
9.

Gönül gözü ile görmek,
10.

Felsefeye yatkın olmak gibi hasletleri kendisinde toplaması gerekiyordu.

Dikkat edilirse, 1000 yıl önce yaşamış bir Türk düşünür, kendini bilmeyi, hurafelerden uzak durmayı, Tanrı'ya inanmayı, kendini geliştirmeye çalışmayı, özellikle hoşgörülü olmayı büyük bir açıklıkla ifade etmiştir.

Yazımı Ahmet Yesevî'nin büyük takipçisi YUNUS EMRE'nin Pirinden öğrendiğini veciz bir şekilde anlattığı dörtlükle bitirmek istiyorum.

Çalış, kazan, ye, yedir,
Bir gönül ele getir
Bin kâbe'den iyrektir,
Bir gönül ziyareti.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Çar Tem 20, 2005 8:50 pm    ileti konusu: YENİ BAŞLIK EKLEME ŞANSIM YOK-ANCAK CEVAP YAZABİLİYORUM Alıntıyla Cevap Gönder

Şeyh Edebali (1206 - 1326)

Aslen Karamanlı�dır. İlk tahsilini memleketinde yapan Edebali, tahsilini Şam�da tamamladı. Tefsir, hadis, tasavvuf ve özellikle İslam Hukuku�da ihtisas sahibidir. Hz. Mevlana gibi, zamanının büyüklerinin sohbetinde bulundu. Osmanlı Devleti�nin kurucusu Sultan Osman Gazi�nin kayınpederidir. Zamanının büyük alim ve velilerindendir. Doğum tarihi kesin olmamakla beraber, Hicri 603 Miladi 1206 yıllarında doğduğu tahmin edilmektedir.

İlimde derya, amelde yüksek, takva ve verada örnek, mal-mülk sahibi bir zat olan Edebali, Eskişehir yakınlarında İtburnu denilen köyde yaşar, yaptırmış olduğu zaviyede öğrenci yetiştirir ve halkı irşad ederdi. Anadolu fütüvvet ehli Ahilerle yakın münasebeti olan Edebali�yi Osman Bey sık sık ziyaret eder ve sohbetinde bulunurdu.

Yine Osman Bey�in zaviyede bulunduğu bir gece, gördüğü rüya üzerine Edebali, kızı Mal Hatun�u Osman Bey�e nikahlar ve görmüş olduğu rüyayı da söyle tabir eder: �Sen babadan sonra Bey olacak, kızım Mal Hatun�la evleneceksin. Bende çıkıp sana gelen nur budur. Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice padişahlar gelecek. Onlar nice deletleri birçatı altında toplayacaklar. Allahü Teala, nice insanların huzur ve saadete kavuşmasına, din-i İslamla şereflenmesine senin soyunu vesile edecektir.�

Gerçekten de öyle olur, altı asırdan fazla devam edecek olan bir Cihan İmparatorluğu�nun temelleri atılır ve bunun ilk müjdecisi de Edebali Hazretleri olur. Uzun bir ömür süren Edebali 726 H./1325-26 yıllarında yüz yirmi yaşları civarında olduğu halde vefat eder. Cenazesi Bilecik�de zaviyesinin yanına defnedilir. Ahmet Rasim Bey, Edebali�nin Adana halkından olduğunu söylerse de, onun Karamanlı olduğuna şüphe yoktur.

Bir de Osman Bey�in oğlu Orhan Bey�in annesinin Ömer bey adında bir zatın kızı, Mal Hatun; Edebali�nin kızı Bala Hatun�un Osman Bey�in diğer oğlu Alaaddin Bey�in annesi olduğunu kabul eden tarihçiler de vardır. Mehmet Hemdemi Çelebi de Solakzade Tarihli isimli eserinde, Şeyh Edebali�nin Osman Bey�e verdiği kızının adının �Rabia� olduğundan bahseder.

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
turkiyem20
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Sep 06, 2004
İletiler: 301
Şehir: DENİZLİ

İletiTarih: Çar Tem 20, 2005 9:13 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder




ŞEYH EDEBALİ HAZRETLERİ'NİN

OSMAN GAZİ'YE NASİHATİ



Oğul,

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar,akşam ezanında ölürler.

Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın.

Ama;

Bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin.
Öfken ve nefsin bir olup aklını yener.

Daima sabırlı, sebatlı ve iradane sahip olasın.Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir.Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler, ancak;
senin fazilet ve erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır.

Bu dünyada inancını kaybedersen yeşilken çorak olur, çöllere dönersin.

Açık sözlü ol. Her sözü üstüne alma. Gördün söyleme,bildin bilme.

Üç kişiye acı:

Cahiller Arasındaki Alim'e,
Zenginken fakir düşene,
Hatırlı iken itibarını kaybedene.

Unutma ki! Yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Haklı Olduğunda mücadeleden korkma.
Bilesin ki, atın yisine doru yiğidin iyisine deli derler...

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et
ZaferTurk
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Jan 27, 2006
İletiler: 23

İletiTarih: Pzr Eyl 03, 2006 11:24 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ahmet Yesevi Hazretlerini, Galiba Mustafa Necati Sepetçioğlu'nun CAN OCAĞINDA PİŞEN AŞ isimli eserinden daha çocukken okumuştum.

Bu eserde Türklerin Anadolu'ya girmeden önce, Yesevi dergahında pişen erenlerin, yine Yesevi Hazretlerinin buyruğuyla, Viyana'ya kadar manevi fethi nasıl gerçekleştirdiklerini roman tarzıyla anlatan Sepetcioğlu Hoca çok güzel işlemiş.

Bu kitabı bütün genç kardeşlerimize okumalarını tavsiye ederim.

Ahmet Yesevi Hz. ve Şeyh Şamil Hz. gibi manevi şahsiyetleri tanıyıp, onların yaşantılarını içimizde hazmederek müslüman olmanın, Türk olmanın lezzetini daha başka hissediyor insan. Bugün örnek aldıklarımıza bak; futbolcu, sporcu, artist, şarkıcı, kurtlar vadisi gibi dizilerdeki karakterler, hele bir dizi vardı orada kuşcuyu evliya olarak gösteriyorlardı hayret bizim inancımızda kuşçulara selam vermek bile caiz değil (merak eden İmam-ı Gazali Hz.'lerinin İhya-u Ulumiddin eserine bakabilir). İşin garip tarafı son günlerde cami imamlarından bazılarının da bu işle iştigal ettiklerini gözlerimle gördüm. Ne yapsınlar garipler boş vakitlerini değerlendirecek başka bir şey bulamıyorlar galiba.

Eskiden her mahalle, köy ve şehirde en az bir "Allah Dostu" eksik olmazmış. Sepetçioğlu Hoca'nın eserinde belirttiği üzere Allah Dostları hem maddi, hem manevi ve de hem iç alemimiz ve gönül gözümüzün açılmasında büyük ihtiyaç duyulan Hakk'ın bize rahmet ve merhamet etmeyi murat ettiği için aramaza gönderdiği mübarek kullarıdır. Şu an baktığımızda bu manevi şahsiyetlerin azaldığı aşikardır. O nedenle son günlerde şu duayı bütün Türk ve İslam Aleminin daha çok zikretmesi gereğini düşünüyorum.

YA RABBİ!.. İSLAM ALEMİNDE VE ÜLKEMİZDE DOSTLARININ SAYISINI ÇOĞALT VE ONLARDAN BİZLERİN DE FEYZ ALMASINI NASİP ET. AMİN!..
----------------------------------------
Teşekkürler Vuslatım Reis
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
ferdici
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Feb 18, 2007
İletiler: 7
Şehir: ELAZIĞ_MARDİN

İletiTarih: Pzr Şub 18, 2007 10:36 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ALLAH RAHMET EYLESİN...çok büyük bir evliyaydı...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder Kullanıcının web sitesini ziyaret et MSNM
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1