Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - Türk Mutfak Kültürü
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pzr Şub 12, 2006 8:19 pm    ileti konusu: Türk Mutfak Kültürü Alıntıyla Cevap Gönder

Ülküdaslar,

Türk´ün kendine has özellikleri vardir. Bunlardan biri de mutfagidir. Özellikle ASENALAR bu mutfagi cok iyi derecede bilmeli ve yeni kusaklara tasimalidir. Bunun yaninda BÖRTECINELER de mutlaka as isinde ustalasmalidir...

Günümüzde yanlis olan birsey; evde hanim olmayinca erkeklerin ac kalmasidir... Bu Türk´e yakisir bir durum mudur?

Bu güzel kültürümüzü tanimayan genc kardeslerimiz olabilir gayesi ile bu basligi actim... Umarim bilgi ve tecrübelerinizle yardimci olursunuz...

Bunun yaninda Türk örf ve adetlerine göre yöre yöre yemek yeme sanatini da beraberinde yazarsaniz ortaya güzel bir hazine cikacaktir...

Saygilarimla...


Türk Mutfak Kültürü


Beslenme biçimleri, içinde bulunulan kültürel- coğrafi- ekolojik- ekonomik yapıya ve tarihsel sürece göre şekillenmektedir.

Türk mutfağı denildiğinde sadece Türkiye'de yaşayan insanların beslenmesini sağlayan yiyecekler- içecekler, bunların hazırlanması, pişirilmesi, korunması; bu işlemler için gerekli araç-gereç ve teknikler ile yemek yeme adabı ve mutfak çevresinde gelişen tüm uygulamalar ve inanışlar anlaşılmamalıdır. Koskoca bir Türk dünyasi vardir...



Türk mutfağındaki çeşit zenginliği bir çok etkene bağlıdır.Kısa bir ifadeyle orta Asya ve Anadolu topraklarının sunduğu ürünlerdeki çeşitlilik, uzun bir tarihsel süreç boyunca birbirinden farklı birçok kültürle yaşanan etkileşim, Selçuklu ve Osmanlı gibi imparatorlukların saraylarında gelişen yeni tatlar, mutfak kültürümüzün yeni yapısını kazanmasında rol oynamıştır.



Genel olarak tahıl, çeşitli sebze ve bir miktar etle sulu olarak hazırlanan yemek türleri, çorbalar, zeytinyağlılar ve hamur işleri ve kendiliğinden yetişen otlarla hazırlanan yemeklerden oluşan Türk Mutfağı; pekmez, yoğurt, bulgur vb. gibi kendine özgü sağlıklı yiyecek türlerini de ortaya çıkarmıştır. Yöreden yöreye farklılaşan lezzetleri barındıran yeme-içme biçimleri, özel gün, kutlama, ve törenlerde ayrı bir anlam hatta kutsallık taşır.

Türk Mutfağı, çeşit zenginliği ve damak tadına uygunluk yönünden olduğu kadar birçok yemek ve yiyecek türü ile sağlıklı ve dengeli beslenmeye ve vejetaryen mutfağına kaynaklık edebilecek örnekleri barındırmaktadır.


Kaynak; kulturturizm.gov.tr

Not; Alintida Ülkücülüge uymayan bazi düsünceler, uygun hale getirilmistir.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pzr Şub 12, 2006 8:33 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

YEMEK SÖZLÜGÜ



Adaçayı
Ballıbabagillerden kokulu bir bitkidir. Bütün Avrupa ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de çokça yetişir. Tüylü ve beyazımsı bir renkte olan yapraklarının kurusu çay gibi haşlanarak içildiği gibi, et yemeklerine koku ve lezzet vermek için de kullanılır. Özellikle karaciğer, ördek, kaz, tavuk ve av hayvanlannın kızartmalannda çok hoş bir koku ve tat verdiği için kullanılir. Avrupa ülkelerinin mutfaklannda kızarmış patateslerin, hamurlara koyulan yağların kokulandınlmasında, salamuralarda, etlerin dinlendirilmesinde çok kullanılır.


Anason
Maydanozgillerden bir yıllık bir bitkinin tohumudur. Yurdumuzda ekimi çok yapılan anasonun anayurdu Mısır'dır. Anasonun tohumlan çok küçük, yeşilimsi, tatlı ve bahaflı olur. Ülkemizde hamur işlerinde, rakıcılıkta, gevreklerde, çöreklerde kullanılır. Avrupa'da anasonlu likör ve meşrubat da yapılmaktadır. Çin'de ve Vietnam'da yetişen " yıldızanasonu " ise manolyagillerden yapraklarını dökmeyen bir ağaçtır. Tadı ve kokusu anasona benzediğinden bu ad verilmiştir.


Ardıç
Kozalaklılardan, yaz, kış yapraklarını dökmeyen, güzel kokulu, siyahımsı kahverengi, yuvarlak yemişleri bulunan bir ağaççıktır. Yemişlerinden hekimlikte kullamlan bir cins esans da çıkarılmaktadır. Genellikle av ve kümes hayvanlan etlerinin pişirilmesinde, dinlendirilen etlerde kullanılmaktadır. Ardıç başta cin olmak üzere çeşitli alkollü içkilere koku ve tat vermek için kullanılır. Ülkemizde de " tükenmez " adıyla anılan ve çeşitli meyvelerden yapılan içeceğin de mayalanması ve hoş bir koku kazanması için ardıç konur.


Benmari
İçi sıcak su dolu başka bir kabın içine oturtarak pişirmek


Biber
Patlıcangillerden, ülkemizde bol yetişen, aynı adla anılıp tazeyken yeşil ve çoğu zaman acı meyveleri olan bir bitkidir. Ülkemizde başlıca şu cinsleri yetişir:
Sivri biber, sulak yerde yetişirse tatlı olursa da, genellikle acıdır. Tazeyken yeşildir. Fazla olgunlaşırsa veya güneşte kurutulursa kızarır.
Çarleston biber, sivri biberden daha kalın, daha etlidir genellikle tatlıdır.
Domates biberi, domatese benzer, yayvan yapılıdır. Rengi kırmızıdır, ama acı değildir.
Dolmalık biber, yeşil ve sarı cinsleri vardır. Dolmalık biber de fazla olgunlaşınca veya güneşte kurutulunca kızarır.
Paprika, ülkemizde kırmızıbiber, Avrupa'da Paprika diye amlan bu cins biber tazeyken bile kırmızıdır ve genellikle çok acıdır. Macarlann ünlü gulaş ve benzeri yemeklerinde kullandıklan biber budur. Bütün biberler kurutulup kırmızı bir renk aldıktan sonra tuz durumuna getirilir, buna " kırmızıbiber " adı verilir ve " çok acı ", " acı ", " az acı " ve " tatlı " olarak ayrı ayrı satılır. Kırmızı renkli domates biberinden " biber salçası " yapılır. Biber salçası Güney Anadolu'da çok kullanılmaktadır. Bazı bölgelerde güneşte kızarmış tatlı biberlerden de biber salçası yapılmaktadır.


Biberiye
Ballıbabagillerden, Akdeniz çevresinde bol yetişen bir bitkidir. Ülkemizdeki dağlarda da yaygın olarak görülen bu bitki yaz, kış yeşildir. Daha çok sıcak bölgelerde yetişir. Soğuk yerlerdeyse, kışın üstünün örtülmesi gerekir. En iyisi evlerde bir saksı içinde yetiştirmektir. Böylece her zaman el altında bulundurmak mümkün olur. Küçük, kalınca, ensiz ve kokulu olan yaprakları av ve kümes hayvanlarının etlerinden yapılan yemeklerde diğer et yemeklerinde ve soslarda hoş bir koku vermesi için kullanılır.


Cevz-i bevva
Ülkemizde bazı baharatçılar buna " küçük hindistancevizi " demektelerse de bildiğimiz hindistanceviziyle bir ilgisi yoktur. Hindistancevizi hurma cinsinden, bir tropikal bölge yemişidir. Cevz-i bevvaysa, sıcak bölgelerde yetişen ikiçeneklilerden bir ağacın fındık ve ceviz arasında bir büyüklükteki yemişidir. Rendelenerek toz haline getirilir ve genellikle tavalarda, beşamel soslarda, et, dolma ve sarmalarda kullanılır. Fazlası zararlı olduğundan, özellikle de beyni ve sinir sisteınini etkilediğinden cevz-i bevvayı yemeklerde çok az (sivri uçlu bir bıçağın ucunda duracak kadar) kullannıak gerekir.


Defne
Yapraklarını dökmeyen bir ağaç olan defne ağacının kurutulmuş yaprakları baharat olarak kullanılır. Akdeniz ülkelerinde çok rastlanan defne ağacı güneşli ve kuytu yerlere dikilmesi şartıyla Doğu Anadolu Bölgesi' nde de yetiştirilebilmektedir. Yapraklan çok güzel kokulu olduğundan Türk mutfağında ve diğer ülke mutfaklarında çok önemli bir yer tutmaktadır. Defne yaprakları çeşitli balık, et, kümes ve av hayvanlannın etlerinden yapılan yemeklerde, soslarda kullanıldığı gibi bazı turşulann ve konservelerin de önemli malzemesidir. Avrupa' da zeytinyağında konserve edilen mantarlarınn içine mutlaka birkaç defneyaprağı konulur.


Dereotu
Maydanozgillerden, iplik biçiminde yapraklan olan bir bitkidir. Güzel kokusu nedeniyle cacık, çiroz salatası gibi bazı salatalarda ve zeytinyağlı birçok yemekte, böreklerde çiğ ve pişmiş olarak kullanılır. Sindirimi kolaylaştırıcı bir bitkidir. Türkiye' de ve Akdeniz ülkelerinde çok yetişir.


Fesleğen
Ballıbabagillerden yapraklan çok keskin ve güzel kokulu olan yıllık bir bitkidir. Anayurdu Hindistan'dır. Akdeniz ülkelerinde ve ülkemizde süs bitkisi olarak bahçelerde, özellikle de saksılarda yetiştirilmektedir. Fesleğen Türk Mutfağı' nda pek fazla kullanılmaz. Ama Avrupa ülkelerinde domates salçasında, türlü soslarda, çorba ve salatalarda çok kullanılmaktadır. Pek çok türü bulunan bu bitkinin yapraklan yıkandıktan sonra maydanoz gibi kullanılır.


Frenk Maydanozu
Maydanozgillerden kırlarda kendiliğinden yetişen bir yıllık bitkidir. Boyu 40 cm' ye kadar ulaşan frenk maydanozunun anayurdu Avrupa'dır. Maydanoz gibi kokulu yapraklarından yararlanılır. Kızartmalara, soslara ve salatalara hoş bir tat verir. Kıvırcık olan yapraklarından servis tabaklannın süslenmesinde de yararlanılır.


Hardal
Turpgillerden bir bitkidir. Bu bitkinin sert ve yakıcı bir madde taşıyan tohumu un durumuna getirilir ve sirkeyle karıştırılarak macun kıvamında bir karışım yapılır. Bu karışım özellikle ızgara etlerin yanında ve bazı soslarda kullanılır. Hardal toz halinde bazı yemeklerde de kullanılır.


Kakule
Zencefilgillerden, sıcak iklimlerde yetişen kokulu bir bitkidir. Kakulenin baharat olarak kullanılan tohumları mercimekten küçük ve beyazımsı bir renktedir. İştah açıcı, mide bozukluklarını giderici ve gaz söktürücü özelliği vardır. Bu nedenle hem baharat, hem de ilaç olarak kullanılır. ABD'de güzel koku vermesi için çikletlere de kakule katılmaktadır.


Karabiber
Karabibergillerden, zeytinsi meyvelerinin taneleri yuvarlak, yapraklan yürek biçiminde tırmanıcı bir tropikal bölge bitkisidir. En çok Güney Asya'da ve Endonezya'da yetişir. Kuru ve siyah tanelerinin baharlı ve acı bir tadı vardır. Hemen hemen her türlü yemeğe bütün olarak veya dövülmüş toz durumunda koymak mümkündür. Ancak mideye zararı olduğundan, midesi rahatsız olanlar karabiber kullanmaktan kaçınmalıdırlar.
Karabiber tane veya toz halinde satılır. Tane karabiber alıp, kullanılacağı zaman çekip toz haline getirmek ve taze taze kullanmak daha doğrudur. Böylece karabiberin keskinliği kaybolmaz. Ülkemizde pek bilinmemesine karşın Avrupa'da karabiberin beyazı, yani " beyaz biber " de çok kullannılır. Karabiber, bu tırmanıcı bitkinin iyice olgunlaşmamış meyvelerinin, güneşte veya çok hafif bir ateşte kurutulmasıyla elde edilir.
Beyaz biber ise, aynı bitkinin iyice olgunlaşmış meyveleridir. Bu taneler bir süre deniz suyunda veya kireçli suda bekletilir. Sonra kabuklan soyulup içi kurutulur. Beyaz biber, karabiberden daha keskin kokuludur.


Karanfil
Yaz, kış yeşil bir bitki olan karanfil mersingillerdendir. Hindistan, Filipinler ve Afrika'da yetişir. Bu bitkinin koyu renkli, küçük çivi biçimindeki tomurcuklan kurutulur ve öğütülerek toz haline getirildikten sonra veya dövülmeden tane olarak kullanılır. Genellikle kompostolarda, bazı tatlılarda, şerbetlerde, keklerde, dondurmalarda, bazı sos ve yemeklerde kullanılır. 2-3 tane dövülmemiş karanfil 3-4 litre et suyuna hoş bir koku vermeye yeter. Karanfilin pastacılık ve şekerlemecilikte de önemli bir yeri vardır. Bazı Anadolu köylerinde, çaya da bir karanfil tanesi atarak bambaşka bir tat ve koku verilir. Karanfil bitkisinin tohumlarından ilaç yapımında kullanılan karanfilağı da çıkarılır.


Kekik
Ballıbabagillerden, yaprakları küçük ve karşılıklı, çiçekleri beyaz, pembe veya kırmızı ve başak durumunda olan kokulu bir bitkidir. Genellikle sıcak, kuru ve taşlık topraklan sever, ülkemizde çok yetiştirilir. Etlerin, ızgaralann, sebzelerin, haşlanmış balıklann ve salçaların kokulandınlmasında kullanılır. Ülkemizin bazı bölgelerinde, özellikle çorbalarda nane gibi kekik de bol bol kullanılır.


Kereviz
Maydanozgillerden, kökleri ve yapraklan sebze olarak kullanılan kokulu, baharlı bir bitkidir. Yapraklı ve kök olarak iki çeşidi vardır. Kök kerevizinin kökleri iri olur. Yaprak kerevizinin kökleriyse, yok denecek kadar küçüktür. Hem ülkemizde hem de Avrupa'da bu bitkinin köklerinden ve yapraklarından çok yararlanılmaktadır. Genel olarak pişirilerek yenir. Bazı Avrupa ülkelerinde yapraklan çiğ olarak da kullanılmaktadır. Ülkemizde yetiştirilen kök kerevizler iki cinstir: " San kereviz " ve " Odesa kerevizi ". Bunlardan ı~ıakbul olam " Odesa kerevizi " dir.


Kimyon
Maydanozgillerden kokulu bir bitkidir. Anayurdu Akdeniz Bölgesi olan bu bitkinin tohumları yarım santimetre uzunluğunda ve esmer-san reııktedir. Keskin kokusu ve tadıyla çok bilinen ve kullanılan bir baharattır. Genel olarak toz halinde kullanılmaktadır. Ülkemizde köfte yaparken içine kimyon katılır. Sucuk yapımında da kimyonun önemli bir yeri vardır. İtalyanlar aperitifler ve ikram ettikleri bazı tuzlu bisküvilerin hamuruna kimyon katarlar. Hollandalılar ise kendilerine has bir peyniri kimyonla kokulandınrlar. İçine kimyon katılarak yapılan Alsace sosisi de tıpkı Türk sucuğu gibi ünlüdür. Almanya'nın bazı bölgelerinde yapılan kimyonlu ekmekler de bütün dünyada bilinmektedir. Avrupa'da çok beğenilen Kümmel likörü de kimyonludur. Kimyon tek başına kullanıldığı gibi baharat kanşımlarının (mesela köri) içine de girer.


Kişniş
Maydanozgillerden, yaprakları maydanozu andıran ve kurutulmuş meyvesi baharat olarak kullanılan bir bitkidir. Minik, sarımsı kahverengi meyvelerinin kokusu tazeyken pek hoş değildir. Ama kurutulunca bu kokunun yerini insana ferahlık veren hoş bir koku alır. Kişniş genellikle şuruplarda, likörlerde, şekerlemelerde kullanılmaktadır. Bu tohumlann şekere bulanmasıyla yapılan " kişniş şekeri " ülkemizde olduğu gibi başka ülkelerde de çok ünlüdür. Kişniş şekeri pastacılıkta çok kullanılmaktadır. Türk mutfağında kişniş bazı yemeklerde de kullanılır. Bitkinin körpe yaprak ve filizleri de çorba ve salatalara doğranarak yenir.


Lassi
Yoğurt, su, şeker ile yapılan ayran benzeri bir içecektir.


Maydanoz
Küçük, ince dilimli ve güzel kokulu yaprakları olan bir bitkidir. Maydanozun iki çeşidi vardır. Biri " yaprak maydanoz ", diğeri " kök maydanoz " dur. Ülkemizde her iki çeşidi de yetiştirilir. Türk mutfağında olduğu gibi diğer ülkelerin mutfaklannda da maydanoz pek çok yemekte sıkça kullanılmaktadır. Tava yemeklerinde servis tabaklannın süslenmesinde de maydanozdan faydalanlır.
Maydanozlann saplan da kokulu ve lezzetli olduğundan, saplarını da yapraklanyla birlikte doğramak gerekir.
Kök maydanozda ıtırlı bir yağ bulunduğundan bazı soslarda ve yemek sulannda bu köklerden yararlanılmaktadır.


Mercanköşk
Ballıbabagillerden, yapraklan küçük ve ıtırlı bir saksı bitkisi olan mercanköşk bazı bölgelerde " merzengGş " olarak da adlandınlır. Anadolu'nun bazı bölgelerinde yabanî mercanköşke de rastlanmaktadır. Yabanî mercanköşke " farekulağı " da denilir. Ancak "farekulağı " denilen ve cuhagillerden, tohumu kuşyemi olarak kullanılan bir başka bitkiyle kanştırmamak gerekir.
Mercanköşk, Türk Mutfağı'nda, olduğu kadar Avrupa ülkelerinin mutfaklarında da çok kullanılan bir bitkidir. Sindirimi kolaylaştıncı bir etkisi olduğundan, av etleri gibi sindirimi zor yemeklerde mutlaka kullanılır.


Nane
Ballıbabagillerden, yaprakları sapsız, çiçekleri beyaz veya menekşe renginde, ıtırlı, küçük bir bitkidir. " yabanî nane ", " Su nanesi ", yeşil nane " gibi çeşitli cinsleri vardır. Yemeklerde kullanılan nane " yeşil nane " dir. Yetiştirilmesi kolay bir bitki olan nane ülkemizde olduğu gibi bütün Akdeniz ülkelerinde çokça yetişir. Türk mutfağında nane oldukça sık kullanılmaktadır. Çorbalardan, dolmalara kadar pek çok yemekte nane kullanılır. Avrupa ülkelerindeyse nane, daha çok fınnda ve tencerede pişirilen etler için hazırlanan soslara konulmaktadır. Bununla birlikte bazı haşlanmış sebze yemeklerinin de üstüne serpilir.


Rezene
Yakın zamana kadar " raziyane " adıyla tanınan rezene maydanozgillerdendir. Yaprakları dereotuna benzeyen, kökü de sümbül soğanını andıran bu bitkinin yemeği ve salatası yapılır. " Denizrezenesi " adı verilen türüyse, deniz kayalıklannda yetişir. Kokulu bir bitki olan denizrezenesi de kararezenesi gibi maydanozgillerdendir.


Roka
Turpgillerden yapraklan turp yaprağına çok benzeyen bir bitkidir. Gerek ülkemizde, gerek Avrupa'da yaygın olarak yetiştirilmektedir. Çiğ veya salata olarak, tava ve ızgarada pişirilmiş balık yemekleriyle birlikte yenir. Bazı Avrupa ülkelerinin mutfaklannda salatalara kanıştırıldığı gibi servis tabaklannın süslenmesinde de kullamlır.


Safran
Süsengillerden, Akdeniz ülkeleı~inde yetişen, baharda çiçek açan küçük bir bitkidir. Bu bitkinin çiçekleri toplanır ve tepecikleri kurutularak kullanılır. Yemeklere san bir renk veren bu toz, zeytinyağında hiç erimez. Böylece kanşık veya hileli olup olmadığını kontrol etmek mümkündür. Akdeniz ve Doğu ülkelerine tSzgü pirinç ve balık yemekleı~inde kullanılan safran,bazı Balkan ülkelerinde ekmeğe katılır. Bazı yemeklere renk ve koku vermek için kullanılan safrandan zerde adı verilen tatlı yapılır.


Sumak
Ülkemizin bazı yerlerinde " somak " diye bilinen baharatın ağacı sıcak biSlgelerde yetişir. Sakızağacıgiller familyasından küçük bir ağaç olan sumağın kabuğu hekimlikte, yaprakları dericilikte kullamlır. Mercimeğe benzeyen ve mayhoş bir tadı olan taneleriyse dövülerek baharat olarak kullanılır. Bazı türleri zehirlidir. Kebaplara ve bazı salatalara ekşilik vermek için kullanılan sumağın dövülmüş taneleri, ince kıyılmış kırmızıbiberi andını:


Tarçın
Defnegillerden olan tarçın ağacının kabuğundan elde edilir. Güney Asya, Orta Amerika ve Brezilya'da yetişen bu ağacın kabuğu, içindeki kokulu ve uçucu bir yağdan ötürü baharat olarak kullanılmaktadır. Kabukları dövülüp toz haline getirildiğinde, yağımn uçması sonucu kokusunu çabuk kaybettiğinden genellikle kabuk parçaları durumunda ve cam kavanozlarda saklanır. Tarçın, ülkemizde genellikle sütlü tatlılarda ve hamur tatlılarında, şekerlemelerde, pastalarda ve bazı yemeklerde, boza, salep gibi içeceklerde, hatta kaynatılarak çay yerine kullanılmaktadır. Avrupa ülkelerinin mutfaklarındaysa soslara, bazı şaraplara, kremalara da konulmaktadır.


Tarhun
Doğu Avrupa ülkelerinde yetişen bileşikgillerden kokulu bir bitkidir. Yaprağının çok baharatlı olmasından ötürü salçalı et yemeklerinde, soslarda, yumurtalarda ve salatalarda çok kullanılır. Tarhun kanştınlmış sirkeyle yapılan mayonezlerin kendine has bir lezzeti ve kokusu olur. Tarhunlu sirke şöyle yapılır: iki avuç dolusu tarhun iyice yıkandıktan sonra bir şişeye konur. Üzerine yarım litre sirke boşaltılır ve 2-3 ay beklettikten sonra süzülerek başka bir şişeye aktarılır. Gerektikçe kullanılır.


Tere
Turpgillerden, yaprakları uzunca bir bitkidir. Bu bitkinin yapraklan genellikle çiğ ve salata olarak yenir. Servis tabaklannda garnitür olarak da kullaınlır.


Turp
Turpgillerden, yaprakları karşılıklı, çiçekleri salkım durumunda, meyvesi acımsı bir bitkidir. Etli olan kökleri yenir. Türbun " karaturp ", " beyaz turp ", " yabanî turp ", " kınmzı turp ", " bayır turbu " gibi birçok çeşidi vardır. Nemli toprakları sever. Beyaz turbun etli ve sulu bir yumru durumunda olan kökü, kabuğu soyulup rendelendikten sonra tuz, sirke ve zeytinyağıyla karıştırılarak salata olarak yenir. Ancak rendelendikten sonra suyunun süzülmesi gerekir. Bazı Avrupa mutfaklarında beyaz turbun kökü çeşitli soslarda da kullanılır. Karaturp da beyaz turp gibi salata olarak yenir. İri bir fındık büyüklüğünde veya körpe küçük havuç gibi uzun biçimde olan kırmızı turp rendelenmez. Üstü hafıfçe kazınıp, iyice yıkandıktan sonra bütün olarak veya ikiye bölünerek salatalara konur ve öyle yenir. Kırmızı turp aynı zamanda servis tabaklarının süslenmesinde de kullanılır. Turbun her türlüsü çiğ yenir.


Vanilya
Salepgillerden, çiçekleri beyaz ve kokulu, tırmanıcı küçük bir bitkidir. Genellikle Orta ve Güney Amerika ve Madasgaskar'da yetişen bu kalın ve etli bitkinin meyvesi iyice olgunlaşmadan toplanır ve gölgede kurutulur. Baharat olarak kullanılan bu meyve kuruduğunda buruşur, esmer bir renk alir ve kokusu artar. Kurutulduktan sonra dövülerek toz haline getirilen vanilya, genellikle sütlü tatlılarda, dondurmalarda, pasta ve şekerlemelerde kullanılır. Meksika'da ve bazı Avrupa ülkelerinde çeşitli likörlere de konulur.


Yenibahar
Mersingillerden ABD'nin sıcak bölgelerinde yetişen bir bitkinin tohum şeklindeki küçük meyvesidir. Bu meyveler kurutulduktan sonra öğütülür ve çeşitli yemeklerde baharat olarak kullanılır.


Zencefil
Zencefılgillerden sıcak bölgelerde yetişen, güzel kokulu bir bitkidir. Genellikle Güney Asya, Orta Amerika ve Brezilya'da yetişmektedir. Bitkinin kokulu köksapları kurutularak toz durumuna getirilmesiyle baharat elde edilir. Köksaplardan hekiınlikte kullamlan bir tür yağ da çıkanlmaktadır. Aynca taze köksaplar pişirilerek yenir. Daha çok şerbet, meşrubat ve likör yapımında kullanılmaktadır. Uzakdoğu ülkelerinde çay, kahve, ıhlamur gibi içeceklere de zencefıl katılır. Zencefıl " beyaz " ve " esmer " olarak iki türlüdür. Köksaplar kurutulurken kabuklanndan aynlmazsa elde edilen zencefıl esmer, kabuğu ayıklanan ktSksaplardan elde edilen zencefıl ise beyaz olur.


Zerdeçal
Zencefılgillerden, yapraklan sivri uçlu, çiçekleri san renkte bir bitkidir. Bu bitkinin saplarından safranı andıran boyalı bir madde çıkanldığı için buna " Hint safram " da denir. Safran pahalı olduğundan genellikle zerde yapımında safran yerine zerdeçal kullanılır. Et, balık ve yumurtalı yemeklere katılan zerdeçal hardal hazırlamakta da kullanılır.


Kaynak; afiyetolsun.net
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pzr Şub 12, 2006 8:37 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Yemek sözlügünde bazi terimler malesef Türkce degildir... Onlarin yerine koyabilinecek isimleri bilmedigimden yazmak durumunda kaldim. Özür dilerim...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Pzr Şub 12, 2006 9:04 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

ülküdaşımız çok önemli bir başlık açmıştır.Yozlaşmadan yemeklerimiz de nasip almaya başlamışlardır.Fast food,tavuk döner,jips gibi üstünkörü beslenmeler hem sağlığımızı hem de kültürümüzü tehdit ediyor.Ketçaplar,mayonez gibi şeylerle de işler iyice çığrından çıkıyor.Mide hastalıkları iyice artmıştır.Ayrıca dondurulmuş gıda,salçalar,hazır çorbalar,sakkarinli tatlıların kansorejen maddeler ihtiva ettiği ortaya çıkmıştır.Kanser vakalarında patlama vardır.Her ilde neredeyse onkoloji hastahaneleri açılmaya başlamıştır.Bunlar hep geleneksel beslenmemizi terketmemiz yüzündendir.Ortalama ömür uzuyor diyorlar.Yalandır.Savaşların olmadığı bir dönemde bu rakamlar yüksek yaş değildir.İnsanların yarısından çoğu sağlıksız,ağrılar içerisinde bir hayat geçirmektedir.Yaşlanma ve kadınlardaki menapoz yaşı çok genç yaşlara gerilemiştir.Sağlığımızı bozan bu tarzı bırakmamız şarttır.Çiçek yağı ile zeytin yağı;margarinle tereyağı fiatları neredeyse başa baştır.Margarin ile çiçek yağı terkedilmelidir.Genetiği ile oynanmış çicek yağı da büyük tehlikedir.Bunlar bizim bu konuda söyleyebileceklerimiz.
Ama bir de asena ülküdaşlarımız bize destek verir de unutulmaya yüz tutmuş güzel yemeklerimizi de bu başlığa taşırlarsa seviniriz.Türk gibi kuvvetli olmak,Türk usulü beslenmekten geçiyor.Pekmez gibi,zeytin gibi gıda kürüne tabi tutulan insanların,yüz kiloluk üzüm çuvallarını nasıl pamuk yatak gibi kaldırdıklarını eskiler çok iyi bilir.Bu beslenme tarzını sofralarımıza getirecek olanlar asena bacılarımızdır.Bu konuda,bizim gerçek mutfağımız konusunda çok büyük bir araştırma yapılaması gerektiğine inanıyorum.Sadece Osmanlı mutfağı Türk mutfağı değildir.Geriye doğru çok büyük bir araştırma yaparak,unutulan yemeklerimizi öğretip canlandırmak,artık ayni yemekleri yemekten neredeyse bıkmış milletimiz için çok değişik ve hoş bir şey olacaktır.Bu işin uzmanlarının,batı mutfağına değil,bizim mutfağımıza yönlenmesi gerekmektedir.Bu da yeniden özümüze dönmenin temel şartlarından birisidir.Başkaları gibi yaşayarak ya da beslenerek Türk olamayız.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
TC-Kurt
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Jan 30, 2006
İletiler: 88
Şehir: Almanya

İletiTarih: Pzr Şub 12, 2006 10:46 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Çin, Italyan, Fransiz ve Meksika mutfaklari ile birlikte dünyanin bilinen 5 ünlü mutfagindan birisidir.


Bir kac Yemekcesitleri :-)



ÇARDAK KEBABI


Malzemeler ; 4 kişi için Önce kuşbaşı eti, soğan, sarmısak, domates, biberle kavurarak pişirin.

Tuz ve tereyağ ekleyin. Suyunu çekince karabiber ve kekik ekleyerek bırakın.

Diğer tarafta unu, yumurtayı ve sütü iyice çırparak pürüzsüz bir krep hamuru yapın. Tuz ekleyin. 15 cm.çapında bir teflon tavayı hafifçe yağlayarak bir kepçe krep hamurundan koyup, iki tarafını kızartın.

Krebi bir kaseye koyarak pişen etlerden iki- üç kaşık içine doldurun. Kasenin dışında kalan krep hamuru ile üstünü kapatıp, krep bohçasını kaseyi ters çevirerek bir tepsiye yerleştirin. Bütün krepleri aynı şekilde tepsiye yerleştirdikten sonra üzerlerine birer dilim kaşar
peyniri koyun. Peynirin üzerine sulandırılmış salça gezdirerek 180 derecelik fırında peynirler eriyene kadar kızartın.

½ Kg Kuşbaşı Kuzu Eti
2 adet Kuru Soğan
4 diş Sarımsak
2 adet Domates
3 adet Sivri Biber
2/3 su bardağı Süt
5 çorba kaşığı Un
1 Yumurta
1 yemek kaşığı Tereyağ
100 gr Kaşar Peyniri
1 tatlı kaşığı Salça
Tuz, Kara Biber, Kekik
Sıcak Sıcak Servis yapınız




MANTARLI ET SOTE


Malzemeler ; 4 kişi için Soğanları ince ince doğrayıp pembeleşinceye kadar kavurun, içine kuş başı etleri atın. Suyunu çekene kadar kavurun. Kavurduğumuz etin üzerine rendelenmiş domates veya 1 kaşık salçayı dökün. Mantarları ortadan ikiye bölün. Kavrulan etlerin üzerine atın. 1 su bardağı su, tuz ve diğer baharatları ilave edip karıştırın. Tencerin kapağını kapatıp suyunu çekene kadar orta ateşte pişirin.

500 gr Kuşbaşı Et,
300 gr Mantar
2 adet Domates
1 adet Soğan
2 adet Sivri Biber
Margarin
Tuz, Kara Biber, Kekik, Nane, Pul Biber




SOSYETE MANTISI


Malzemeler ; 4 kişi için



İlkönce yarımşar bardak su ile sıvı yağı karıştırın. Kıymayı rendelenmiş soğan, 1 kaşık salça, tuz, karabiber ekleyerek yoğurun.

Yufkaları açarak birer birer tezgaha yayın ve + şeklinde keserek dörde bölün. Su ve yağ karışımından, ikişer kaşık üzerlerine gezdirin. Geniş taraflarına kıyma harcından biraz koyarak sigara böreği gibi sarın ve tekrar kendi etrafında çevirerek gül şeklini verip tepsiye dizin.

Kalan su ve yağı, hepsinin üzerine gezdirin. Orta sıcaklıktaki (150-180 derece) fırında kızartın.

Diğer tarafta sarımsaklı yoğurt hazırlayın. Bir kaşık tereyağını eritip, kalan salça ile karıştırın. Fırından çıkan mantıları tabağa alıp, üzerlerine sarımsaklı yoğurt ve tereyağlı, salçalı sos koyun. Pulbiber ve Nane ile süsleyerek servis yapın.



3 tane hazır yufka,
1/2 kg kıyma,
1 tane kuru soğan,
2 yemek kaşığı salça,
1/2 su bardağı sıvı yağ
1/2 su bardağı su
2 kase yoğurt
3 diş sarımsak
Tereyağ
tuz, karabiber, pul biber ve nane
Servis yaparken üzerine isteğe bağlı sumak da ekleyebilirsiniz. Hafif mayhoş bir tat verir



YAYLA ÇORBASI
(Yoğurtlu Çorba)

Malzemeler ; 6 kişi için Ayıklanıp yıkanmış pirinci iki bardak su ve tuz ilavesiyle yumuşayana kadar pişirin.

Diğer tarafta unu, yoğurdu ve yumurta sarısını iyice çırpın. Pirinçleri sıcak etsuyunun ya da kaynamakta olan suyun içine alın.

Çorba suyundan, hazırladığınız un-yoğurt-yumurta sarısı karışımına iki kaşık karıştırarak sulandırın (yoğurdun kesilmemesi için sıcaklığa alıştırın yani). Karışımı pirinçli suya yavaş yavaş döküp karıştırın. İki taşım kaynatıp ateşten alın. Üzerine tereyağlı nane ve (isteğe göre) kırmızı biber gezdirin.

1 çay bardağı Pirinç
1 su bardağı Yoğurt
1 adet Yumurta
1 tatlı kaşığı Un
1 yemek kaşığı Tereyağ
5 su bardağı Su yada Etsuyu
Tuz, Kırmızı Biber, Nane
Bu çorbayı Pirinç yerine Buğday ile de yapabilirsiniz. Çok değişik bir tat olacaktır





EZO GELİN ÇORBASI


Malzemeler
1 çay fincanı ince bulgur
1 çay fincanı pirinç
1 çay fincanı Kırmızı Mercimek
1 baş soğan
1 yemek kaşığı domates salçası ya da 2 adet ortaboy domates
1 çay kaşığı acı biber salçası
2 çay kaşığı nane
6 bardak su
2 yemek kaşığı bitkisel yağ
tuz, karabiber

Yapılışı
Soğanı hafifçe pembeleşene kadar kavurunuz. İki çorba kaşığı domates salçasını sulandırdıktan sonra pembeleşen soğana katınız. Biber salçası da katıp karıştırın. 6 bardak suyu ilave edin. Orta hararette kaynatın. Kaynayınca içine yıkanmış bulguru, mercimeği ve pirinci katın. Malzemeler yumuşayıncaya kadar kaynatın.

Servis yapılırken isteğe bağlı olarak üstüne nane ilave edilebilir.




AFFIYET OLSUN

bende aciktim simdi ha :-)
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Şub 13, 2006 1:18 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Isin diger tarafina baktiginizda, bütün ailenin bir arada oldugu ve evin reisinin ilk beslemeyi cekip corbaya kasik daldirmasina kadar bekleme süresi daha dogrusu o müthis saygi günümüzde yok olmak üzeredir.

Cocuk büyümeye ve ailesini tanimaya basladigi dönemde bu sicak iliski ona ölcü olacaktir. Büyüge saygi buradan baslayacak, aile olmanin mutluluguna ve ortak calisabilme kaabiliyetine kavusturacaktir...

Beraber yenilen yemekler birer aile toplantisi gibidir. Herkes yüzündeki ifade ile o anki ruh halini gözler önüne serer... Ailenin diger fertleri de duruma göre hareket etmeyi ve mümkünse care olmayi dener...

Türk mutfagina baktiginizda ayni kaptan yenirdi. Bu gün herkes kendi tabagina kasik salliyor... Bu iki konuyu kendi baslarina ele alalim..

Türk mutfaginda ayni kaba kasik sallamak sicak iliski ve yakinlik arzeder. Kimse kimseden uzak durmak ve hatta tiksinmek gibi yanlisa düsmez. Birlige sebebiyet verir... Aile sofrasinda ise BIZ olgusunu güclendirir... Konu ile alakasi olmayabilir ama Islam ahlakinda da BIZ olmak evladir... Biz olabilen kari ve kocalar kolay bosanmazlar... .. Saglik acisindan zorunlu durumlari burada ayri tutmak gerekir. Efendim ayni kaptan yemek yenirse birindeki mikrop digerine bulasir... Bu kadar basit degil aslinda... Disaridan aldigimiz mikroptan daha da fazla degildir herhalde...

Ayri kaptan yemek yiyenlerde bencillik duygusu biraz daha cabuk gelisir. Benim tabagim, benim kasigim vs... BEN olmak tehlikeli bir toplum hastaligidir. Tabi burada temizlik araclarini katmiyoruz. Havlu ve dis fircasi gibi... Onlarin ayri olmasinda yarar var...

Bugün tabagini ayiran yarin evini de ayirir tabi.. 18 yasina basinca kus olup ucar veya diger toplumlar gibi biz göndeririz, artik yük oluyor diye... Kari kocalar ayni sofrada mutluluk bulamiyorsa hanim icin yemek pisirmek bir tutkudan öte eziyet halini alir. Kendi basina yiyen bey de ruhundaki eksikligi canim yemeklere bulur ve begenmez... Dolayisi ile erkegin kalbine giden yol midede tikanir... Cikmaz sokak olur... Ve sonrasi bosanmalar...

Abarttigimizi düsünenler cevresine bir baksin... Sebep ve sonuc iliskilerine dikkat ederek dogru gözlemlersek, mutfaktaki rahatsizlik damla damla büyür... Bir de manevi eksiklikler eklenince isin icinden cikilmaz hal alir...

Bu konu üzerine sohbetlere devam edecegiz... Arastirip ögrendikce buraya tasimaya devam edecegiz...

Saygilarimla....


Ekleme yapma geregi hissettim..

Birgün sofrada yemege henüz baslamistik. Garip anacigim pilavi getirdi. Yasimin getirdigi muziplik ile pilava kasigi diktim... Bunun manasi belliydi. Türk adetlerine göre evlenme yasimin geldiginin habercisiydi...

Babam durur mu? O benden latif, o da pilava kasigi dikti... Eee simdi nolacak der gibi gülüsmeye baslarken daha 3 yasindaki kardesim de pilava kasigi dikmez mi? Babam dayanamadi, kardesime dönerek;
-- Yooo daha sana sira var....


Bunu bir de tersinden inceleyelim... Ayni kapta yemiyor olsaydik, ne babamin benim diktigim kasiktan haberi olacakti ne de kardesim böyle bir hadiseye sahit olacakti... Herkes calakasik kendi tabagi ve midesiyle mesgul olacakti...

Bu kültürümüz yok oluyor...


En son Vuslatim tarafından Pts Şub 13, 2006 3:46 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Şub 13, 2006 2:36 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Yemek Adabı

Somat (Simat) erkânı






Mevlevîlerde matbahın kudsiyeti vardır. Yemek de bu kudsiyet kadrosuna girer ve yemeğin pişirilmesi ve yenmesi, hususi törenlere tâbidir.



Yemek pişince kazancı dede, kazan veya tencerenin kapağını açar, canlar kabı yere indirirlerdi. Kazancı dede şu gülbangi çekerdi:



«Tabhı şîrîn ola, Hak berekâtın vere,



dem-i Hazret-i Mevlânâ, sırr-ı Ateş-bâzı Velî Hû diyelim»



ve canlarla beraber bir Hû çekilirdi.



Yemek vakti gelince matbahta sofralar kurulur, çevrelerine postlar konur ve her sofraya uzun bir havlu, çepçevre yayılırdı. Su vermek hizmetini alan canlar, testileri, bardakları hazırlarlardı. Kaşıklar, sapları sağa gelmek ve herkesin önüne düşen sofra üstüne yüzüstü kapanmak şartiyla sıralanırdı. Bu öbür tarikatlerin usulüne zıttı. Onlar, kaşığı açık korlardı. Herkesin önüne birer tutam da tuz konurdu. Sofra müdevver bir tahtaydı. Üç ayaklı büyücek bir iskemle üstünde dururdu. Bütün bu hizmetler görüldükten ve yemekler boşaltıldıktan sonra canlardan birisi salâcılık vazifesini ifa eder, yâni hücrelerin bulunduğu koridorda baş keserek yüksek bir sesle «Hûûûûû. Somata salâââââ» diye bağırırdı. Bu umumî bir davetti. Hücrelerin yerlerine ve mikdarına göre bir kaç yerde salâ edildiği olurdu. Herkes birer birer matbaha baş keserek girerdi. Şeyh de gelince beraberce sofraya oturulurdu. Yemeğe tuzla başlanır, tuzla bitirilirdi. Herkes sağ elinin şahadet parmağını diliyle ıslayıp önündeki tuza banar ve onu tadarak yemeğe başlardı. Yemek, bir kaptan yenirdi. Yemek esnasında hiç konuşulmazdı. Su istenecek olursa elinde testi ve bardakla, ayağı mühürlü olarak niyaz vaziyetinde bekliyen cana işaret edilirdi. Can, derhal bardağa su koyup bardağı öperek istiyene sunar, o da bardakla görüşüp, yâni bardağı öpüp suyu içerdi. Su içen, suyu içerken herkes sofradan el çeker, onu beklerdi. Bu suretle o, su içerken öbürleri bir lokma bile ondan fazla yememiş olurlardı. Hattâ ağızlarında lokma bulunanlar ya yutmazlar, yahut belli etmeden yutarlardı. Lokmasını ağzına götürmek üzere olan sofraya bırakıp yemekten el çekerdi. Su içen, aynı tarzda bardakla görüşüp sakiye sunardı. Şeyh, yahut tarikatçi veya aşçıbaşı, yahut da bunlar yoksa kıdemli dedelerden biri, su içene «Aşkolsun» der, o da niyaz eder, tekrar yemeğe başlanırdı. Yemekte gülbankten başka söylenen lâkırdı ancak buydu. Yemeğin sonunda tarikatçi veya ser-tabbâh, yahut da şeyh:



«Biz yoldaki sûfîleriz, padişahın sofrasında yemek yiyenleriz.



Yarabbi, bu kâseyi, bu sofrayı daimî kıl»



mealindeki şu beyti ve şu duayı okurdu:



Mâ sûfiyân-ı rahim mâ tabla-hâr-ı şâhîm



Payende dâr yârab in kâserâ vu hanrâ



Salli ve sellim alâ eşref-i nûr-i cemî'-il-enbiyâi ve-l-murselîn ve-l-hamdu li-l-lâhi Rabb-il âlemîn el-Fâtiha»



Herkes Fâtiha'yı okuduktan sonra şu gülbangi çekerdi:



«El-hamdü li-llâh, Eş-şükri li-llâh, Hak berekâtın vere, erenlerin hân-ı keremleri, nân-u ni'metleri müzdâd, sâbih-ül-hayrât-ı güzeştegânın ervâh-ı şerîfeleri şâd-u handan, bâkıyleri selâmette ola, demler, safâlar ziyâde ola, dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı Âteş-bâz-ı Velî, kerem-i îmâm-ı Alî Hû diyelim: Hû.»



Gülbang ekseriyetle pilâv gelince çekilirdi. Gülbang çekilirken eller, parmaklar içeriye doğru bükük ve sofrayı tutar vaziyette sofranın kenarına konurdu. Gülbangden sonra pilâv yenir ve şeyh sofraya eğilip baş keserek niyaz eder. Kalkar, herkes de kalkıp birer birer kapıda dönüp matbaha baş keserek çıkardı. Kalkılmadan leğen ibrik geldiği ve birisinin su döküp öbürünün sırtındaki havluyu uzattığı, ondan sonra sofradan kalkıldığı da olurdu. Mevleviler yemeğe lokma derlerdi. Fakat bir de hassaten lokma denen bir pilâv vardı. Bu pilâv, nohutlu, soğanlı, havuçlu, kestaneli ve yağlı etle pişmiş Belh-Özbek pilâvıydı. Herhalde Mevlânâ zamanından bir gelenek olarak kalmıştı. Burada şunu da kaydedelim ki Mevlevi matbahına haram olan şeylerden ve balıktan başka her şey girerdi. Yalnız evvelce de bir münasebetle kaydettiğimiz gibi balık pişirilmez ve yenmezdi. Bahariye Mevlevî-hânesi şeyhi Huseyn Fahreddin Dede, bunu mecmuasına şu suretle kaydetmiştir :



«Ehl-i sülük, zi ruhun lâhmini ve mahsulünü tenavülden nefsini muvakkaten menetmek, eyyâm-ı riyâzata mahsustur. Semek tenavülü tasfiye-i kalbe hâil olması hukemâdan seyr-i ruhaniye sa'y tâife-i İşrâkiyye ve sûfiyye indinde musaddak olduğundan lahm-i semek tenavül olunmamak eyyam-ı riyâzata bilâ hasrin Mevlevî-hâne matbah-ı şeriflerinde tabhi memnudur.»



Mevlevîlerde ayrıca «elifî somat» denen bir meşin sofra da vardır ki ince uzun ve âdeta Arap alfabesindeki «elif» harfine benzediği için bu adla anılırdı. Meydana, yahut matbaha boylu boyunca serilirdi. Canlar bunun kenarlarına karşılıklı otururlardı. Sofra kaldırılırken sabunlu bezle silinip kurulanır ve bir tomar gibi dürülürdü.


Kaynak; semazen.net
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Şub 13, 2006 2:53 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

SOFRA ADABI------ HAKKARI


Sofralar oldukça zengin bir yapıya sahiptir. Hazırlanan yemekler tek tek değil de tümünü bir arada sofraya getirilir ve isteyen istediği yemekten yer. Masada yemek yeme alışkanlığı görülmemektedir. Yemek, yere serilen muşambadan sofralıklar üzerinde, yere bağdaş kurularak yenir. Sofraya önce yaslılar sonrada evin diğer fertleri oturur. Ailenin kalabalığına göre tüm aile fertleri bir arada yiyebildiği gibi, önce erkeklerin sonrada kadın ve çocukların birlikte yedikleri de olur. Misafir bulunan durumlarda da sofraya önce erkekler oturur sonrada sofra kadın ve çocuklar için evin başka bir odasına götürülür. Yemekler aynı kaptan yenir, eksildikçe ilave edilir. Bu durum sofraya oturanlar doyuncaya kadar devam eder. Ekmek her zaman ihtiyaçtan fazla konur. Yemekte bıçak kullanma alışkanlığı görülmemektedir. Sofrada misafir varsa ev sahibi misafir çekilmeden doysa bile sofradan çekilmez.misafire eşlik eder. Sofra kalktıktan hemen sonra semaver getirilerek çay içilir.



Kaynak; hakkari.pol.tr
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Şub 13, 2006 3:10 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Hz. Peygamber (SAV) Efendimizin yeme içme adabı



Allah, insanı adeta bütün varlıkların merkezine yerleştirmiş. Canlı ve cansız her şeyi onun etrafında pervane etmiş. İnsanlık aleminin merkezine de rızkı koymuş. Tüm insanları rızkın etrafında döndürüyor. İnsana verilen bunca yetki ve gösterilen bunca özenin de, rızka muhtaç yaratılıp bir ömür boyu onun peşinden koşturulmasının da temel amacı şükürdür. Şükür, muhtaç olduğumuz maddî ve manevî her türlü rızkın kimin tarafından gönderildiğini bilmek, O'na yürekten minnettarlık duymak, bunu yeri geldiğinde ifade etmek, sağladığı her türlü imkan ve enerjiyi O'nu hoşnut edecek şekilde kullanmaktır.

Bu temel ölçüyle, yeme içme adabının ana hatları ortaya çıkar. O da, istifade edeceğimiz bir nimeti, elimize aldığımız bir rızkı Allah'ın adıyla yemeye başlamak; nimete saygılı olmak, taşıdığı sanat incelikleri üzerinde tefekkür, yedikten sonra da Allah'a hamd etmektir.

İkinci önemli adabı, yeyip içtiklerimizin helalden olmasıdır. Bu da hem dinen kullanımı yasak olmaması, hem de hakkımız olmasına bağlıdır. İslamî usullerle kesilmemiş hayvan eti, domuz ve diğer yenmeyen canlılardan beslenmek ve şarap içmek yasak olanlara örnektir. Allah'ın yer yüzünde bizim için serdiği nimet sofrası gerçekten çok geniştir. Helal olanlar, yasaklardan mukayeseye gelmeyecek kadar fazladır. Yasak edilenler de, bildiğimiz ve bilemediğimiz zararlarından dolayıdır. Helal dairesi her türlü ihtiyaç ve arzumuza yetecek kadar geniştir. Harama girmeye hiç gerek yoktur. Aslında helal olmakla birlikte, başkalarının hakkı olan şeylerin, rızaları alınmadan yenilip içilmesi de haramdır.

Konunun diğer temel bir adabı da, yeyip içerken, aşırıya kaçmamaktır. Fazla kullanım gibi, gereğinden az kullanım da helal olmaz. Bu hem tıbben, hem de ahlakî açıdan uygun görülmemiştir. İbadet düşüncesiyle de olsa gereğinden az beslenmek doğru değildir. Peygamberimiz, ömür boyu her gün oruç tutmayı uygun görmemiştir. Ayrıca, midenin üçte birinin yemeğe, üçte birinin suya ayrılmasını, diğer üçte birinin ise boş bırakılmasını tavsiye etmiş, tıka basa yemeyi onaylamamıştır. İyice acıkmadan sofraya oturulmamasını, oturunca da tam olarak doymadan kalkmasını tavsiye etmiştir.

Peygamberimiz, bu konuda da bizim için güzel bir örnektir. Hadis kitaplarından öğrendiğimize göre, onun sofrası çok çeşitli yemeklerden meydana gelen zengin bir sofra değildi. Sade bir hayat yaşadığı için sofrası da sadeydi. O, yemek için yaşamaz, yaşamak için yerdi. Eve geldiğinde yemek yoksa bunu problem etmez, bazen bir iki hurma ile yetindiği olurdu.

Hz. Peygamber, günde iki kere yemek yerdi. Az yemeyi tavsiye ederdi. Haram olan yiyecek ve içecekler hâriç, diğer yiyecekleri yerdi. Sadece et veya sadece sebze yemek gibi tek yönlü beslenmezdi. Bazı yemekleri daha çok sevse de, hiçbir yemek için "sevmiyorum" ifadesini kullanmazdı. Yemek davetlerine katılırdı. Yemeğe başlamadan önce ve yemekten sonra ellerini yıkardı. Besmele ile başlar, uygun ve kısa bir dua ile bitirirdi. Sağ eliyle yerdi. Sol eliyle yiyenleri ikaz ederdi. Ortaya konulmuş yemeğin, kendi önüne gelen kısmından yerdi. Yemek yerken sağa, sola dayanmaz, yaslanarak yenilmemesini tavsiye ederdi. Yüzü koyun uzanarak yemek yemeyi yasaklardı. Yemeğin israf edilmesini menederdi. Soğan, sarımsak gibi kokusu başkalarını rahatsız eden yiyecekleri yedikten sonra toplum içine girmeyi hoş karşılamazdı. Yemeğe ve suya üflemeyi yasaklardı. Yemeğin çok sıcak yenmemesi gerektiğini söylerdi. Yemek ve su kaplarının ağzını kapatmayı tavsiye ederdi. Aile fertlerinin yemeği bir arada yemelerini tavsiye eder ve beraber yenen yemeğin bereketli olduğunu belirtirdi. Aşırıya kaçmadan konuşup sohbet ederdi.

Bu ve benzeri sünnetlerinden hareketle yeme içme adabı şöylece sayılmıştır:

1. Yemekten evvel ve sonra elini yıkamak,
2. Yemeği kendi önünden almak,
3. Sağ eliyle yemek,
4. Lokmayı ağza göre almak ve iyice çiğnedikten sonra yutmak,
5. Lokmayı yutmadıkça ikinci lokmaya el uzatmamak ağzında lokma ile konuşmamak,
6. Suyu içmeden evvel bardağa bakmak,
7. Suyu bir solukta içmemek,
8. Bardağın içine nefes vermemek,
9. Başkalarını tiksindirecek söz ve hareketten kaçınmak,
10. Başkasının lokmasına ve yediğine bakmamak,
11. Lokmayı ağzına korken kafasını tabağa doğru uzatmamak,
12. Yemekte israf etmemek, lokmasını ve aldığı yemeği bitirmek,
13. Ağzından bir şey çıkarmak gerektiğinde yüzünü sofradan çevirmek ve sol eli ile almak,
14. Dişleriyle koparmış olduğu lokmayı yemeğe batırmamak.
15. Helâlinden, temiz yemek ve Allah'a şükretmek,
16. Sofra sahibiyse, utanmamaları için herkes yeyip bitirmedikçe sofradan el çekmemek ve kalkmamak (az yiyen biriyse ağır yemeli ve yer gibi davranmalı),
17. Önce yaşça veya mevkîce büyük olanın başlaması,
18. Mecbur kalmadıkça sokaklarda yemek yememek.

Kaynak; Muhammedmustafa.net
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Şub 13, 2006 3:18 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

YEMEK YEME ADABI

01. Sofra hazırlanırken yardımcı olmak.
02. Yemekten önce ve sonra elleri yıkamak.
03. Büyükleri sofraya oturmadan sofraya oturmamak.
04. Besmele çekip, Allah'a vermiş olduğu nimetler için şükür etmek.
05. Yemeğe önce yaşça veya mevkice büyük olan kişinin başlaması uygundur
06. Sağ eliyle yemek.
07. Lokmayı ağza göre almak ve iyice çiğnedikten sonra yutmak.
08. Lokmayı yutmadıkça ikinci lokmaya el uzatmamak.
09. Önündeki yemeği soğutmak için, yemeğin içine üflememek.
10. Başkalarını tiksindirecek, iğrendirecek harekette bulunmamak ve söylememek.
11. Ağızda yemek varken konuşmamak, gülmemek.
12. Başkasının lokmasına ve yediğine bakmamak.
13. Elini yemek kabına silkmemek ve lokmayı ağzına götürürken başını tabağa doğru uzatmamak.
14. Yemek seçmemeye özen göstermek.
15. Yemeği aynı kaptan yeyip, tabağın ortasından değil, kendi önünden yemek.
16. Lokmasını ve aldığı yemeği bitirmek.
17. Tabaklarda artık, sofrada kırıntı bırakmamak.
18. Toplu yemek yenirken herkes yeyip bitirmedikçe sofradan kalkmamak.
19. Yemek bitince "Elhamdülillah" demek.
20. Yemeği yapana teşekkür etmek.
21. Sofra kaldırırken yardımcı olmak.
22. Yemek sonrası elleri yıkamak, dişleri fırçalamak.
23. Sokaklarda yemek yememek ve içmemek.
24. Gezinerek yemek yememek.
25. Helalinden, temiz yemek ve Allah'a şükretmek.
26. Acıkmadan yemek yememek.

Bir hadis-i şerifte:
"Sizden biriniz yiyeceği zaman sağ eli ile yesin,
içeceği zaman da sağ eli ile içsin.
Zira şeytan sol eliyle yer, sol eliyle içer." buyurulmuştur.
***

SUYU İÇME ADABI

1. Besmele çekmek.
2. Suyu bardaktan (veya tasdan) içmek.
3. Suyu oturarak içmek. 4. Bardağı sağ el ile ağıza götürmek.
5. Bardağın içine nefes vermemek.
6. Suyu üç yudumda içmek sonunda Elhamdülillah demek; su içmenin adaplarındandır.


Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
"Suyu çocuğun memeyi emmesi gibi için.
Depodan doldurur gibi içmeyin.
Ondan ciğer hastalıkları zuhur eder."
***


Kaynak; birdamla.net
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Şub 13, 2006 3:30 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Okul Cagi Beslenmesi




Beslenme açlık duygusunu bastırmak yada canın istediği şeyleri yemek içmek değildir.Ekmek ve şekerli çayla açlık duygusu bastırılabileceği gibi sabah pastırmalı yumurta, öğle biftek, öğle pirzola yiyen kişiye “ nekadar iyi besleniyor” diye özenilebilir.

Bilimsel açıdan bunların hiç biri beslenmeyi tanımlamaz. BESLENME, insanın büyüme, gelişme, sağlıklı ve üretken olarak uzun sure yaşaması için gerekli olan besin öğelerini yeterli miktarlarda alıp vücudunda kullanmasıdır.



Bu ögelerin herhangi biri alınmadığında veya gerektiginden az veya çok alındığında, büyüme ve gelişmenin engellendiği veya sağlığın bozulduğu bilimsel olarak ortaya konmuştur.



Beslenmenin şüphesizki her insanın hayatında büyük önemi vardır. Ama öyle dönemler vardır ki beslenme bu dönemlerde da ha da büyük önem kazanır. İşte bizim konumuz olan okul çağı beslenmeside beslenme açısından önemli olan bir dönemdir.



Okul çocuklarının özel bir grup olarak kabul edilmesinin nedenleri



1- Okul çağındaki çocuklar sürekli bir büyüme ve gelişme süreci içindedirler. Bu dönemde alınacak koruyucu önlemler tüm yaşamları boyunca etkili olabilecek yararlar sağlayacaktır.
2- Okul, çocukların evlerinden sonra toplu halde yaşamaya başladıkları ilk yerdir. Çocuk bu süre içinde öğrenme yoluyla kendini; yarışmalı ve mücadeleli bir ortamda yaşama hazırlamaktadırlar.
3- Çocukların grup halında birarada bulunmaları kazaların, bulaşıcı hastalıkların artması ve hızla yayılması tehlikesini artırır. Okul çağında koruyucu önlemlerin önemi büyüktür. Bu dönemde çocukların yeterli ve dengeli beslenmelerinin sağlanması ile; çocukların büyüme ve gelişmelerinin tam olması, vücut dirençlerinin artarak bulaşıcı hastalıklardan korunmaları sağlanabilir.
4- Okul yılları boyunca organizmaya büyük bir yük biner görme, işitme ve sağlıkla ilgili diğer engeller.
5- Okul çağı; hızlı öğrenme, bilgi ve beceri kazanma ve etkilenme dönemidir.
6-Beslenme ile ilgili olmlu davranışların edinildiği ve her zamankinden daha çok akılda kaldığı bir dönemdir.



Okul çocuklarının beslenmesinde aşağıdaki sağlıklı beslenme ilkeleri geçerlidir.



· Besinlerin çeşitliliğinin sağlanması
· Sağlıklı vücut ağırlığının korunması
· Nişastalı karbonhidratlar ile liften zengin besinlerin dengeli tüketilmesi
· Yağ ve şeker tüketiminin sınırlandırılması


Vitamin ve minerallerin yeterli düzeyde alınması


Bilinçsiz beslenme, sağlıksız nesiller yetişmesine neden oluyor. Kalp hastalıkları, bazı kanser türleri ve osteoporoz gibi pek çok ciddi hastalığın temeli çocuklukta atılıyor. Bu nedenle çocuklarınız daha küçük yaşlardayken onlara düzenli beslenmeyi öğretin. Beslenme eğitimi ne kadar erken başlarsa çocuğun gelişim, zekâ düzeyi ve bağışıklık sistemi de o denli güçlenir.



Hangi besinden ne kadar yemek gerekir?



1. GRUP: Et, tavuk, balık, yumurta ve kurubaklagiller


Et, tavuk veya balıktan 2-3 köfte kadar yemek gerekir.
Yumurta - 1 adet
Kurubaklagil - haftada en az 2 defa 4 er yemek kaşığı


İyi kaliteli (vücutta doku yapımı için kullanılan) protein ve hayvansal yağ kaynağı olmakla birlikte, yapısında karbonhidrat bulundurmaz. Demir, çinko ve B grubu vitaminleri bakımından zengindir.



2. GRUP: Süt ve türevleri


Süt - 2 su bardağı
Yoğurt - 1 kase
Peynir - 1 kibrit kutusu


Bu gruptaki besinler (Süt, yoğurt, ayran) protein, kalsiyum ve B2 vitamini açısından zengindir. Diğer besin grupları ile karşılaştırıldığında karbonhidrat, yağ ve proteini en dengeli içeren besin grubudur.


Süt proteini insan organizmasında %80 civarında kullanılarak yeni dokuların yapımı, eskiyenlerin onarımı için gereklidir.


İnsan beslenmesinde gerekli olan kalsiyumun süt ve süt ürünleri olmadan alınması mümkün değildir. Kalsiyum tüketimi ile kemik yoğunluğu arasında sıkı bir ilişki vardır. Kemik yoğunluğunun en üst noktaya ulaştığı 25-30 yaşlarına kadar tüketilen kalsiyum, kemik yoğunluğunun artmasına ve sonraki yaşlarda görülen osteoporozun erken görülme riskini azaltmaktadır.



3.GRUP: Sebze ve Meyva


Sebze - 6 yemek kaşığı pişmiş yemek ve 1 tabak iyi yıkanmış sebzelerden yapılmış salata
Meyve - 2- 3 porsiyon meyve


Temel besin öğesi karbonhidrat olmakla birlikte bitkisel protein çok azdır. Yağ içermezler. Posa, ve A, C vitaminleri açısından zengindir.


Sebze meyveler mineral bakımından da çok zengindirler ( kalsiyum, bakır, iyot, demir, çinko, potasyum vb.) Mineraller sağlıklı yaşam için gereklidirler. Hücre korunması, sağlıklı diş, kemik ve ciltyapısı için önemlidir. Mineraller ayrıca kalp ritmi, kan basıncı, vücuttaki sıvı dengesi gibi daha bir çok düzenleyici fonksiyonlarda rol oynar.



4. GRUP: Tahıllar ( ekmek, pirinç, bulgur, makarna, un )


Ekmek- 4 orta dilim
Pilav veya makarna- 6 yemek kaşığı
Börek veya kek veya puaça- 1 dilim veya 1 adet


Temel enerji kaynağıdır.Nişasta ve bitkisel protein içeren gruptur. Yapılarında yağ bulundurmazlar. Bazı türlerinde (Kurubaklagiller, bulgur vb. tahıllar) posa, B vitaminleri ve mineral oranları diğerlerinden yüksektir.



5-YAĞ VE TATLI : Yüksek enerji sağlarlar.


Kahvaltıda 1 tatlı kaşığı tereyağı ve yemekler çok aşırı yağlı olmamalıdır.


Hamurlu ve şerbetli tatlılara ağırlık verilmemeli, gün aşırı sütlü tatlı verilmelidir.


A, D, E ve K vitaminleri gibi vücudumuz için önemli olan vitaminleri taşıma görevi yaptıklarından dolayı sağlığımız için yenilmeside çok önemlidir.



Özellikle margarin tüketmemek gerekir. ( Kalp hastalıkları riskini 3 kat arttırır, LDL kol. arttırır, HDL kol. azaltır, kanser riskini 5 kat arttırır, anne sütünün kalitesini düşürür, bağışıklık sistemini zayıflatır…)


POSA



Lif ya da posa içeren besinlerin tüketimi sağlıklı beslenmenin önemli öğelerinden biridir. Düşük yağ, düşük kolestrol ve yüksek lif içeren besinlere dayalı beslenme alışkanlığı olanlar ileri yaşlarda bazı kanser türleri ve kalp hastalıkları riskinin düşük olduğu bilinmektedir. Gereken lif miktarı günde 1-2 porsiyon sebze, 1-2 porsiyon meyve ve 5-6 dilim tam buğday unundan yapılmış ekmek ve haftada 1-2 porsiyon tüketilen kuru baklagil ile karşılanabilir. Aşırı miktarda lifli besin tüketiminin başta kalsiyum olmak üzere çeşitli minerallerin emilimini etkileyebileceği unutulmamalıdır.



Büyüme süreci önemli miktarda enerji ve yeni dokuların yapımı için daha fazla miktarda protein, mineralleri ve vitaminleri gerektirir. Tüm enerji ve besin öğelerinin yeterli ve dengeli karşılanabilmesi için 6-11 yaş grubu çocukların tüketmeleri gereken besinlerin iyi kaliteli ve yeterli miktarlarda olması önem taşır.



10 Yaş Okul Çocuğu için örnek menü :



Kahvaltı : Bir su bardağı süt veya meyve suyu (taze evde yapılmış)
1 Kibrit kutusu peynir ya da bir yumurta
1 tatlı kaşığı tereyağ ya da 5 adet zeytin
3 tatlı kaşığı bal, reçel ya da pekmez
2 dilim (orta büyüklükte) ekmek



Ara Öğün : Bir porsiyon meyve


Öğle : 4 tepeleme yemek kaşığı nohut
6 tepeleme yemek kaşığı bulgur pilavı
1 kase cacık
1 kase salata



İkindi : 1 ayran
1 dilim kek ya da poğaça
Akşam : 2 orta dilim kıymalı börek ( veya 2-3 köfte kadar ızgara et veya tavuk veya balık + 2 dilim orta büyüklükte ekmek )
6 tepeleme yemek kaşığı zeytinyağlı sebze yemeği
1 çay bardağı yoğurt



Yemekten sonra : 1 orta boy meyve
7-8 adet fındık


Yatmadan once: 1 su bardağı süt



Not : Bu menü örneği 1800-2000 kalori, 45-50 gr protein içerir.



Öğle yemeklerini okulda yiyorsa yemek listesi elinizde olmalı. Böylece okuldaki beslenme programının eksikliklerini sabah kahvaltısı, ikindi ve akşam yemekleriyle dengeleyerek tamamlayabilirsiniz. Örneğin çocuğunuz okulda et yemiyorsa ikindi ve akşam öğünlerinde bol proteinli (balık, et gibi) yemekler pişirin. Sebze yemiyorsa ikindide mücver ya da sebze köfteli sandviçler hazırlayın. Akşam öğününde mutlaka sebze çorbası ya da zeytinyağlı bir yemek yedirin. Çocuğunuzun günde üç ana öğün ve iki ara öğün yemek yemesini, ana öğünlerde her besin grubundan yeterli miktarda tüketmesini sağlayın.



Kahvaltı çok önemli



Yeni bir günün başlangıcında, bütün gece aç kalan vücudun, çalışma gücüne alışması için sabah kahvaltısının önemi büyüktür.



Uzmanlara göre beynin performansı için en önemli öğün kahvaltı. Yapılan araştırmalarda kahvaltı etmeden okula giden çocukların, düzenli kahvaltı yapanlara göre daha zor öğrendikleri, derslere karşı ilgisiz kaldıkları ve başarı düzeyinin düşük olduğu ortaya çıkmıştır. KAhvaltı kesinlikle 1 bardak süt veya meyve suyu ile geçiştirilmemelidir.


Hiçbir besleyici değerinin olmamasının yanı sıra yemeklerle birlikte tüketildiğinde demir emilimini engellediği için okul çocuğunun kahvaltısında çayın yeri yoktur.



Abur cubura dikkat!



Maalesef bütün çocuklar cips, kraker, çikolata ve şekerlemeleri çok seviyor. Zaten bunlar da çocuklar için üretiliyor ama her konuda olduğu gibi bunların da azı karar çoğu zarar. Bu tip yiyeceklerin sıkça ve fazla tüketilmesi iştahı kapattığından çocuğun beslenmesini ve dolayısı ile sağlığını da kötü yönde etkiler. Abur cubur yiyecekleri sık, zamansız ve fazla tüketen çocuklar genellikle kilo alamazlar ve vücutları
dirençsiz kalır. Bu nedenle de sık hastalanırlar.

Bu nedenle çocuğunuza, çikolata ve şekeri tamamen yasaklamadan haftada bir ya da iki kez ve aşırı miktarlara kaçmadan cips, çikolata ve şeker yemesine izin verin. Dondurma yararlı bir besin olduğu için bunu fazla kısıtlamayın ama aşırıya da kaçmayın.



Sevimli sofra için



Sofra düzeni olabildiğince sevimli olmalı. Adeta bir oyun sahasını andırmalı. Mümkün olduğunca az tabak bulundurmanız hazırladığınız leziz ve sevimli tatlıların ön plana çıkmasını sağlayacaktır. Hazırladığınız çöreklerin sempatik estetiği sofra düzeni ile uyum içinde olmalı. Kullandığınız tabak va bardakların renkli olmasına özen gösterin. Aksesuar seçimi yaparken çocukların hoşlandığı parlak renkleri tercih etmenizde yarar var. Sofra kurarken onu da teşvik edin, birlikte hazırlamaktan keyif alacaktır.



Bir besinin ya da besin grubunun belli bir süre reddedilmesi, büyümek için temel olan bazı besin öğelerinin eksikliğine neden olabilir. Bu nedenle reddedile besin zaman zaman farklı şekillerde tekrar sunulmalıdır



Sık kullanılan ve tepki yaratan besin katkı maddeleri aşağıdır



Fast-food beslenme kalpten götürüyor!



Daha çok hazır yiyecek satışı yapılan yerlerde uygulanan yüksek ısıda pişirme tekniği, doğal yağların içeriğinde kimyasal değişiklikler yaratıyor.Bu besinler başta Kalp ve damar hastalıkları olmak üzere çeşitli sağlık sorunlarına davetiye çıkarıyor.


Uzmanlar ''fast-food'' olarak adlandırılan beslenme alışkanlığının gençler arasında yaygınlaştığı ve kalp krizi geçirme yaşının da giderek düştüğünü vurguluyor. Kalp krizinin 40 yaşın üzerinde yaygın görüldüğü inanışı ifade edilse de: ''Fakat son yıllarda Türkiye genelindeki istatistikler gözden geçirildiğinde kalp krizinin 20'li yaşlara kadar indiği görülüyor.. Son olarak Konya'da, 17 yaşındaki lise öğrencisi ile bir süre önce Kars'ta yine aynı yaşlardaki bir genç kızımızın kalp krizinden yaşamını yitirmesi konunun ne ölçüde önemli olduğunun göstergedir.''



***Çocuğun yemek alışkanlığı ve besin seçiminde tat zevkindeki önceliklerinin gözardı edilmemesi önerilir. Uzun süreli sağlıklı olmak kavramı çocuklar için önem taşımaz. Çocukların tercih ettikleri hamburger, patates kızartması gibi besinler çok sık olmamak kaydıyla diğer besinlerle dengelenerek verilebilir.

Büyümenin yeterliliği çocuklarda yaşına ve cinsiyetine göre olması gereken vücut ağırlığı ve boy uzunluğunun saptanması ile anlaşılır.



Eğer çocuğunuz için anlatıldığı gibi doğru beslenme kurallarını uyguluyor ve gelişiminin nasıl olduğunu merak ediyorsanız işte size bir iki ölçü:



UYKU DÜZENİ de çok önemlidir. En az 10 saat uyku şarttır. Uyku sırasında hormone düzenimiz dengeleniyor ( büyümü hormonu hızla artıyor, stress hormonları azalıyor ), sindirim sistemi hızla çalışıyor, bağışıklık sistemi kendi için yoğun bir faaliyete geçiyor ve vücudumuzu kaplayan cildimiz yoğun bir çalışma içine giriyor ( cildi yenileyen melatonin hormonu karanlıkta artış gösterip çalışmaya başlıyor ).



Beyni Çalıştıran Besinler



Öğrenciler sınavlar için hazırlık yapmakta, ancak pek çoğunun, “konsantre olamamaktan, öğrendiklerini çabucak unutmaktan, dikkatini veremeyip aynı sayfayı tekrar tekrar okuduklarından” yakınmaktadırlar.

Vücudun küçük bir bölümünü oluşturan beyin, yiyeceklerle alınan enerjinin yüzde 20’sini harcar, beyin, kanın taşıdığı oksijen ve glikozla beslenir.



“Araştırmalar, belirli yiyecekleri daha fazla yiyerek hafızanızı, algılama yeteneğinizi, dikkatinizi artırıp, daha hızlı düşünebileceğinizi gösteriyor”



ODAKLANMA İÇİN CEVİZ, FINDIK



“Ceviz, fındık, fıstık gibi yiyecekler konferanslarda, konserlerde, uzun araba yolculuklarında, sinirleri kuvvetlendirirken, beyindeki haber alma maddelerinin oluşumunu hareketlendirirler. Günde 7-8 fındık yemek yeterlidir. Ayrıca kolesterol ve şeker üzerinde de olumlu etki yapar.



Soğan, aşırı yıpranmaya, fiziksel yorgunluğa karşı kanı sulandırır, beyin oksijeni daha iyi alır. Karides, beyin besinidir. Vücuda önemli omega 3 yağ asitleri sağlar. Dikkat verme süresini daha uzatır.”



LAHANA STRESSİZ ÖĞRENMEYİ SAĞLAR



“Lahana, tiroit bezlerinin aktivitesini yavaşlattığı için daha stressiz öğrenmeyi sağlar. Stresin getirdiği atıştırma krizlerinde, düşük kalorisi sayesinde bol bol çiğ olarak yenebilir. Limon- portakal, C vitamininden dolayı canlandırır, algılama yeteneğini artırır. Çalışma ve sınav öncesi, limonata veya portakal suyu için.



EZBER İÇİN HAVUÇ



“Havuç, beyin metabolizmasını canlandırarak, hatırlama yeteneğini arttırır, bir şey ezberlerken bir küçük tabak sıvı yağlı havuç salatası yiyin. Uzun bir metin ezberleyebilmek için fazla miktarda C vitaminine ihtiyaç vardır. Ananas bunu sağlar, ayrıca önemli bir element olan mangan içerir. Avokado, kısa süreli hafıza içindir. Fazla miktarda yağ asidi içerir. Çalışırken yarım avokado yeterlidir.”



YENİ FİKİRLER ÜRETMEK İÇİN ZENCEFİL



Uzmanlar yaratıcılığın geliştirilmesi için zencefil yenmesini önermektedirler. Zencefilin içerdiği maddelerin beynin yeni fikirler üretmesini sağladığını bilinmektedir. Zencefil alındığı zaman kan sulandığı için vücutta daha serbest akar, beyin oksijenle beslenir. diye konuştu.



Kimyon da içerdiği uçucu yağların bütün sinir sistemini uyarır .Aniden bir fikre, bir buluşa ihtiyacı olan kimyon çayı içmelidir. Çay, bir fincana iki tatlı kaşığı dolusu kimyon eklenerek yapılabilir.



SINAV ÖNCESİ STRESE KARŞI



Gerginken yenmek istenen çikolata, hamur işi, tatlı gibi besinler, kola, kahve gibi içecekler çok miktarda şeker ve kafein içerdikleri için sinirleri bozar. Doğru bir beslenme, stresli zamanların üstesinden gelmemizde bize yardımcı olacaktır. Birkaç öneri:


Kahvaltı etmeden güne başlamayın. Sabahları vücudun ve beynin enerji deposu boştur. Bu nedenle sinirli ve dikkatsiz olunabilir



Stres, vitaminlere ve minerallere olan ihtiyacı arttırır. Önemli anti-stres maddeleri mineral olarak kalsiyum (süt ürünlerinde, yeşil sebzelerde) ve magnezyumdur (kepek, çavdar, baklagiller, bal kabağı ve ayçiçeği çekirdeği). B vitaminleri grubu aynı zamanda sinir vitaminleri olarak adlandırılır. B vitaminleri ette, balıkta, kepek çavdar ürünlerinde ve koyu yeşil sebzelerde bulunur. Haftada en az 1 veya 2 kez balık tüketilmelidir.


Çikolatayı seyrek, meyveyi sık yiyin. Arada bir az miktarlarda çikolata yenmesi stresi azaltır ama fazla yendiğinde kan şekeri önce artar, sonra hemen düşer. Sonuçta yorgunluk ve tatlılara karşı istek ortaya çıkar.



Yemekleri küçük porsiyonlarda, sık yiyin. Birden aşırı miktarda ve yağlı yemekler uykunuzu getirir. Enerjinizi uzun süre korumak ve aynı düzeyde tutmak için günde en az 6 öğün ve az miktarlarda yenmelidir.



Kahveyi ve kolayı azaltın. Sabahları bir iki fincan kahve uyku sersemliğinizi gidermede yardımcı olur. Fazlası ise kalp çarpıntısına, huzursuzluğa, geç saatlerde de uykusuzluğa, korku ve endişeye neden olur. Kolalı içeceklerde bol miktarda kafein içerir.



Obezite çocukları da tehdit ediyor



Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görev yapan Prof. Dr. Atilla Büyükgebiz, okul çağındaki 10 çocuktan ikisinin obez olduğunu söyledi, ailelere çocuklarını kalorili yiyeceklerden uzak tutmasını ve spora yönlendirmesini önerir.



Prof. Dr. Büyükgebiz’e göre, "obezite çocukluk çağında başlar ve yeterli önlem alınmazsa bu çocukların büyük bir bölümü özellikle ergenlik çağında obez olur" .



Obezitenin çeşitli sebepleri vardır:



1- Genetik olabilir.
2- Anne ve babası obez olan çocuklarda obezite görülmesi daha fazla.
3- Beslenme alışkanlıkları, 'fast-food' denilen yüksek kalorili gıdaların tüketildiği ülkelerde obezite daha fazla görülüyor.
4- Hareketsizlik, fazla yemek yemek ancak alınan kalorilerin hareketsizlik sebebiyle yakılamaması. Ayrıca, son yıllarda çocukların bilgisayar ve televizyona bağımlı hale gelmesi de obezite vakalarında artışa neden oldu.



Zamanının çoğunu dışarıda oynamak yerine bilgisayar ve televizyon başında geçiren çocuklar, kola ve cips tüketiyor. Bu da onların kilo almasına neden oluyor."



Çocukların hayatına hareket ve sporun sokulmasının önemine de işaret etti. Obezite için çocukluk çağında önlem alınmalı, obezite ile hangi yaşta karşılaşılırsa karşılaşılsın mutlaka tedavi edilmelidir.



Şişman bir çocuk için hedefler sırasıyla,



. Normal büyüme ve gelişmenin devamını sağlamak
. Daha fazla kilo artışını engellemek
. Kilo verdirmek



Görüldüğü gibi çocukluk çağı şişmanlığında öncelikle çocuğun büyüme ve gelişmesi gelir, bu yüzden kesinlikle çocuğunuzu kilo verdirme amacıyla aç bırakmayın ya da büyüklerin uyguladıkları düşük kalorili diyetleri çocuklarınıza uygulatmaya kalkışmayın. Bu dönemde yapacağınız hatalı bir yaklaşım çocuğunuzu tüm hayatı boyunca kilo problemiyle uğraşmak zorunda bırakabilir. Beslenmesiyle ilgili neler yapabilirsiniz?



Öncelikle çocuğunuza anne-baba olarak siz iyi örnek olmalısınız. Babası televizyon karşısında cips yiyen ya da annesi sebzeyi görünce yüzünü buruşturan bir çocuktan aksi davranışları beklemek mümkün değildir.



Eve cips-çikolata-kolalı içecekler- hazır meyve suları gibi besinleri almayın. Bu tip gıdalarla ev ortamında karşılaştırmayın. Israr ederse onunla oturup bu tip besinlerin bünyesine nasıl zarar verdiğini uygun bir dille anlatın ama sakın korkutmayın.



Okulda yemek veriliyorsa okul yönetiminden menüleri isteyin ve çocuğunuzu seçimler konusunda bilgilendirin. Ayrıca evdeki yemeğini okulda yemediklerini tamamlayacak şekilde organize edin.



Çocuğunuzu oyunlara ve harekete teşvik edin. Hatta siz de onunla birlikte hareket edin. Unutmayın çocuklar çoğunlukla anne-babalarını örnek alırlar.



Ara öğün alışkanlığı kazandırın. Bu öğünlerde meyve-sandviç-süt-sebze çubukları gibi alternatifler sunun.



Sevmediği bir besin grubu varsa bir diyetisyene danışın. Yerine ne verebileceğinizle ilgili size yardımcı olacaktır.



Asla diyet için zorlayıcı olmayın ve çocuğu listelere mahkum etmeyin. Yavaş yavaş ve kademeli olarak alışkanlıklarını değiştirmeye çalışın.



Sağlıklı yemekleri birlikte yapmaya çalışın. İçinde emeğinin bulunduğu bir besini daha kolay ve severek yiyecektir.



Fast - food restoranlarında hamburgerin yanında patates, kola yerine ayran ve salata isteyin.



Besin Katkı Maddeleri Nelerdir, Bunlar Ne Gibi Sorunlara Yol Açabilirler?



Besinler içine çeşitli amaçlarla katkı maddeleri karıştırılmaktadır. Bu maddeler ya koruyucu ya renklendirici ya da tatlandırıcı olarak konulmaktadır. Besin katkı maddeleri şu şekilde gruplandırılabilir. Antioksidanlar, lezzet vericiler, besin boyaları, koruyucular, tatlandırıcılar ve diğerleri. Bu katkı maddelerini içeren besinlerin etiketleri üzerinde E ile başlayan kod numarası bulunur. “E”nin anlamı bu maddenin Avrupa Topluluğu tarafından onaylandığını gösterir. Koruyucular, antioksidanlar ve asit düzenleyiciler E200 - 321 arasında, besin boyaları E100 - 180 arasında ve kalınlaştırıcılar E322 - 495 arasında kod numarası alırlar. Bu maddeler aleyhinde sık sık kampanyalar açılsa da günümüz tüketici toplumlarında bu maddeler olmadan sağlıklı besin saklamak çok zordur. Genel olarak bu katkı maddelerine karşı sağlıklı insanlarda olumsuz tepkiler çok az olup yaklaşık bin insandan birinde veya daha az sıklıkta görülür.



Bunlar arasında önemli bir yeri olan sülfitler çok sayıda içecek (turşu, patates cipsi gibi), içecek (şarap gibi) ve ilaçta bulunur. Astımlı hastaların yaklaşık olarak yüzde beşinde sülfitlerin yenilmesi sonucu ciddi nefes darlığı oluşmaktadır. Bir diğer önemli katkı maddesi olan monosodyum glutamat yenilmesine bağlı olarak ortaya çıkan “Çin lokantası sendromu” adı verilen hastalıkta genellikle Çin ve Japon yemeklerinin yenilmesinden 15 - 20 dakika sonra baş ağrısı, ensede yanma hissi, bulantı ve kusma görülür. Monosodyum glutamat ayrıca bazı hazır çorbalarda, hazır et ve tavuklarda da bulunmaktadır. Diğer katkı maddeleri özellikle ürtikeri olan kişilerde hastalık belirtilerinin artmasına neden olabilmektedir. Allerjisi olan hastaların, özellikle ürtiker ve atopik dermatitli hastaların, mümkün olduğu kadar taze ve katkı maddesi içermeyen yiyecekler tüketmeleri gereklidir. En sa gösterilmiştir.



İnsanlarda Sık Tepki Yaratan Besin Katkı Maddeleri



- Besin boyaları
Tartrazin (sarı boya)
Günbatımı sarısı
Amarant
Parlak mavi
Eritrozin
- Parabenler/Benzoatlar
- Parahidroksi benzoik asit
- Sodyum benzoat
- Nitratlar
- Nitritler
- Monosodyum glutamat


-Sülfitler.



Bu yaş grubunda beslenmedeki hatalara bağlı olarak demir eksikliği anemisi, şişmanlık ve diş çürükleri, gibi sorunlar ortaya çıkabilir.






Dyt. Rabia KEPEKÇİ

Kaynak; tibbiyelilercemiyeti.com
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Sal Şub 14, 2006 9:50 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Konu üzerine arastirmalar yaparken dikkatimi cekti...

Türkiye´de yerlestirilmeye calisilan bir yabanci kültür var...

Intenette sofra düzenine bir bakin.



Bundaki mantik nedir? Genelde bu sekil dayatmalara rast geldim...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Çar Şub 15, 2006 2:59 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Osmanlıda Mutfak Ve Yemek Kültürü


Bir zamanlar, Asya'dan Anadolu'ya doğru akan Türk boyları, eski uygarlıkların mayaladığı bu topraklara Uzak Doğu'da oluşan o zengin kültürü büyük bir ustalıkla ve yol boyu, geçtikleri her ülkeden aldıkları malzemeyle zenginleştirerek taşımışlardı. Bu hareket sırasında elbette mutfak kültürüne de gereken yeri vereceklerdi.

"Açları doyurun, çıplakları giydirin, yıkılanları yapın, az halkı çok edin" gibi kutsal öğütlerle yola çıkan göç kafilelerinin yeni vatandaki görevleri kendilerine böylece bildirilmişti.

İşte, yıllar sonra Anadolu ve Rumeli'nde gelişen Osmanlı kültürü ve de bu kültürün önemli bir bölümünü oluşturan mutfak ve yemek töreleri Asya Türklerinin tarihsel birikimiyle birlikte oluştu, gelişti ve ünlendi.

Bu hareketli kültür birikimini yeni vatanda geliştirecek, destekleyecek ve üretkenliğini arttıracak bir çok eleman vardı. Yeni toprak, her şeyden önce üç ayrı denizle çevrilmişti: Karadeniz, Akdeniz, Ege Denizi. Bu üç deniz bütün mal varlıklarını Anadolu göçmenlerinin emrine sunmuştu ve bu üç denize bağlı iki boğaz (Çanakkale ve İstanbul Boğazları) ve de onları birbirine bağlayan Marmara Denizi, bir yandan kendine özgü bereketi ile bir yandan da Anadolu'da, dört mevsimi birarada yaşamanın özellikleri ile, Batı'da bahar keyfi sürerken, Güney'de yaz, Karadeniz'de ılıman bir sonbaharı yaşama imkanını kullanarak, ülkenin bütününü, her mevsim taze sebzeler ve değişik meyvelerle donatıyordu. Bizler de, bugün bile aynı keyfi yaşamıyor muyuz?

İşte bu nedenlerle Osmanlı mutfağının ve yemek kültürünün özelliklerini, tarihsel kültürel birikiminin verdiği çeşitlilik ve coğrafyanın ve iklimlerin verdiği zenginlik ve de denizlerin, göllerin getirdiği bereketle birlikte incelemek ve düşünmek gerekir.

Yaşadığımız günler, yaşadığımız koşulların büyük değişimleri nedeniyle bu kültür elbette durmadan yenileniyor. "Kalıcı olma" şansı her gün biraz daha azalıyor. Bugün tüm dünyada insanlar evlerinde ve aile sofralarında birlikte yemek keyfini çok az bulabiliyorlar. Gelişen iş töreleri, sıcak yemek alışkanlıklarını, ayakta yenen "tost, sandviç" gibi kuru yemeklere dönüştürülüyor, davet yemekleri daha çok lokantalarda veriliyor. Çağdaş tıp, eskilerin en çok sevdiği yağlı yemeklere, hamur işlerine, hamur tatlılarına iyi gözle bakmıyor, Ve böylece... Yeni dünyanın yemek sistemi kendi kurallarına göre, eski sistemden ayrılıyor.

Peki eskiler sağlık konularına hiç mi önem vermemişler. Eski sisteme de dikkatle bakıldığı ve araştırmalar yapıldığı zaman onların da, özellikle sağlık açısından bir çok tedbirleri olduğunu, o günlerin koşullarına göre bazı kurallar ve kararlarla bu konuyu yürüttüklerini görüyoruz.

Madem ki bizim konumuz Osmanlı mutfağı... Bu konularda, ne demiş Osmanlı'nın akıllısı biliyor musunuz? Ne demiş? Yemekten, içmekten, tatlıdan, tuzludan söz açıldığında... o bolluk ve bereket sofralarında... Haber vermiş ki:

"Az yiyen melek olur
Çok yiyen helak olur"

Aman dostlar dikkat. Aman!

O zamanlar, buna benzer vurgulu sözleri usta hat sanatçıları o sanat eseri olan süslü yazılarıyla yazan, zarif levhalar yaparmış. Akıllı ev sahipleri de bu levhaların bir iki tanesini yemek odalarının duvarlarına asarmış:

"Az yiyen her gün yer
Çok yiyen bir gün yer" gibi.

"Ağız yer, yüz utanır" gibi.

Hadi gelin dostlar, bakalım kendisine bu sözler gibi kuralları düstur edinmiş Osmanlı da aile sofrası nasıl imiş:

Osmanlı ailesi günde iki kez yemek yiyor. Kuşluk yemeği - Akşam yemeği. Sofranın merkezi babadır. Büyük anne ve büyük baba (varsa) babanın iki yanına oturur. Bu gün de hala baba ve anne veya evin büyükleri sofrada saygı görür, büyükler başlamadan yemeğe el uzatılmaz. Osmanlı sofrasının düzeninde Anne, çocukların arasındadır. Onlara yardım eder. Sofra örtüsü yere yayılır, üstüne genelde altı ayaklı bir tahta konur. Onun üstüne de büyük yemek sinisi.

İslam peygamberinin aile sofrası için önemli bir buyruğu vardır:

"Yemeklerinizi ailenizle birlikte yiyin. Çünkü, o yemeğin bereketi vardır" diye buyrulmuştur.

Aileler bu buyruğa genelde önem verir ve uygularlar.

Sininin çevresine minderler dizilir, sofraya oturanlar sağ kolları sofaya dönük olarak minderlere, hafif bir çaprazla oturur. Sürahi yerde, sofra örtüsünün üstündedir.

İlk yemek genelde çorbadır ve büyücek bir bakır k'se içinde sofraya gelir.

Babanın seslice bir besmelesi ile yemek başlar. Bu sofralarda, yemek sırasında pek konuşulmaz. Yüksek sesle gülünmez, yemeği beğenmeyen, sevmeyen biri varsa, bunu açıklamaz. Kesinlikle ağız şapırdatılmaz ,ekmek ısırılarak değil koparılarak yenir.

Asık suratlılara ,durumu usulca bildirilir, sofrada surat asmanın doğru olmayacağı farkettirilir. Sofrada su içmek isteyen olursa, gençlerden biri bardağına suyu koyar. Ve o, suyunu bitirinceye kadar, sofradakiler bekler, su içenin yemek hakkı böylece korunur.

Çorbadan sonra et yemeklerinden biri, yanında pilav, ardından ya bir soğuk yemek ya bir börek, sonra da tatlı türlerinden yada meyvelerden bir tabak, tepsiye gelir.

Yemek sonunda baba şükür duasını ettikten sonra herkes tuzluktan bir tutam tuz alarak ağzına atar ve yemeği pişirene "Anne elinize sağlık" gibi, "Çok güzel olmuş" gibi bir teşekkür deyimi söyler. Sonra, evin yetişmiş genç kızı büyüklere kahve yapmak üzere mutfağa geçer. Büyük anneler, babalar oturuyorken, sofradan kalkanlar, sırasına göre, sinideki sofra eşyasını toplar ve mutfağa götürürler. Yerde ekmek kırıntısı asla bırakılmaz.

Genellikle yakın akrabalara, arkadaşlara, komşulara verilen davetlerde yemek töresi bazı küçük değişikliklerle gerçekleşir. Ailenin ve davet edenlerin yakınlığına göre ve kişilerin seçimine göre bu davetler ya kadınlar için ayrı, erkekler için ayrı sofralarda verilir; ya da sofralar aynı odalarda kurulabilir. Bir üçüncü ihtimal, kadın sofralarının gündüz evde, erkek yokken yapılmasıdır. Erkek sofraları gece işten sonra verilir.

Yemeğe davet eden, "filan akşam yemeği bizde yiyelim, Allah ne verdiyse" gibi alışılmış sözle işi bağlar.

Konuklar yemeğe gelirken "teşekkür b'bında" konuk evine yada evin çocuklarına uygun bir armağanla gelirler. Yalnız erkeklerin olduğu davetlerde bu armağan töresi pek yoktur. Konuk hanım, paketi ev sahibi arkadaşına "Size layık değil ama" gibi bir küçültme ifadesiyle uzatır. Ev sahibi hanım da, "Ne zahmet ettiniz aşk olsun" diye karşılar, teşekkür eder.

Çok eskilerden başlayarak, bu sofralarda konuklara önce bir kaşık bal sunulurdu. Ya da reçel. Bu ikram, "Tatlı tatlı konuşalım, tatlı tatlı yiyelim" deyiminin balla ifadesi olarak kabul edilirdi.

Bir de aileye, adı "Tanrı misafiri" olan ve yemek vakti habersiz gelenler olurdu. Onlara ilk sorulan soru "Yemek yediniz mi" ya da "Aç mısınız" dı. Eve sahibi tel'şlanmaz, zora girse bile öfkesini (varsa), asla belli etmez, "Misafir umduğunu değil, bulduğunu yer" diye, konuğunu sofraya oturturdu. Arada, gelen konuk yeterince doymadı endişesiyle, salata gibi, peynir gibi yan yemeklerden birini uzatır, konuk, "istemem, doydum" gibi bir nedenle kabul etmeyince:

"Misafir ev sahibinin kuzusudur, üzme beni al" gibi bir ısrarla salatayı yada peyniri ya da onlar gibi bir yiyeceği konuğunun önüne sürerdi.

Haberli ya da habersiz, misafir sofrasındakilerden biri su ister ve içerse suyu verene "Su gibi aziz ol" diye teşekkür eder ya da kendinden genç biri su vermişse "Berhüdar ol, oğlum" ya da "kızım" der, gülümserdi.

Sofraya, ailenin parasal durumuna, yaşadığı şehre ya da yöreye göre kış günleri çorbayla başlayan yemek, et türlerinden biriyle devam eder, ardından pilav gelir, soğuk yemekler ya da börekler, tatlılar birbirini kovalar, herşey bitince konukların en yaşlısı teşekkür eder, küçük bir dua okur, sonra da burada okuyacağınız şiirsel bir ikramla yemek olayını kapatırdı.

Yağsın sofranıza nur
Kaza- bela', bu evden geri dur
Evin sahipleri olsunlar ma'mur.

Bu sofralarda sıkça tekrarlanan teşekküre ait deyimler:

Konuk, evin bereketidir. Var olun, sağ olun.
Misafirin baş üstünde yeri var.
Türke selam ver, sen yiyeceğini düşünme.
Peynir ekmek, hazır yemek... Ve en güzeli de: "Yiyeceğini değil, yedireceğini düşün" anımsatmasıdır.

Hangi yemekten sonra olursa olsun, kahve vazgeçilmez bir son noktadır. Günlük hayatta da önemlidir. Türk kahvesinin özellikle o dönemde kendine has nükteleri, deyimleri, töresi vardı. Kahve tiryakisi, kahve ocağı, kahve falı, kahve fincanı ve.. "Bir fincan kahvenin kırk yıla varan hatırı"..

Kahve çeşitleri de vardı:
Sade kahve, şekerli kahve, orta şekerli (Bir adı da adeta) az şekerli kahve..

Bir de zamana göre içilen kahveler vardı.
Sabah kahvesi (İki türlü olur). Biri yataktan kalkar kalkmaz içilir. Öbürü kuşluktan az önce. Bu kahveler bazen "sütlü kahve" de olur. Yorgunluk kahvesi, fal kahvesi, dedikodu kahvesi, mola kahvesi, yemek sonu kahvesi gibi..

Türk töresinde yemeğe konuk çağırmak genellikle: "Hiç değilse bir acı kahvemizi içmek için buyrun" diye yapılırdı. Bir de ne zaman tiryakilerle, kahve bir araya gelir, tiryakiler:

"Kahve tütün
Keyifler bütün".. diye hoşluklarını ifade ederlerdi.

Bu arada yemek arkasından kahve yerine çay içenleri de unutmayalım.

Çayı icat etti bir Pir
Sabahları iki, akşamları bir.. diye tanıtırlardı çay lezzetini.

MÜZİK,
Olmaz ilaç siney-i sad pareme
Çare bulunma bilirim yareme
Baksa tabiban-ı cihan çareme
Çare bulunmaz bilirim yareme
Kastediyor tir-i müjgan canıma
Gözleri en son girecek kanıma
Şerhedemem halimi cananıma
Çare bulunmaz bilirim yareme


Sözleri Namık Kemla'e, bestesi Hacı Arif Bey'e ait bu Segah şarkıyı dinliyoruz.

Ya sofralarımızın baş köşe nimeti ekmek, acaba o zamanlarda da şimdiki slatanatını koruyor muydu?

Osmanlı'da ekmek, önceleri ev fırınlarında, komşu hanımların birbirine yardımıyla, belli günlerde, daima kadınlar tarafından yapılan ve pişirilen bir nimetti.

Sanıyorum ki, Türk mutfağında ekmeksiz bir sofra hiç düşünülememiştir.

Ekmek, buğdaydan, çavdar unundan, mısırdan, kepekten yapılır; somun, pide, şepit, bazlama, yufka ekmeği gibi çeşitleri vardır. Karadeniz'in mısır pastası denilen mısır unu ekmeği ve İstanbul'un francalası incelmiş ekmek türlerinden sayılırdı. Zaman elbette ekmeklerimizle de oynamakta ve kendine uygun değişiklikleri yapmakta. Pide ekmeğini, söz gelimi, insanlar artık yalnız ramazan ayında görüyorlar. Diğer zamanlarda yapılanların da zaten tadı tuzu olmuyor.

Osmanlı, Batı yaşamından etkilenmeye başladıktan sonra ekmek üretiminden de değişim başlamış ve ev fırınlarındaki ekmek üretimine karşılık çarşı ekmeği gündeme gelmişti. Çarşı ekmeğini ev kadınları önceleri sevmediler. Hatta ayıpladılar. Ev dedikodularına, "onlar çarşı ekmeği yer" lafı bazen ayıplama olarak, bazen de alay etmek için kullanılan bir deyim olmuştu..

Ekmeğini evinde yapan veya yaptıran hanımlar sıkıntılarını şu deyişlerle ifade ederlermiş:

Samanlıkta saray oldu
Kadınlara kolay oldu.

veya:

Ekmek çarşıya düştü
Elâlem aç kaldı, küstü.

Ama aslında ekmek ne küstü, ne darıldı. Ekmek her haliyle vazgeçilmez bir yiyeceğimiz olduğu için ilk günden bugüne bütün zarafeti ve tadıyla sofralarımızın baş tacıdır. Öyle değil mi efendim?

Öyle ise dilinmiş ekmeklerimizi soframıza koyar, sıcacık ve mis gibi kokularıyla bizi mest ederken, biz de Osmanlı yemeklerinin sohbetine başlarız.

Fatih Sultan Mehmet'in babası 2. Sultan Murat zamanına kadar gerek halk sofralarında, gerek saray sofralarında yemek düzeni çok sade, çeşitler de çok azdı. Osmanlı mutfağının gelişip oluşması ancak 2. Murat döneminden sonra başlıyor.

Osmanlı yemekleri, biliyorsunuz, her zaman sofraların baştacı olan çorbalarla başlıyor. Sağlıklı yemeklerin birincisi kabul edilen çorbalar et suyu, tavuk suyu, yoğurt; balık çorbaları da balık suyu ile zenginleştiriliyor ve pirinç, bulgur, tarhana unu, kuru ve taze sebzeler ve sebze kökleriyle kaynatılarak yapılıyor. Ve adeta, mideleri kendinden sonra gelecek yiyeceklere hazırlamak ve hazmettirmek için görevlenmiş sayılıyor.

Düğün çorbası, yoğurt çorbası, tarhana çorbası, yayla çorbası ön sıralarda tutuluyor her zaman ve özellikle kuşluk yemeklerinin en hoşa giden çorbaları sayılıyor.

Çorbanın önemi Osmanlı'da o kadar belli ki evlenme yaşındaki kızların anneleri ve büyük annelerin en büyük korkusu, kızının "adam gibi çorba pişirmeyi bile bilmiyor" diye evde kalmasıydı. Ve bu konuda annesi gibi düşünmeyen kızlara verilen nasihat:

"Akılsız başa söz neylesin
Tatsız çorbaya tuz neylesin
Ya baba evinde kalan kız neylesin" idi.

ET YEMEKLERİ
Koyun, kuzu, dana gibi kırmızı etler, balık, tavuk gibi beyaz etler, kümes hayvanları ve av etleri et yemeklerinin temel taşlarıdır. Salça, soğan, saramsak gibi yan malzemeyle tatlandırılan et yemeklerinin bir kısmı uzun sürede ve ağır ateşte pişer. Kebaplar, köfteler, fırında, mangalda, ızgarada pişirilir.Genelde, yörelere göre değişen ezmeler, taratorlar, turşular, yeşil salatalar ya da yoğurtla birlikte yenir. Patlıcan salatası, patates kızartması, şiş kebap ve döner kebabı mutlaka domates, biber ile birlikte sofraya gelir.

Genelde tandırda, güveçte, fırında, testide, kuyuda (özel yapılır) şişte pişirilen et yemeklerinin yanında ya da ardından pilavlardan bir pilav da bulunmalıdır.


PİLAVLARA GELİNCE
Et yemeklerinin çoğuna, kuru fasulye gibi kurutulmuş sebzelerin hemen hepsine eşlik eden pilav türleri yalnız pirinç değil, bulgurla ve kuskuslu da yapılır. Sade pilav, domatesli pilav, bademli, fıstıklı, üzümlü, bezelyeli, patlıcanlı, tavuklu türleri vardır.

Bu çeşitli yemekler Osmanlı mutfağında, özellikle saray mutfaklarında doğmuştur. Pirinç pilavları değişik pirinç türlerine göre yapılır. Düğünlerde zerdeyle birlikte ikram edilir.

Yalnız Osmanlının değil, Türklerin tümünün vazgeçilmez yemeklerinin başında gelir pilav.

Meraklı Osmanlı hanımları 27 çeşit pirinç pilavı yapıyorlardı mutfaklarında. Aside, beyinli, bezelyeli, domatesli, düğün pilavı, l'pa, patlıcanlı pilav, sade, salma, şehriyeli, tavuklu ve daha da neler..

SEBZELER
Osmanlı sofraları etli ya da zeytinyağlı sebze yemeklerinde inanılmaz bir zenginlik taşır.

Başta fasulye türleri gelir, ardından 40 türlü yemeğiyle patlıcan. Arkası saymakla bitmez. Domates, biber, lahana, patates, bakla, kabak, ebegümeci, enginar, havuç, ıspanak, karnabahar, kereviz, kuşkonmaz, semizotu, mûlukiye, yer elması, pırasa. Başka, unuttuklarım da olabilir.

VE DE OSMANLI TATLILARI...
Üç türlü tatlısı var bu Osmanlının. Yani ağzının tadını bilenlerin. Hamur tatlıları, süt tatlıları, meyve tatlıları. Bir de, az önce adını ettiğimiz baklavalar.

Baklavaların temel maddesi unla açılan ince yufkalar, yağ şeker ve bal. Bir de fındık, fıstık, cevizden biri ve kaymak. Baklava türlerinin hepsi fırında pişer. Karadenizli kadın, bayramlarda şeker yerine konuklarına baklava ikram ediyor ve konuğuna baklava tabağını uzatırken de usulca:

"Buyur, 60 yaprak yufkayla yaptım" diye gülümsüyor. 60 ince yufkayı düşünün. Bu sayı bazen 70, bazen 80'e doğru da gidiyor.

Süt tatlılarıysa, muhallebi, sütlaç, kazandibi, tavukgöğsü, keşkül ve güllaçtır.

Amaa.. Osmanlı sofralarının en yaygın tatlısı aşuredir. Aşure, bir tören tatlısıdır. Genellikle muharrem ayının onu ile yirmisi arasında yapılır. Bu tarihin Kerbela Vak'ası günleri ile ilişkisi olduğu söylenir.

Söylencelere göre Nuh Tufanı'nın bitiminde, gemideki yolculara, kilerdi kalan son yiyecekler bir araya getirilerek yapılan ve kurtuluşun kutlandığı son yemekte yenilen aşure kırk türlü malzemeyi içerir. Eski günlerin evlerinde bu kırk türlü malzeme okumalarla konurmuş kazanlara, tencerelere. İlahiler okunarak karıştırılırmış uzun süre.

Ve sonra, hemen her Osmanlı evinde bulunması âdet olan büyük aşure sürahileriyle komşulara dağıtılırmış, aşurenin bir kısmı.

Osmanlı İmparatorluğuna ilk İngiliz büyük elçisi olarak gelen Sir Edward Burton'un İstanbul'da şerefine verilen ilk ziyafetin raporunda Kraliçeye yazdıkları içinde şunlar da var:

-Yaklaşık yüz türlü yemek saymış.
-Gül şerbetinin nefis lezzetini unutamıyormuş.
-Yemek bitince ellerini buhur suyu denilen, içinde öd ağacı, misk, sandalağacı ve çiçek suyu bulunan çok güzel kokulu bir suyla yıkamışlar.

Bir de: Her padişah, her ramazanda her on yeniçeriye bir büyük tepsi olmak üzere baklava yaptırıyor. Her tepsiyi iki yeniçeri saraydan alarak yeniçeri ocağına getiriyor. Ertesi gün bu gümüş tepsiler ve üstüne örtülen futalar saraya gönderiliyor.

Yeniçeriler, yönetimden memnunsalar tepsilerdeki baklavaları kabul ediyorlar ve bitiriyorlar. Ama memnun değilseler, baklavalar olduğu gibi geri gönderiliyor. İşte böyle efendim.

Geleneksel Türk mutfağında yapılan yemek çeşitlerini, ilk kez 1844 yılında Melceü't-tabbahin adıyla basılan yemek kitabında bir arada görüyoruz. Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane hocalarından Mehmet Kamil bu yemek kitabını hazırlamıştır. Kitapta, I. Çorbalar,2. Kebaplar, 3. Yahniler, 4. Tavalar, 5. Börekler, 6. Hamur işi tatlılar, 7. Sütlü tatlılar, 8. Bastılar, 9. Zeytinyağlı ve sağyağlı dolmalar, 10. Pilavlar, II. Hoşaflar, 12. Kahveden önce yenecek tatlılar ve içecekler. Ayrıca sayfa kenarlarında salata, tarator ve turşu tarifleri yer alıyor.

Bu tatlı muhabbet, sürüp gideceğe benzer. Öğle saatlerine yakın şu zamanlarda, bu sözlerle midelerindeki kazıntıyı artıdığımız için dinleyicilerimizin affına sığınıyoruz.


Kaynak; kadinveaile.com
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
hilalugruna1
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Apr 18, 2008
İletiler: 178
Şehir: ERGENEKON

İletiTarih: Çar Ağu 20, 2008 12:30 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

TÜRK YEMEK KÜLTÜRÜ

Türk mutfağı;Türklerin uzun yıllar, baharat yolunu denetim altında tutmasından dolayı Dünya’nın en gelişmiş mutfağıdır.Baharatlar, etin ömrünü uzun kıldığı gibi terbiyelenmesi için de gereklilik arz eder.Tarım için uygun ve verimli arazilere sahip olmuş Türklerde rençberlik ve hayvancılıktan dolayı; hem sebze hem de et yemek çeşitliliği vardır.

Avcılık, Tarımsal Yapı ve Göç Kültürünün Etkisi

Türk kavimlerinde çoğunluğun gıdasında bitkiler önemli değildi. Eski Türklerin temel gıdası koyun eti ve süt ürünleri olmuştur. Bunlar arasında özellikle kımız (fermente ettirilmiş kısrak sütü), % 2-6 oranında alkolü ile fazla besleyici olmamakla birlikte, ferahlatıcı ve açlığı giderici bir özelliği sahiptir.Kımız, (litre başına 450 kalori) oldukça yüksek bir kalori sağlar.
Belirli zamanlara özgü yemekler imece adı verilen yardımlaşmalarla hazırlanır.
Doğum yapan kadına ziyarete gelen akraba, komşu ve tanıdıklar çeşitli hediyelerin yanında süt, yoğurt, yumurta, çorba gibi yemek ve yiyecekler de getirirler. Loğusa evinde konuklara loğusa şerbeti, süt, tatlı, bisküvi gibi ikramlarda bulunulur. Loğusa kadına sütünün artacağı inancıyla süt ve sütlü yiyecekler, soğan, bulgur, mercimek, şerbet, tatlı vb yedirilir; nohut, fasulye ve bazı meyveler sakıncalı kabul edilerek yedirilemez, soğuk su içirilemez.

Düğün yemeklerinde et yemeğinin yanında pilav, mevsime bağlı olarak bir sebze yemeği, kuru fasulye veya nohut, hoşaf bulunur. Çorba olarak şehriye ve yoğurt çorbalarının yer aldığı düğün sofralarında; keşkek, pilav ve et yemeği hemen her bölgede yaygındır. Düğün sofralarında tatlı olarak helva, zerde, sütlaç veya baklava bulunur.

Cenaze yemeklerinde pilav ve sebze yemeklerinin yanında yemek çeşitleri de bulunur. Bazı yörelerde mezarın hazırlanmasını sağlayan kişilere verilen yemeğe "kazma takırtısı" denir. Cenaze evine yörelere göre değişiklik göstermekle beraber, 3 veya 7 günle değişen sürelerle komşu ve tanıdıklar yemek getirir, ölü evinde yemek pişmez. Ölünün evden çıktığı gün un helvasının yapılması dağıtılması; 3., 7., 40. ve 52. günlerde mevlit okutularak yemek veya yiyecek ikramında bulunulması geleneği devam etmektedir.
Geleneksel mutfak kültürümüzün önde gelen araçlarından birisi olan sofra bezleri(dest-i hunlar) odanın ortasına serilir üzerine bir sini ve sininin içerisinde yemek takımları ve malzemeleri konulur ve sofra bezinin etrafında küçük yer minderleri bulunurdu.Bazen de sofra bezi üzerine 20-30 cm yükseklikte özel yapılmış küçük bir tahta masa konulur ve bunun üzerine sini konularak sofra oluşturulurdu.Sofra bezleri yerini naylondan yapılmış sofra bezlerine bırakmıştır.
Kiler, evin 7-8 aylık zahiresini barındıran bir bölümüdür.

Başta pilavlık ve köftelik bulgurlar, çorbalık keşkeklik döğmeler (kendüme), mercimek, fasulye ve nohutlar, ağızları beyaz ve nakışlı örtülerle kapalı, kırmızı topraktan yapılmış yerli büyük küpler veya peteklerde; sıra sıra dizili sırlı yeşil çinilerde ise unlar, pekmezler, ballar, peynirler, salçalar, turşular; küplerlerde yağlar, kavurmalar, kıymalar, tarhanalar; muhaşır, erişte gibi şeyler ise büyük kamış sepetler;salamura ve sirkeler için fıçılar; soğan, sarımsak, sebze ve meyve kuruları için sırık askılar, mayiler için şişeler, meyve saklamak için kumluk yine kilerde tavana asılı ekmek salıncağı üzerinde tandır ekmekleri bulunurdu
ÖZBEK PILAVI



Malzemeler:

* Yarım su bardağından biraz fazla sıvıyağ (ben çiçek yağı ile denedim)
* 1 soğan, yemeklik doğranmış
* 300gr kırmızı veya beyaz et, küp küp doğranmış
* 2 tane havuç, küp doğranmış
* 2 su bardağı pirinç, ıslatılmış
* tuz
* karabiber
* pulbiber

Özbek baharatlarından(Türkçe isimlerini bulamadım):

* barbaris 1 tatlı kaşığı
* zira 1 tatlı kaşığı

Yapılışı:

Özbek pilavının yapımı 3 aşamadan oluşur: 1) Yağın ısıtılması 2) zirvağın hazırlanması, 3) pirincin atılması ve pilavın pişirilmesi

1) Yağın ısıtılması , pilav pişireceğiniz tencereyi iyice ısıtın ve yağı ekleyin. Kısık ateşte yağdan hafif duman veya çatlama sesleri çıkana kadar ısıtın. Genelde malezemeye göre kazan dibinden 1 veya 3cm yüksekliğinde yağ eklenir. Yağ olarak sebze yağları ile katı hayvan yağları (tereyağ dışında) karıştırılarak kullanılabilir. Tereyağ ile eritilmiş tereyağ 1.işlemden geçmiyor.

2) Zirvağın hazırlanması, ısıtılmış yağa önce et, soğan ve havuç atılır. (Havuç her zaman pirincin yarısı kadar (ağırlık açısından) veya et kadar olmalı.) Önce harlı sonra orta ateşte malzemeler yarım saat kadar piştikten sonra da baharatlar konur ve en son tuz atılır. Çeyrek veya yarım bardak su konur.

3) Pirincin atılması, tencerenin altı iyice kısılır ve zirvak düzlendikten sonra pirinç atılır. Pirinç zirvakla kesinlikle karıştırılmamalı. Pirinç düzlendikten sonra üstüne tabak veya tencere kapağı kapatılır ve et suyu veya su düzlenmiş pirinç bozulmayacak şekilde dökülür. Su pirincin üzerini 1-1.5cm kadar kapatmalı. Pirinç sertse daha fazla su konulabilir.

Suyu çekilene kadar orta ateşte kapağı açık olarak pişirilir. Su buharlaştıktan sonra buhar çıkmayacak şekilde bir tabakla veya kapakla kapatılır ve kısık ateşte pirinçler tane tane olana kadar veya pirincin üzerine tahta kaşıkla vurulduğu zaman tok ses çıkana kadar pişirilir.

Piştikten sonra ateş kapatılır ve pilav bir kaç yerinden tahta kaşıkla delinir ve 15-20dk kadar ağzı kapalı olarak dinlendirilir. Zirvakla karıştırarak veya olduğu gibi (önce pirinç, havuç, soğan ve en üstte et olacak şekilde) büyük bir tabağa kazan çevrilerek boşaltılır ve sıcak olarak masaya konur.

AFIYET OLSUN:
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1