Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - BİR YÖK REZALETİ- YARDIMCI DOÇENTLERİN DURUMU
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:10 am    ileti konusu: BİR YÖK REZALETİ- YARDIMCI DOÇENTLERİN DURUMU Alıntıyla Cevap Gönder

Üniversiteler,bir ülkenin kalkınması için en gerekli kurumlardır.
Kaliteden uzak,soysuzlaştırılmış,ünvanların belli kriterlere
göre dağıtıldığı,halka kapalı,yeterli personeli olmayan,geçim sıkıntısıyla araştırmayı bırakıp işin tüccarlığına soyunmuş elemanlardan oluşmuş bir üniversite anlayışı;bırakın kalkınma için lokomotif görevini yapmayı;olsa olsa ülkeye el freni olur.Ne yazık ki üniversitelerimizin hali budur.
Bunun baş sorumlusu da YÖK dediğimiz ne iş yaptığı belirsiz,ülkeye ihanetten başka bir halt etmeyen bu kurumdur.Bu gün bu kurumun mağdur ettiği yardımcı doçentleri anlatacağım size.Yazının uzamaması bakımımdan konuyu ana hattıyla anlatacağım.Bununla ilgili döküman ve yazıları alt başlıklarda ek olarak vereceğim.Okuduğunuzda,gördüklerinize inanamıyacak;anadolu çocuklarının önünün nasıl kesildiğini görecek,bilimin nasıl tekel altına alındığını farkedeceksiniz.Böyle bir üniversite anlayışıyla da bu ülkede ne mühendis,ne doktor,ne öğretmen,ne hukukçu ne de başka bir şey yetişir.
Doktorasını yapmış,sınav kazanmış ,yardımcı doçentliğe atanmış bir görevli;yüzlerce araştırma yapmış,derslere girmiş,bir profesörden fazla iç ve dış makale yayınlamış,doçentliğe atanması için gerekli puanın üç katını almış,tüm bilimsel şartları yerine getirmiş.Önüne bir yabancı dil sınavı konuluyor ve 65 puan alma şartı getiriliyor.Bu sınavlarda başarı oranı,nasıl bir sınav yapılıyorsa %1 bile değil.Alt başlıkta sonuçları göreceksiniz.Adamın önü tıkanıyor.Belirli bir sürede bu sınavı veremezse kapının önüne konuluyor.Çünkü sözleşmeli personel.Bu insanların yetiştirdiği öğrenciler,devlet kurumlarında birinci dereceye yükselirken,doçentliğe yükselemiyen bir yardımcı doçent 3. dereceden emekli ediliyor.Böyle bir adaletsizlik,böyle bir rezalet dünyanın hangi ülkesinde var?Ben itü'yü bitirdim.Yabancı dilim yok denecek kadar az.Çünkü türkçe eğitim gördüm.Ama ülkemin sayısız büyük projelerinde görev aldım.Dil ne demek?Verilen her görevin altından kalktım.Sayısız projede çalıştım.Bu insanların durumu da bu.Adam anadolunun bir ilinde.Nerede öğrenecek bu yabancı dili?Ankarada bir özel dershane var.Sınavı kazanma garantisi veriyor.Üç yıl dolu.Hadi imkan buldun para buldun,kayıt yaptıramıyorsun.Yahu biz bilim adamı mı yetiştireceğiz,filoloji mezunu mu?Bilimsel çalışmaya yatkın,buluşları araştırmaları olan bir yardımcı doçent,yeteneği olmayabilir dil öğrenmeye;harcayalım mı bu adamı?Einstein japonca biliyormuydu ya da türkçe?Biz yabancı profesörlerden makale çevirip aşırıp yazacak doçent ,profesör mü yetiştireceğiz; yoksa araştırma yapan,bulduklarını makale kitap olarak yazacak,kalkınmaya yardımcı bilim adamı mı?Bu insanlar;yabancı kolej mezunu değil,fethullahçıların yabancı dilde eğitim yapan özel okullarından mezun değil.Bunlar benim gibi anadolunun mütevazi liselerini bitirmiş sıfırdan adam olmuş insanlar.Bunların önünü dil sınavı ile kesmek edepsizlikten ve vatana ihanetten başka nedir?
Üniversiteli gençler.Bu ağabeylerinize sahip çıkın.Yarın sizler de üniversitede kalabilir;onların durumuna düşebilirsiniz.Arkadaşlar lütfen bu duruma el koyun.Bu insanların problemlerini hükümete taşıyın.Bu rezaleti yapan yök'ü protesto edin.Kafaları problem dolu bu insanlar bizim çocuklarımızı nasıl doğru dürüst yetiştirecek?Buradan yök'e ve hükümete sesleniyorum.Bu rezalete son verin.Bu insanların,yabancı dil yüzünden mağduriyetlerini önleyin.Bu durumda 13.000 kadar yardımcı doçent var.En büyük yatırım insana yapılan yatırımdır.Bunlar yetişmiş 13.000 kadar insan.Bir dil engeli ile bu insanları bitirmeyin.Devlet bu insanlara yetişmeleri için dünyalar harcadı.Tam verim alınacak zamanlarında bu insanların kafalarını koparmayın.Bu vatana ihanettir.Bu anadolu insanının önünü kesmektir.Bu adaletsizliğin, terbiyesizliğin en büyüğüdür.Lütfen arkadaşlar bu davaya sahip çıkın.İlgi ve alakanızı bekliyorum.Saygılarımla.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:12 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:
Yardımcı Doçentlerin Problemleri ve Bazı Öneriler 25.12.2004
Sitemizde bu hafta içerisinde "ÜDS'ye ve Kaygusuz Abdal'a Dair" başlıklı bir makale yayımlamıştık. Temel olarak yardımcı doçentleri ilgilendiren bu sorunu irdemelemeye bugün de devam ediyoruz. Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Yard. Doç. Dr. Kazım Yıldırım tarafından hazırlanan ve yardımcı doçentlerin özlük haklarına ilişkin sorunları ve bu sorunlara yönelik çözüm önerilerini içeren değerlendirmeleri görmek için başlığa tıklayın.

YARDIMCI DOÇENTLERİN PROBLEMLERİ VE BAZI ÖNERİLER [1]
Y.Doç. Dr. Kazım Yıldırım
Sakarya Üniversitesi
Abstract
The aim of this research is to discuss the position of assistant professors in Türkiye. The title of assistant professor which was given as a result of necessity in return to assistant professor in the U.S.A., has been hindered to reach the right position because of very difficult foreign language exams and subjevtive criteria. The members of educators who have this title have been done academical researches in their fields, grown up graduate and postgraduate students, directed thesis and projects besides several directory functions. Although all these kinds of functions, the educational members who have this title have had a lot difficulties in their working lives.
Key words: educational member, assistant professor, difficulty, working life.
Giriş
2547 Sayılı Kanun, yükseköğretim kurumlarında görev yapan öğretim elemanlarının tanımını 3. maddenin (1) bendinde yapmıştır. Maddenin ilgili bendi, Öğretim Elemanlarını: öğretim üyeleri, öğretim görevlileri, okutmanlar ve öğretim yardımcıları olarak dörde ayırmıştır. Kanuna göre Öğretim Üyeleri, “Yükseköğretim kurumlarında görevli profesör, doçent ve yardımcı doçentlerdir.” (2547;3. madde m fıkrası). Aynı Kanunun 22. maddesi, “Öğretim Üyelerinin Görevleri” başlığını taşımaktadır. Görevlerin tanımında ve görevlendirmede profesör, doçent ve yardımcı doçent ayrımı yapılmamıştır. Kanun, öğretim üyeleri (profesör, doçent, yardımcı doçent)’in, aynı görevleri yürütmelerini bir zorunluluk haline getirmiştir. (2547;22. madde). Kanunun “Çalışma esasları” başlığını taşıyan 36. maddesi, öğretim üyelerinin haftalık ders yüklerini “en az on saat” olarak belirlemiştir (2547;36. madde, d fıkrası). Bu maddede de ayrım yapılmamış, bütün öğretim üyelerine aynı çalışma süreleri yüklenmiştir.
2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu ise, öğretim elemanlarını “Öğretim Üyeleri”, “Öğretim Görevlileri ve okutmanlar” ile “Öğretim Yardımcıları” olarak sınıflandırmıştır (2914; 3. madde, ilgili fıkralar). 3. maddenin (A) bendi, “Öğretim üyeleri Sınıfı” başlığını taşımaktadır. Bu başlığın altındaki madde metni; “bu sınıf, profesörler, doçentler ve yardımcı doçentlerden oluşur” diyor (2914; 3.madde, A bendi). Özlük haklarını belirten bu maddede de öğretim üyeleri (profesör, doçent ve yardımcı doçent) arasında bir ayrım yapılmamıştır.
Durum bu noktada iken, yardımcı doçentler, kıdem olarak, çoğu birinci dereceye gelmiş olmalarına rağmen 3. dereceden yukarıya kadrosuzluk nedeniyle terfi edemiyorlar. Daha önceleri doçentlerin de 2. dereceden yukarıya terfileri engellenmişti. Zamanla onların durumları düzeltildi fakat yardımcı doçentlerin bu mağduriyetleri sürdürülüyor. Diğer önemli mağduriyetin konusu ise, atamalardaki süre sınırlandırılmasıdır. Başlangıçta rotasyon amacıyla çıkarılan ve öğretim üyelerinin tümü için değişik şekillerde öngörülen atamalardaki süre sınırlandırılması, sadece yardımcı doçentlerde bırakılarak diğer öğretim üyeleri için kaldırılmıştır. Böylece aynı sınıfı teşkil eden ve aynı işleri yapmakla görevli öğretim üyeleri arasında ayrım yapılmıştır. Bu ayrım giderek çalışma hayatında olumsuzluklara, tartışmalara, istismarlara ve sıkıntılara yol açmaktadır.
1. Doçentliğe Geçişteki Güçlüklerin Sebepleri
2547 Sayılı Kanunla ihtiyaç sonucu olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Yardımcı Profesörlük (Assisttant Professor) karşılığı ihdas edilen ve sonradan en çok mağdur edilen yardımcı doçentler, ağır yabancı dil sınavları ve jürilerin sübjektif kriterleri yüzünden hak ettikleri noktalara ulaşmaları engellenmiştir. Bu unvanı taşıyan öğretim üyeleri, üniversitelerin çeşitli idari kademelerinde çalışmanın yanında, her biri kendi sahasında akademik çalışmalar, lisans ve lisansüstü öğrencilerin yetiştirilmesini sağlamış, tez ve projeler yönetmişlerdir.
Türkiye, yeni üniversitelere ihtiyaç duyarken ve öğretim üyesi açığı gün geçtikçe ağırlaşırken Yükseköğretim Kurulu, yetişmiş insan gücünü sübjektif ölçüler ve şartları her geçen gün zorlaştırılan yabancı dil sınavlarıyla saf dışı bırakarak, öğretim üyeleri arasında gittikçe yılgınlık, karamsarlık ve kötümserliğe yol açmaktadır.
Aşağıdaki tablo, yardımcı doçentlikten doçentliğe geçişteki tıkanmanın boyutlarını ortaya koymaktadır.
Tablo.1. Yıllara Göre Yardımcı Doçentlikten Doçentliğe Müracaat Eden Öğretim Elemanları Sayısı
ALAN 11996 1997 1998 . . .
Aday Sayısı Jüri Sayısı Aday Sayısı Jüri Sayısı Aday Sayısı Jüri Sayısı .
Sağlık Bilimleri 1251 461 860 328 746 288
Sosyal Bilimler 579 255 486 223 461 219
Sanat 30 16 20 12 16 11
Fen Bilimleri 286 109 212 90 7172 72
Ziraat ve Orman 181 80 117 58 87 49
Teknik Bilimler 411 200 337 177 323 167
Teknik Eğitim 29 14 24 15 29 19
Toplam 2767 1135 2056 903 1834 825
Kaynak: Üniversitelerarası Kurul, Haziran 1999, Ankara, s. 3.
Tablo 1 incelenirse, öğretim üyesi ihtiyacı artarken her yıl yardımcı doçentlikten doçentliğe müracaat edenlerin sayısında önemli oranda düşüşler görülmektedir. 1996 yılında toplam olarak 2767 aday doçentlik için baş vururken bu sayı, 1997’de 2056’ya, 1998’de 1 834’e düşmüştür. Müracaat edenlerin arasında kaç kişinin doçent yapıldığı ise, kurulan jüri sayısından tahmin edilebilir. Açıkçası, insanların büyük emeklerle hazırladıkları çalışmaları, 5 veya 3 kişilik jürilerin anlayış ve inisiyatifine bırakılmış, sözlü sınavlarla da olay tamamen sübjektifleştirilmiştir. Mesela Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2004 verilerine göre, 2003-2004 öğretim yılındaki toplam 29075 öğretim üyesinin 10668’i profesör, 5121’i doçent ve 13266’sı yardımcı doçenttir. (Milli Eğitim Sayısal Veriler 2003-2004; Milli Eğitim Basımevi, Ankara. 2004).
Tablo.2. Son Beş Yılda Öğretim Üyelerinde Meydana Gelen Sayısal Gelişmeler
ÖĞRETİM YILLARI PROFESÖR % DOÇENT % YARDIMCI DOÇENT % ÖĞRETİM ÜYESİ TOPLAMI
1999-2000 7980 36 4948 22 9489 42 22417
2000-2001 8239 37 4774 22 9118 41 22131
2001-2002 8990 34 5552 21 11573 45 26115
2002-2003 9599 35 5701 21 12442 45 27742
2003-2004 10688 37 5121 18 13266 46 29075
Kaynak : Milli Eğitim Bakanlığı Sayısal Veriler kitapçığının 1999, 2000, 2001, 2002, 2004 sayılarından derlenmiştir. (Rakamlara Vakıf Üniversiteleri dahildir.)
Tablo ikide görüldüğü gibi, profesör ve yardımcı doçentlerdeki artışlar normal bir seyir takip ederken, doçentlik unvanında gittikçe bir daralma meydana gelmektedir. Aslında artış oranları küçük unvandan büyük olana doğru daralması lazım gelirken, bu sistemde aradaki unvanda daralma meydana gelmekle kalmamış, aradaki unvan, yani doçentlerde artış yerine eksilme meydana gelmiştir. Tablo ikinin ve grafiklerin verilerine bakılırsa durumun rakamları bunu açıkça göstermektedir. Rakamlarda görüldüğü gibi, profesörler öğretim üyelerinin toplamı içerisinde %34 -37 aralığında; yardımcı doçentler, 41-46 aralığında, doçentler ise, 18-22 aralığında yer almışlardır. Profesör ve yardımcı doçentlerin sayılarında (2000-2001 yılı hariç), her yıl belirli oranlarda düzenli bir artış görülürken, doçentlerin sayılarında ise düşüşler görülmektedir. Profesörler % 37’ye, yardımcı doçentler %46 kadar yükselirken, doçentler % 18’ye doğru iniş göstermişlerdir. Bu tablonun mevcut durumuna bakılırsa, ara unvan olan doçentlik unvanı değil, profesörlük unvanının daha istisnai bir duruma getirilmesi lazımdır.
Yazının muhteviyatında da anlaşıldığı gibi, yardımcı doçentlikten doçentliğe geçişte bir güçlük vardır. Meydana gelen bu güçlüğün açık ve net olarak üç sebebinden sözedilebilir.
a) Bir ara KPDS, şimdi ise ÜDS adıyla yapılan Yabancı Dil Sınavlarının zorluğu ve bu sınavı aşabilen insan sayısının azlığı,
b) Yükseköğretim Kurulunun bilgisayarla tespit ettiği doçentlik bilim jürilerinin, genel olarak, farklı kriterlere dayanarak sübjektif eğilimleri ağır basan değerlendirme yapmaları.
c) Doçentlik sözlü sınavlarının sübjektifliği.
2547 Sayılı Kanununun öğretim üyeliğine atanmayla ilgili maddeleri incelenirse, (23, 24, 25, 26., maddeler), yardımcı doçentlik ve profesörlük için atama hükümleri düzenlenirken, doçentlik için önce sınav (24. madde), sonra atama hükmü (25. madde) düzenlenmiştir. İşte işin sıkıntı meydana getiren tarafı da buradadır.
2. Yardımcı Doçentlerin Problemleri
2547 ve 2914 sayılı Kanunlara göre, profesör ve doçentlerle aynı grup ve aynı sınıf içerisinde yer alan yardımcı doçentler, Kanunun çıktığı günden itibaren ayırıma tabi tutularak haksızlığa uğratılmış ve mağdur edilmişlerdir. Ayırımın temel konularından birisi, özlük haklarıyla ilgili olanlarıdır.
Şu andaki Yükseköğretim Kurulu mevzuatına göre yardımcı doçentlerin, yukarıda atamayla ilgili belirtilen problemlerinin yanında; özlük haklarıyla ilgili problemleri de vardır. Özlük haklarıyla ilgili problemleri iki kategoride toplamak mümkündür: Birincisi atamalardaki süre sınırlandırılması, ikincisi ise, yardımcı doçent kadrolarının 3. dereceyle sınırlı bırakılmasıdır. Özlük haklarına getirilen bu iki sınırlama; Kanunun çıktığı günden itibaren yardımcı doçentleri, haksızlığa uğratmakla kalmamış, aynı zamanda mağduriyetlerine de yol açmıştır.
2.1. Süre Sınırlandırılması
Kanunlara göre (2547 ve 2914 3. maddeler), yardımcı doçentlerle aynı grup ve aynı sınıf içerisinde yer alan profesör ve doçentler, daimi statü ile üniversitelerin kadrolarına atanırlarken; 2547 sayılı Kanunun 23. maddesi a bendinin ikinci paragrafına göre, “yardımcı doçentler, her seferinde ikişer veya üçer yıllık süreler için en fazla on iki yıla kadar atanabilirler” hükmüyle, kadrolarına sınırlama getirilmiş ve diğer öğretim üyelerine göre ayırıma tabi tutulmuştur. Kanunun çıktığı ilk yıllarda (6.11.1981), atamalara getirilen süre sınırlandırmaları, yardımcı doçentlerle ilgili olanları hariç, diğer öğretim üyeleri (profesör ve doçent) için kaldırılmıştır. O tarihlerde, öğretim üyeleri için kanunla öngörülen süreli çalıştırma anlayışı, günlük basın tarafından da sıkça dile getirildiği gibi “rotasyon zorunluluğu” olarak değerlendirilmiş ve oldukça tartışmalara yol açmıştı. Mesela 2547 sayılı Kanunun 26. maddesi, profesörlük kadrosuna atanabilmek için, “bir başka üniversitede en az üç yıl hizmet etmiş” olma şartınının yanı sıra, “bir üniversitede açık bulunan profesörlüğe aynı üniversitede son üç yıl zarfında doçentlik görevinde bulunanlar müracaat edemez”lerdi. Doçentlerle ilgili getirilen sınırlama ise, 25. maddenin b bendinin 2. fıkrasında yer almıştı. Buna göre bir üniversitede doçent kadrosuna atanabilmek için “en az üç yıl bir yüksek öğretim kurumunda yardımcı doçentlik kadrosunda çalışmış olmak” şartı aranıyordu. Aynı üniversitede son üç yıl doçent kadrosunda çalışmış olanlar, açık bulunan profesörlük kadrosuna müracaat edemezlerdi. (Resmi Gazete; 06.11.1981; 25,26. maddeler; s.13,14). Bu sınırlamaların tamamı giderilmiş, profesör ve doçentler üniversitelerde daimi kadrolara atanmışlardır.
Yardımcı doçentlerin bu problemleri, 4584 sayılı Kanunun Geçici 47. maddesine eklenen, “yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır” hükmüyle ortadan kaldırılmak istenmiş fakat Danıştay Birinci Dairesi, 09.02.2001 tarih ve Esas 2000/202 Karar 2001/16’ sayılı kararıyla, 4584 sayılı Kanunu, af Kanunu olarak değerlendirmiş ve çıkan Kanundan- sadece bir defaya mahsus- istifade edebilmek için, Kanunun yürürlük tarihinden itibaren iki ay içerisinde müracaat etme şartını ön görmüştür. Böylece çıkarılan Kanun, bu konudaki problemleri giderememiştir.
Problemin giderilmesi ve yıllardan beri sürüp gelen tartışma, istismar ve mağduriyetlerin ortadan kaldırılabilmesi için; 2547 sayılı Kanunda, süre sınırlandırılmasını ön gören 23. maddenin a bendi ikinci paragrafının yürürlükten kaldırılması kaçınılmaz olmuştur.
2.2.Derece Sınırlandırılması
Özlük haklarıyla ilgili olarak yardımcı doçentlerin uğradığı diğer bir haksızlık, kadrolarının üçüncü dereceyle sınırlı bırakılmasıdır. Derece sınırlaması, başlangıçta (Kanunun çıktığı ilk yıllarda) akademik hiyerarşiye göre düşünülmüş ve üniversitelere tahsis edilen kadrolar bu anlayış çerçevesinde unvanların özelliğine göre tanzim edilmişti. Buna göre profesörler için birinci derece, doçentler için ikinci derece, yardımcı doçentler için de üçüncü dereceye kadar yükselme imkanı getirilmişti. Fakat bu hiyerarşik yapı düşünüldüğü gibi gerçekleşemedi. Eleştiriler üzerine doçent kadrolarına birinci dereceler ilave edildi fakat yardımcı doçentlerin kadroları üçüncü dereceyle sınırlı bırakıldı. Günümüzde ön lisans ve lisans mezunu öğrencilerinin bile rahatlıkla yükseldiği bir ve ikinci derece kadrolarının yardımcı doçentlerden esirgenmesinin gerçek anlamda bir izahı olabilir mi? Bu, hem çok büyük bir haksızlık, hem de çok önemli bir mağduriyettir.
Ayrıca, üniversitelerde; akademik ünvana sahip olsun veya olmasın, yardımcı doçentler hariç diğer öğretim elemanları; 2914 Sayılı Üniversite Personel Kanunu ve 78 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin üniversitelere tahsis ettiği kadro cetvellerine göre birinci dereceye kadar terfi etmelerine herhangi bir sınırlama getirilmezken, yardımcı doçentlerin üçüncü dereceden yukarıya terfi etmeleri imkansız hale getirilmiştir. Burada da yardımcı doçentlere ayırım yapılmakla kalınmamış, haksızlık ve mağduriyetlerin yanında, derece konusu istismara açık bir alan haline getirilmiş, maaş ve ücret artışlarında bile sıkıntılarla karşı karşıya bırakılmışlardır.
Sonuç Ve Öneriler
1) 2547 sayılı Kanunun 23. Maddesi (a) bendi ikinci paragrafında yardımcı doçentler için öngörülen süre sınırlandırılması ortadan kaldırılmalı; yardımcı doçentler de, diğer öğretim üyeleri (doçent ve profesörler) gibi daimi statü ile atanmalı ve bu konuda eşitlik sağlanmalıdır. Süre sınırlamaları zaten 4584 sayılı Kanunla değiştirilmiştir. Ancak madde hükmü farklı yorumlanmış, Danıştay’ın istişare görüşü ile işlemez hale sokulmuştur.
2) Yardımcı doçentlerin 78 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve diğer mevzuatlardan kaynaklanan özlük haklarındaki tıkanmalar giderilmelidir. Aksi durum, yani şimdiki durum müktesep haklara saygı ve Anayasanın eşitlik hükümlerine aykırıdır. Yani, üniversitede görev yapan bütün öğretim elemanları; mesela öğretim görevlisi, okutman, uzman vb. 1.,2.,3., derecelere kadar yükselebilirken; aynı kişi yardımcı doçent unvanını alınca 3. dereceden yukarıya terfi edemiyor. Bu düzenleme ve uygulama yukarıda belirtilen Anayasanın ve müktesep halkalarla ilgili ilkelere aykırıdır.
3) Bütün gelişmiş medeni dünyada olduğu gibi, akademisyenlik unvanını doktora ile sınırlı tutmak, ara unvanların ortadan kaldırılmasını sağlayacak kanuni düzenlemelerin yapılması lazımdır. Doçentlik unvanı Almanya’nın, Yardımcı doçentlik unvanı da 2547 Sayılı Kanunun ile Türkiye’nin eseridir. Doktoradan sonra, objektif ölçüler, bilimsel çalışmalar değerlendirilmeli, adayın hizmet süresi de dikkate alınarak profesörlük unvanı verilmelidir. Unvan verilirken insanı insanla denetleyen sübjektif ölçülerden ve tek taraflı atama yetkilerinden mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır.
4) Mevcut durumun devamı düşünülüyorsa, o zaman ara unvan olan doçentliğe getirilen sınav şartları, profesörlük unvanına taşınmalıdır. Böyle olması halinde, aradaki tıkanmalar ortadan kalkacağı gibi, öğretim üyelerinin oranları; rakamlarda görüldüğünün aksine, küçük olan unvandan büyük olana doğru bir sıra takip ederek bilimsel özelliğine kavuşmuş olacağını düşünüyorum.
5) Yabancı dili, gereklilikten çıkarıp zorunluluğa dönüştüren anlayışlardan kurtarmak, Türkçe’yi, Anayasada da ön görüldüğü gibi, bilim dili olarak esas alan anlayışları geliştirmek gerekmektedir. Bu amaçla, Ankara’da, Mütercim-Tercümanlık Bürosu adıyla yasal bir kurum oluşturulmalıdır. Bu kurum, başta gelişmiş ülkelerin periyodik eserleri olmak üzere, çeşitli dillerden ilim adamlarının ve araştırıcıların ihtiyaç duydukları eserleri tercüme etmelidir. Günümüz teknolojisiyle gittikçe kolaylaşan bu durum, yabancı dil bilen elemanların yerinde kullanmasını da sağlamış olacaktır.
Yabancı dil, ilim adamlarının ilerlemesini engelleyen bir unsur olmaktan çıkarılmalı, dil öğrenmenin gerekliliği öne çıkarılmalıdır. Bu amaçla her kademedeki ilim adamlarının, yaşına bakılmaksızın, kısa ve uzun sürelerle yurt dışına çıkışları yasal bir zorunluluk haline getirilmelidir.
6) Doçentlik dil barajının, 70’ten 65’e indirilmesi geçici bir çözüm sağlar, büyük bir rahatlama getirmez. Rahatlama ve kalıcı çözüm, bir ara Kamu Personeli Dil Sınavı (KPDS), şimdi ise Üniversitelerarası Dil Sınavı (ÜDS) anlayışındaki dil sınavlarını ortadan kaldırmakla mümkün olabilecektir. Yardımcı doçent oluncaya kadar, her bir aday en az iki veya üç sefer yabancı dil sınavına girmiş ve başarılı olmuştur. Yabancı dil sınavında başarılı olmuş birisini, “olmadı bir daha” mantığıyla, tamamen farklı bir şekilde hazırlanan; bir zamanlar Doçentlik Dil Sınavı, sonra Kamu Personeli Dil Sınavı, şimdi ise Üniversitelerarası Dil Sınavı’yla akademisyenlerin enerjileri boşa tüketilmektedir. 64 alanı başarısız, 65 alanı başarılı sayan bir sınav anlayışı, insanların ruhsal durumunu bozmaktan öteye pratik bir yarar getirmemiştir. Şu anda sürdürülen yabancı dil sınavlarının, öğretim elemanları için, gittikçe yılgınlık ve karamsarlık meydana getirmenin dışında; teorik veya pratik faydası olmamıştır. İlim adamları, yabancı dil bilgileriyle değil, ilmi çalışmalarıyla, objektif olarak değerlendirilmelidirler. Bu açıdan, araştırma görevlileri için yapılanların dışında, yabancı dil sınavları kaldırılmalıdır.
Kaynaklar
- Üniversitelerarası Kurul, Haziran 1999, Ankara, s. 3.
- 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu
- 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu.
- 4584 Sayılı Kanun ve Diğer Mevzuatlar
- Milli Eğitim Sayısal Veriler, 1999-2000, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 2000
- Milli Eğitim Sayısal Veriler, 2000-2001, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 2001
- Milli Eğitim Sayısal Veriler, 2001-2002, Milli Eğitim Basımevi, Ankara, 2002
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:13 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:

Subject: İlk 500'de üniversitemiz yok - Gazeteler -Yorumsuz-Ê
Bilimde sıraya giremedik Bilimsel araştırma, alınan ödüller, uluslararası akademik saygınlık gibi kriterler dikkate alınarak yapılan, 'Dünyanın en iyi 500 üniversitesi' araştırmasında Türkiye'den hiçbir üniversite ilk 500'e giremedi
Çin'de bulunan Shangai Jiano Tong Üniversitesi Yükseköğretim Enstitüsü'nün 2004 yılı için dünyanın en iyi 500 üniversitesini belirlediği araştırması Türkiye'nin bilim ve teknoloji alanında geri kalmışlığında üniversitelerimizin payını bir kez daha ortaya koydu.
Eğitimbilim dergisinde çıkan habere göre, Şili, Meksika, Singapur, Güney Afrika, Güney Kore ve İsrail gibi ülkelerin bile bulunduğu listede Türk üniversiteleri yerini alamadı. Dünyanın en iyi üniversitelerini belirlemek için yapılan uluslararası araştırmada Türk üniversitelerinden bir tanesi bile sıralamaya giremedi. 2003 yılında yapılan aynı araştırmada listeye Türkiye'den Hacettepe ve İstanbul üniversiteleri girmesine rağmen bu yıl hiçbir üniversitemiz sıralamaya alınmadı.
Shanghai Jiao Tong Üniversitesi'nin araştırmasında üniversitelerin verdiği mezunlardan veya personelinden birinin Nobel ödülü ya da uzmanlık alanında madalya alması, bilimsel çalışmalarda referans verilen kaynakları, Uluslararası Bilimsel Atıf İndeksi'nde yer alan yayın ve atıf sayısı ve üniversitenin uluslararası akademik saygınlığı ölçü alındı. Puanlamada mezunlardan birinin Nobel ödülü veya uzmanlık alanında madalya alması yüzde 10, personelin ödül alması yüzde 20, bilimsel çalışmalara kaynak gösterilme yüzde 20, doğa ve mühendislik bilimlerindeki makale sayıları yüzde 20, Bilimsel Atıf İndeksi'nde yer alma yüzde 20 ve akademik performans yüzde 10 etkili oldu.
Birincilik Harvard'ın
Sıralamada ilk yüz içinde 51 Amerikan, 11 İngiliz, 7 Alman, 5 Japon, 4'er Kanada, Fransız ve İsveç, 3 İsviçre, 2'şer Avustralya ve Hollanda, 1'er Avusturya, Danimarka, Finlandiya, İsrail, İtalya, Norveç ve Rus üniversitesi yer aldı. Birinci sırayı ise Amerika'nın Harvard Üniversitesi aldı.
Kaliteli yayın oranı yüzde 2
Üniversitelerin bilim üretip üretmedikleri veya dünya bilimine ne kadar katkı yaptıkları uluslararası bilimsel hakemli dergilerde çıkan makale ve yayınlarla da ölçülüyor. Ayrıca bu yayınlardan alıntılar yapmak suretiyle yeni bilgiler üretilmesi, yani atıf alma o yayının kaliteli olup olmadığını ifade ediyor. Bir yayın çok sayıda atıf alıyorsa kaliteli, hiç atıf almıyorsa kalitesiz anlamına geliyor. Üniversitelerimizin ve bilim adamlarımızın yaptığı çalışmalara baktığımızda da kaliteli diye nitelendirilebilecek yayın oranı yalnızca yüzde 2 olarak kendini gösteriyor. Koç Üniversitesi'nden 4 akademisyenin 2002'de Türkiye'de yapılan bilimsel çalışmaların saygınlığını ve niteliklerini anlatan çalışma da Türkiye'nin bilimsel üretim ve verimliliğinin ne kadar kötü durumda olduğunu gösteriyor. "Türkiye'nin Uluslararası Atıf Dizilimindeki Yeri" adlı çalışmanın sonuçlarına göre, yayınların özellikle tıp, inşaat, jeoloji ağırlıklı olduğu, çağımızın vazgeçilmez alanları kabul edilen bilişim teknolojileri ve genetik gibi konularda ise neredeyse yok denecek kadar az yayının yapılması ise dikkat çekiyor. 2001 yılı içinde bir öğretim görevlisine düşen yayın sayısı bakımından en çok yayın yapan ilk 10 üniversite ise sırasıyla şöyle: Sabancı Üniversitesi, Hacettepe, ODTÜ, Başkent, Boğaziçi, Bilkent, İTÜ, Koç, Fatih, Gaziantep Üniversitesi.Yenişafak 27 ekim 2004

Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:14 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:
ÖSYM'nin Başkanı Var mı? Varsa Niçin ÜDS Feryatlarını Duymuyor? 16.04.2005
ÖSYM adlı bir kurum... Sorduğu sorular binlerce kişiyi etkiliyor. Ancak, bu kurum Cumhurbaşkanlığı makamı gibi yaptıklarının hesabını vermiyor... Verilen tepkileri görmezden geliyor. ÜDS, tepki gösterilen konuların en başında geliyor. Sitemizin genel mail adresine hergün bu konuya ilişkin mailler gelmektedir. Ancak, bu sınavı nasıl yaptığı, niçin zorlaştırdığı, niçin çan eğrisi uygulamadığı, niçin soru ve cevapları sınav sonrasında yayımlamadığı, niçin sınavı sadece Ankara'da yaptığı, niçin soru tiplerini her sınavda değiştirdiği yönündeki onlarca tepkiye rağmen Devletin tek denetlenmeyen kurumunun (ÖSYM) sessizliği hala devam ediyor. Konunun gündemden kalkmaması amacıyla bir yardımcı doçent ziyaretçimizin görüşlerini yayınlıyoruz...

ÜDS'ye ilişkin görüş alış verişi için Forum bölümü Akademik Personel kategorisini kullanabilirsiniz.

Bir konu aydınlığa kavuşturulmalıdır öncelikle. Türk üniversitelerinin öğretim üyesine ihtiyacı var mı yok mu? Bir öğretim üyesi lisans eğitiminden sonra üniversitede kalırsa, yüksek lisans ve doktora için maksimum 10 sene, doçent ve profesör olmak için de bir o kadar yıl katetmek zorundadır. Şu anda bu da mümkün değil, çünkü başımıza bir ÜDS belası çıkardılar. Örneğin benim, Doçent olmak için bütün bilimsel kriterlerim (ulusal ve uluslar arası makale, kitap , alan çalışması,vb.) tutuyor. Fakat son 4 seneden beri ÜDS den 65 ve üstü alamadığım için bir türlü doçentlik başvurusu yapamıyorum. Bu sınavdan 53, 58, 61, 64 gibi notlar alıyorum. Kafayı yemek üzereyim. Ruh sağlığım bozuldu. Eşimle sadece bu nedenden dolayı ayrılmak üzereyim. Çünkü son 5 senedir hayatımızda ÜDS ve İngilizceden başka bir şey yok. Yılda iki sınav ve bu iki sınavlardan yukarıdaki notlar alınca otomatik bir yıl kaybediyorsunuz.Ve benim bir yılım daha kayboldu.
Yaşım geldi 38-40'a. Ümidim kırıldı. Üniversiteye küstüm. Öğrencilerime küstüm. Çünkü onlar da biliyor bizi ve yakından takip ediyorlar. "Hocam bu seferde mi olmadı "diyorlar. Allah aşkına size soruyorum. 65 alan dil biliyor da, 62, 63 alan dil bilmiyor mu? Dil öğrenmenin de bir yaşı vardır. Bu yaşlarda kurslara gittik, dişimizden tırnağımızdan artırdık, ingilizce kitaplar aldık. Ama ancak bu kadar oluyor. Dahası doçentliğe bu yıl başvuramadığımız için akademik çalışmalarımızı güncellememiz lazım. Yine makale, tebliğ ve bildiriyle uğraşacağız bütün yaz ,sizin anlayacağınız.
İnanın bu mesleği seçtiğim için lanet ediyorum.
Her sınavda soru tipleri değiştiriliyor, başarılı olduğumuz soruların yerine yeniler konuluyor.
Ve ne hikmetse bu ÜDS soruları ertesi gün herhangi bir gazetede açıklanmıyor. Sınavdan 3 hafta sonra sınav sonucunu beklemek de ayrı bir stres. Bir öğrenicinin hayatının en zor sınav (ÖSYS) soruları, ertesi gün ulusal gazetelerde yayınlanıyor. Ama bu ÜDS sınav soruları bir sır gibi saklanıyor. Nerede kaldı bireysel bilgi edinme yasası ve hakkı. İşin bir başka boyutu ise her yıl biz iki defa 2 veya 3 geceliğine Ankara'ya taşınırız bu sınav için. Ankara 'da bu sınavı ÖSYM il temsilciliği yapar. ÖSYM'nin her ilde temsilcisi ve her ilde de artık hemen hemen üniversite var. Ankara'da ÖSYM il Temsilcisine güvenen zihniyet, diğer illerde ki temsilcilerine güvenmiyor. 30-35 bin kişi her sene karda kışda bu otel benim, şu misafirhane senin yılda iki defa dolaşır dururuz.
Daha önce bu ÜDS sınavı yerine yapılan doçentlik yabancı dil sınavında çan eğrisi uygulanıyordu. Bazen bu sınavdan 54 alanlar, bazen 61 alanlar, bazen de 48 alanlar geçerdi. Herkes kendi alanından sınava girerdi. Bu sınavlardan geçen ve hala yardımcı doçent olan arkadaşlar bu yabancı dil puanını hala kullanabiliyorlar, aradan 12-15 sene geçmesine rağmen. Bu sınavın yerine getirilen ÜDS sınavını koyan yöneticilere yani doçent profesör'lere de birkaç şey söylemek istiyorum. Acaba siz de bu sınava girseniz kaç alırsınız. Doktara için ÜDS şartı 50'dir. Doçentlik için ÜDS şartı 65'dir. Profesörlük için ÜDS şartı yoktur. Kendiniz için de ÜDS şartı olarak 70 puan koyun. Ama koymazlar. Çünkü merdiveni çıktılar ve aşağıdan kimse gelmesin diye merdiveni çektiler.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen aldığım ücret 1 milyar 50 milyon TL'dir. Açlık sınırının 650 milyon olduğu bu güzel ülkede kira öde ve geçin. Sonra da literatürü takip et. Hangi maaşla olacak bütün bunlar. Dünyada ilk 500 üniversite içinde tek bir üniversitemiz yok. Çünkü, yukarıdakiler bu statükoyu ve egemenliği bozmak istemiyorlar. İşin ilginç yanı bu sorunlarımızı yıllardan beri her platformda belirtmemize rağmen YÖK'ün, hükümetlerin ve Üniversitelerarası Kurul'un duyarsız kalmasıdır.
Tek önerim olacak; benim gibi bu puan limitinde olan belki binlerce akademisyen var. En son ÜDS Sosyal Bilimler'den 8673 kişi sınava girmiştir. Bilmiyorum kaç kişi 65 puan ve üzerinde almıştır. Bakın bu sayıyı bile biz bilemiyoruz. Bir defalığına bu puan 60'a indirilse kıyamet mi kopar.
Yazıyı hazırlayan: İsmi gizli tutulmuştur.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:15 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:
Milliyet Satır Arası / Deniz Sipahi - Yardımcı doçentin derdi çok büyük
Üniversite personelinin ne kadar çok sıkıntısı varmış.
İnanın bu konuyla ilgili birkaç yazı yazdıktan sonra hem mesaj kutuma yüzlerce mail geldi, hem de telefonlarım susmadı. Anlıyorum ki, sadece asistanların değil; akademik kariyer yapan her kademenin farklı sorunları mevcut.Profesörlerin dahil...Bir ülkenin üniversitelerinde sıkıntı varsa geleceğinde de sıkıntı var demektir.
Kafasında yüzlerce sorunla boğuşan, gelecek kaygısı olan, kendini geliştirmek sıkıntı çeken bir kişinin gelen öğrenciye fazla bir şey verebilmesini bekleyebilir misiniz?
Son yazımda sütunlarımın herkese açık olduğunu özellikle söylemiştim.Önce bir asistanın, ardından bir profesörün yorumlarını sizinle paylaşmıştım.
Bugün de bir yardımcı doçentin...
Okuyalım...
"Akademik personelin sorunlarını tartışırken en mağdur olan sınıfın yani yardımcı doçentlerin sorunlarını göz ardı etmek sanırım haksızlık olacaktır. Sorunları kısaca şu başlıklar altında sıralayabiliriz.
1. Yardımcı doçentler sözleşmeli personel statüsündedir ve her an işine son verilebilir. (Bu sorun ancak rektörlerin iyi niyeti ile çözümlenmektedir.)
2. Bir yardımcı doçentin görev yapma süresi 12 yıldır, 12 yılı dolduranlar doçent olmadıkları takdirde öğretim görevlisi olarak çalışabilmektedirler.
3. Doçentlik kriterleri son derece ağırdır. Öncelikle çok zor bir yabancı dil sınavı, ardından hemen hemen imkansız yayın aşaması (Bunun içinde yurt dışında bazı dergilerde tek isimli makale şartı da bulunmaktadır) ve sonunda bir sözlü sınav bulunmaktadır.
Zaten tüm Türkiye'de özellikle sosyal bilimlerde her yıl kaç kişinin doçent olduğu belirlendiğinde şartların ağırlığı ortaya konmuş olacaktır.
4. İki yıl önce profesörlere ve doçentlere yapılan zam nedense yardımcı doçentlere yapılmamıştır. Bu gün bir yardımcı doçentin maaşı 950 YTL civarındadır.
5. En önemli sorunumuz ise maaş dereceleri ile ilgilidir. Bir yardımcı doçent birinci dereceye çıkamamakta yıllarca üçüncü derecede kalmaktadır.
Mezun ettiği öğrenci herhangi bir kamu kuruluşunda birinci dereceye çıkarken, yüksek lisans ve doktora eğitimini tamamlayan bir yardımcı doçent üçüncü derecede kalmaktadır.
Eğer bir kamu kuruluşunda başka bir görevde çalışırken birinci dereceye çıkmış olsanız, yardımcı doçent olarak üniversiteye geldiğinizde dereceniz üçe düşmektedir. Aynı üniversitede bir öğretim görevlisi ise birinci derecede çalışmaktadır. Bu yaman çelişki sizce nasıl açıklanabilir?"
Özellikle yabancı dilden dolayı doçent olamayan binlerce akademik kadro büyük sıkıntı yaşıyor.
Yakından da tanıdığım birçok yardımcı doçent, sırf geleceklerinin engellerle dolu olmasından motivasyonlarını kaybetmiş durumda.
Yukarıda sıralanan sorunlar da gündemde olunca sağlıklı çalışan bir üniversite yine kişisel özverilere kalıyor.

dsipahi@milliyet.com.tr - Milliyet/ 15 Mart 2005 / Salı

http://www.milliyet.com.tr/2005/03/15/ege/yazsipahi.html
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
reisim25
Özel Üye
Özel Üye



Kayıt: Mar 25, 2005
İletiler: 779
Şehir: TR

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:34 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Sayın kadir21 Gardaşım,

Bir başka açıdan size katılacağım;
ABD ve AB'nin yaptığı kendi açılarından olumlu işlerden bir tanesi bilim yapmak, ve bilimi paraya çevirmek. Gerek internet ve gerekse kitap olarak satıyorlar bilgilerini.
Bizde üniversite hocaları kitap yazdıklarında bile üniversiteye ait matbaalarda kitaplarını bastıramıyorlar.

Bir başka sıkıntı da ; Gene bazı öğretim üyeleri kopya kitaplarını öğrenciye parayla satıyor ve almayan öğrencileri asla sınıf geçirmiyorlar.
Öğrenci zorunlu olrak hocalarının ders kitaplarını almak zorunda kalıyorlar. (Benim iki çocuğumda ayrı iki üniversitede okuyor)

Üstad Necip Fazıl Bizdeki üretemeyen bilim adamları için gönderme yapmış.

Yeter senden çektiğim ey tersi dönmüş ahmak
Bütün işi saman kağıdından kopya almak.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:53 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:
BİR YARDIMCI DOÇENT EŞİNİN FERYADI....
İnsanın bu ülkede yasamaktan utanç duyduğu durumlar vardır. İste bu anlardan birisi de akademik ilerlemelerde istenen ÜDS sınavıdır. Efendim ÜDS sınavı akademik ilerleme için istenen bir sınavdır. Akademisyen eşleri bilirler. Çünkü Ben bir Yardımcı Doçent eşiyim.. Eşimle evlenirken geleceğe yönelik güzel hayaller ve umutlar kurardık. Ancak hata yaptığımı ve bu sistemde mutluluğu hiçbir zaman yakalayamayacağımızı kısa zamanda anladım.
Eşim idealist ve gayretli bir insan. Anadolu lisesi mezunu ve yabancı dili gayet iyi. Bilimsel çalışmaları bir profesörden fazla. 2 tane kitabı, 15 ten fazla hakemli dergide yayınlanmış makalesi ve 2 tane SCI kapsamında dergide makalesi yayınlanmış. Ancak akademik ilerlemede istenilen ÜDS engelini bir türlü aşamıyor..
Geçen yıl altınlarımı bozdurup, bankadan borç para aldık ve 6 aylığına İngiltere’ye gitti. Kursu da gayet başarılı idi ancak. Bir türlü ÜDS sınavını aşamıyor.. İki seferdir 62.75 puanda kalıyor. Bu durum esimin ve dolayısıyla bütün aileyi olumsuz yönde etkilemektedir. ÜDS sınavı bütün ailenin yemeği, tuzu oldu.. ÜDS ile yatıp ÜDS ile kalkar hale geldik. Eşim 30 yaşında Yardımcı Doçent oldu ve 5 yıldır İngilizce çalışıyor. Hayatinin en verimli dönemini İngilizce’ye verdi. Bunun mantığını anlayamıyorum. Eşimin günden güne psikolojisinin nasıl bozulduğunu ve ne kadar acı çektiğini gördükçe bu sisteme karşı olan nefretim ve kinim daha da artıyor. Özellikle yetkililerin bu konuya duyarsız kalması ve kulak tıkaması insani çileden çıkartıyor. Eşime, başka bir kuruma naklen geçmesini söyledim. Kabul etmiyor..
Eşim sayesinde ÜDS uzmanı oldum. Bir ülkede akademisyen olmaya niyetli insanlara bu kadar çile çektirmek niye? Eziyet çektirerek mi bilimde ilerleme sağlanacak? Stresin bu kadar yaşandığı bir ülkede bir de böyle bir uygulamaya gitmek pek iyi niyetli bir davranış değildir. Esim gibi binlerce insan bu konuda sıkıntı çekiyor. Bu stres altında nasıl bilimsel çalışma yapılabilir ki?..
Şimdi yetkililere soruyorum;
- ÜDS sınavına defalarca girip başarılı olmayan bir insanin ruh hali acaba ne olur. YÖK Başkanı ya da Milli Eğitim bakanı bu durumu hiç düşündünüz mü?
Bir kere kendine olan güveni yok olur.
- Ey YÖK!.. üniversite elemanlarının kalitesini yükseltmek için ne yapıyorsun?.. Herhangi bir planın, projen, politikan var mı?
- Yardımcı Doçentler birer yıllığına yurtdışına gönderilemez mi? Bildiğim kadarıyla Kaymakamlar, DPT, Hazine, Rekabet Kurulu, Hemen hemen bütün üst düzey memurlar yurtdışına gönderilirken neden akademisyenler gönderilmiyor. Bunu anlayamıyorum. Peki yurtdışına gönderilen bu kişilerden neden ÜDS istenmiyor. Bugün akademisyenin İngilizce bilmesi gerekiyorsa Kaymakama da, DPT uzmanına da gerekiyor..
- Eğer bir sınava 10 bin kişi girer ve 79 kişi geçerse (referans: Abbas Güçlü) sanırım sorunu sınav sisteminde aramak gerekmez mi?
- Ayrıca bu sınav, seçme sınavı değil ki, baraj sınavı, sonuçta belirli bir bilgisi olanın geçmesi gerekir.
- Bu sınav kesinlikle masumane bir anlayışla konulmamıştır. Vakti zamanda eşimin arkadaşı olan bir asistanın hocasına ÜDS’ den çok yakınması üzerine, hocasının bunu Kemal Gürüz’e ilettiğini ve Kemal Gürüz’ün “birilerini ayıklamak için başka bir yöntem biliyor musunuz?” dediğini, biliyorum..Tabi Kemal Gürüz’ün başka birileri derken kimi kastettiğini bilmiyorum..
- Peki neden her sınavda en çok yapılan soru grubunu Türkçe’den İngilizce’ye, İngilizce’den Türkçe’ye çeviriyi azaltıp yerine daha zor bir grup ekliyorlar. Amaç İngilizce seviyesini ölçmek mi? Yoksa insanları elemek mi?
- Acaba bu sınavı geçenler ne kadar İngilizce biliyorlar. İngilizce makale yazabiliyorlar mi? Ya da İngilizce ders verebiliyorlar mi?
- Kurs veren İngilizce hocalarının ayda milyarlarca para kazandığını biliyor musunuz?
- Bu sınavı hazırlayıp bu kadar insanin ahini alanlar. Ya sınavın özellikle böyle olmasını birileri istiyor diye böyle yapıyorsunuz ya da aşırı bir kompleksiniz var.
- Acaba bu sınava Doçent ve Profesörler girse kaçı aşar?
- Kalite diyorlar bu ülkenin neyi kaliteli ki Yrd.Doçent kaliteli olsun.. Politikacısı mı? Esnafı mı? Sporcusu mu? Köylüsü mü? Profesörü mü?
- Şimdi soruyorum 50 bin profesör olsa kötü mü olur.
- 1 milyar maaşla Einstein, Eflatun, Keynes’mi yaratacaksınız. Amerika‘daki her bilim adamı dünya çapında mi?
- Peki Anadolu’nun hangi lisesinde ya da hangi üniversitede ÜDS yi geçebilecek düzeyde İngilizce veriliyor..Bu durum yabancı dille eğitim okullara avantaj sağlarken, Anadolu’daki okullar açısından bir dezavantaj oluşturmuyor mu? Bu adaletsiz bir uygulama değil mi?
Bu yazıyı esim yazmadı. Yazamadı..! Çünkü onda o cesareti de bırakmadılar...Sözde bilim adamı gerçekleri söylemekten korkmayan, yanlışların üzerine giden kişi demek.. Aslında sorun sadece eşim değil, bütün ülkenin sorunu.....
Sayın Başbakanım..
Birileri bu ülkeyi kötü emellerine alet etmek istiyorlar. Lütfen bunlara engel olun. Bu durum bugün için değil yarin Türkiye’si içinde de önemli bir sorumluluktur. Yoksa ileri de tarih sizi de yargılayacaktır. Bir ülkeye yapılacak en büyük kötülük bilim adamlarını, bilim yuvalarını yok etmektir. Bu potansiyel özellikle gelecekte ülkelerin en büyük silahı olacaktır.
Bilgi toplumu, enformasyon çağı diyorlar. Fakat üniversitelerin hali içler acısı..
Türkiye’nin geleceğini merak eden gitsin üniversitelerin durumuna baksın. Maalesef Türkiye’nin geleceği yok. Bunu her kim düşünmüşse. Tebrikler amacına ulaşmıştır .....
Saygılarımla

Av. Saadet IŞIK - Kadıköy / İSTANBUL
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per Nis 28, 2005 9:54 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Alıntı:
Abbas GÜÇLÜ - Yabancı dil sınavı kök söktürüyor

YÖK gibi ÖSYM de Türkiye'nin astığı astık, kestiği kestik kurumlarından biri. Yargı kararları bile bir üst mahkemede temyiz edilirken onlar genelde burunlarından kıl aldırmıyor.
Yaptıkları her işin doğru olduğuna inanıyorlar. Ama son yıllarda çok sayıda hata yaptıklarını yakınen biliyoruz. Ancak yine de Türkiye'nin en güvenilir kurumlarından birisi. En önemli eksikleri; diyaloğa kapalı olmaları ve adayları yeterince bilgilendirmemeleri...
Binlerce adayın katıldığı yabancı dil sınavlarında da bu durum kendisini çok bariz hissettiriyor. ÖSS soruları, açıklandığı için her yönü ile tartışılıyor. Bazen yanlış bazen de müfredat dışı olduğu için iptal ediliyor. Ama ÜDS ve KPSD için aynı durum söz konusu değil!
Master ve doktorasını yurtdışında yapanlar bile bu engeli aşamayabiliyor. Çünkü adaylardan bir Amerikalı ya da İngiliz'den daha iyi İngilizce bilmeleri arzu ediliyor! Sınavda mühendislerden tıp, hukukçulardan da tarımla ilgili bir metnin çevirisi istenebiliyor. Yani içeriği de tartışmalı. Başarı oranı ise yüzde 5'lerde.
Yıllardır tartışılan bu konuda, araştırma görevlilerinin ciddi sıkıntıları ve önerileri var. İşte onlardan gelen mektup:
Bir akademisyen için yabancı dil olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Bunun bilincinde ve şuurundayız. Ancak, son yapılan ÜDS'de çok ciddi hayal kırıklığı yaşandı. Bu ÜDS'de Sosyal Bilimler alanında 65 puanı (Doç. için) geçenlerin sayısının 79 (yetmiş dokuz) kişi olduğunu duyduk. Şayet böyleyse, durum çok vahim. Velev ki 79 değil de 179 olsun. Üniversite çevresinde soruşturursanız durumu fark edeceksiniz. Acilen bu konuya eğilmenizi ve gündeme getirmenizi istirham ediyoruz. Zira yabancı dil barajından dolayı üniversiteden atılan ve atılma safhasına gelen birçok akademisyen mevcut.
Aklımıza takılan hususlar şunlardır:
1-Son ÜDS'ye kaç kişi girdi ve bunlardan kaçı 65 ve üstü puan aldı? (Doç. için)
2-Doktora yeterlilik için 50 puan almak gerekiyor. 50-65 arası alanların sayısı ve oranı nedir?
3-Soruları kimler hazırlıyor? Kıstasları nedir?
4-ÜDS ve KPDS soruları sınavdan sonra neden yayımlanmıyor? Bu yüzden sınavımızın nasıl geçtiğini, nerelerde hata yaptığımızı, eksiklerimizin ne olduğunu göremiyoruz. ÖSYM sorduğu sorulara güvenmiyor mu ki değişik şüphelere açık kapı bırakıyor?
5-Ankara'da 'garantili kurslar' açıldığı ve bu kurslara kayıt için 1 sene önceden başvurulduğu hatta birkaç senelik kontenjanlarının dolu olduğu duyumları dolaşıyor.
Bunlar doğru mudur?
Bu kursların ücreti ne kadardır? 10-11 milyar lira olduğunu duyduk. Eğer sınavda istenilen puan alınmazsa bu para iade ediliyormuş. Ve bu kursları kimler veriyor?
6-Bu sınavlar neden sadece Ankara'da yapılıyor. İstanbul, İzmir ve Erzurum gibi büyük illerde de yapılamaz mı? Kış aylarında (KPDS- Kasım, ÜDS - Aralık) Ankara'ya gidiş-gelişin zahmeti ve masrafı ortada. Sınavların Ankara'da yapılması da bir rant konusu mu?
7-Bu sınavlarda başarı oranları kaçtır? Başarı kriterleri nelerdir? % 5-6 başarı sayılır mı?
8-Bu sınavlarda yıllarca yurtdışında kalmış, master ve doktorasını İngilizce yapmış arkadaşlar dahi çok zorlanmaktadır. Neden?
9- Şimdiye kadar gördük ki bu sınavlar yabancı dil seviyemizi ölçmek için değil, adeta önümüze bariyer çıkarmak, ayağımıza çelme takmak için yapılmaktadır. Sınav sorularının içeriği ve ölçüm değeri, bağımsız akademisyenler ve yabancı dilbilimciler tarafından da akredite ediliyor mu?
10- ÜDS için akademisyenler arasında ciddi bir anket yapılmasını istiyoruz. Anket; sınavın kapsamı, tarzı, içeriği, soru sitilleri hakkında olursa daha faydalı olacaktır.
http://www.milliyet.com.tr/2004/04/25/yazar/guclu.html


Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per May 05, 2005 7:56 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Değerli kardeşlerim.Yukarıda başlık açtığım mesele kesinlikle benim ya da bir yakınımın meselesi değildir.Ben en çok bir gerçek bilim adamı vefat ettiğinde üzülürüm.Çünkü bunlar kolay yetişmiyor.Ben her profesöre de bilim adamı demem.Onu da belirteyim.Bı mağdur edilen yaklaşık 13.000 yardımcı doçentin meselesi;ülke meselesidir.Anadolu çocuklarının önünün
kesilmesi meselesidir.Osmanlının son dönemlerinde uygulandığı gibi;halktan değil,azınlıklardan bilim adamı yapılma,çocuklareımızın önünün tıkanması meslesidir.Sizlerden ricam;hangi görüşten olursanız olun bu kardeşlerimize sahip çıkalım.Bunların içerisinde geleceğin büyük bilim adamları olabilir.Bunların yetiştirilmesi için harcanan zaman,para ve kaynaklar boşa gitmesin.Siz yökün faks numarasını veriyorum.Bir ileti taslağı yazıyorum.İsteyen değiştirebilir.Lütfen meseleye sahip çıkın ve yökü uyarın.Millet meclisine de çekebilirsiniz.Bu konuda halkın,türk milliyetçilerinin görüşünü ve tavrını ortaya koyun.Sizden bunu bekliyor,davaya sahip çıkacağınızı umuyorum.Her gerçek bilim adabının ölümü,gökyüzünden bir yıldızın kayması gibidir.Bu insanların sahibi yok.Mağdur edilmişler.Biz hangi gün içiz varız?Haklının yanında olduğumuzu gösterelim lütfen.saygılarımla.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kadir45
Site Yöneticisi
Site Yöneticisi



Kayıt: Jun 03, 2004
İletiler: 3100

İletiTarih: Per May 05, 2005 8:01 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ülkemizde;yaklaşık 13.000 kişi kadar yetişmiş bilim adamımız;yabancı dil sınavı
engeli ile doçentliğe yükselemiyerek,son derece zor ekonomik şartlarda bilimsel
çalışma yapmaya devam etmektedir.
Bizler yabancı dilin önemini kavramış insanlar olarak,böyle bir sınavın yapılmasına
Karşı değiliz.Elbette bir bilim adamının,dünya literatünü takip edecek,makale ve kitaplarını
yayınlayacak derecede en az bir yabancı dil bilmesi gerektiğine de inanıyoruz.
Bizim dikatini çekmek istediğimiz husus,bu sınavı zorluk derecesi ve 65 puan şartının
Konulmasıdır.Bu nasıl bir sınavdır ki;böylesine seçilmiş bir insanlar topluluğunun
bu sınavlardaki başarı oranı %1 dahi değildir?Bu sınavları;hangi güç böyle acımasız bir
eleme aracı haline getirip,binlerce insanın,dolayısıyla Türkiye’nin geleceğinin önünü
kesmektedir?Doçentliğe,ya da diğer kadrolara yükselecek insanların,gerekli bilimsel şartları yerine getirmelerine,hatta çoğunun yüksek puanlar almalarına rağmen,sırf dil engeli yüzünden
süründürülmesi hangi anlama gelmektedir?
Sizler yetkili insanlar olarak bu başarısızlığın nedenlerini araştırmak,insanların bu sınavlarda
neden başarılı olamadıklarını öğrenmek,bu sınav sistemi yanlış ise bunu düzeltip,bu kanayan
yarayı iyileştirmekle ilgili olmadığınızı düşünüyorsanız,sizin göreviniz nedir?
Yardımcı doçentliğe getirip kabul ettiğiniz bu insanlar;master doktora,yardımcı doçentlik sınavlarında bu dil sınavlarına katılıp buralara kadar yükselmediler mi?Şimdi tam doçentliğe
yükseleceği sırada bu insanların önünü kesen böyle bir dil sınavına nasıl seyirci kalıyor;
düşük başarı oranını,ilerleyemeyen insanları seyrediyorsunuz?
Sizler o makamlarda çözüm için varsınız.Sistem; yanlış olduğu bilindiği halde kendi
kendine sürecekse;o kurumların başına sizleri atamanın ne anlamı var?
Sizler ortada bu kadar büyük bir başarısızlık varsa,bundan kendinize hiç pay ve sorumluluk
çıkarmıyor musunuz?Bir kurumun başarısı;personelinin başarılarıyla ölçülür.Siz bu kadar
insanı başarısız olan bir üniversiteler gurubuyla iftihar mı ediyorsunuz?Dünya sıralamalarında niçin Türkiye üniversiteleri dereceye giremiyor bunları düşün müyormusunuz?
Eğer bu ülkeyi seven ve geleceğini düşünen insanlarsanız,eğer söylenildiği gibi özerk bir
kurumsanız;bu yanlışlığı düzeltmeniz gerekmez mi?
Bu konu üzerine araştırma yapmanızı,bu sınav sisteminin tekrar gözden geçirilmesini,ve ortadaki yanlışlığın düzeltilmesini sizlerden rica ediyoruz.Devlete maliyeti çok büyük olan
bu insanların durumunu düzeltmediğiniz,önündeki kasıtlı engelleri kaldırmadığınız taktirde;
hem bu ülkeye zarar vermiş,hem de psikoljik bunalıma giren personelinizden verim alamıyacağınız gibi,intihara kadar varabilecek,aile facialarına da sebep olacaksınız.
Bizler ülkesini seven insanlar olarak,bu sınav sisteminin düzeltilmesini,ve bu insanların
mağduriyetlerinin önlenip;üretken ve katılımcı kimseler olarak üniversitelerimize kazandırılması gerektiğine inanıyor ve sizlerden ,kurumunuza yakışacak bu asil davranışı
bekliyoruz.Lütfen ülkenin önünü kesmeyin.Saygılarımızla.
yök fax numarası90(312)2664759
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
turk_neferi
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Apr 08, 2005
İletiler: 869
Şehir: türkiye

İletiTarih: Per May 05, 2005 12:20 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

valla ne diyim.pek anlamam.bu işlerden.eline sağlık.başka diyecegim yok kardeş.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
ulkucu_reis
Amatör Üye
Amatör Üye



Kayıt: Jan 25, 2005
İletiler: 160

İletiTarih: Cum May 06, 2005 11:52 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Önemli bir konuya değinmişsin

Vallahi üstadım ülkede düzgün olan ne var ki diye düşünüyor insan
Yabancı dil bizim kanayan yaramızdır
Bir Atatürk zamanına bakınız bir de günümüze..
Ülke ne hale geldi
Bir ulusu uzun vadede çökertmenin yollarından en önemlisi eğitimine el atmaktır
Bizim eğitimimize de el atılmıştır maalesef
80 ihtilaliyle hazırlanan mantıksızlıklar zinciri YÖK başta olmak üzere tüm bürokraside kemikleşmiş durumdadır
Özellikle Kemal Gürüz denen şahsın getirdiği değişiklikler ve yabancı dilin etkisinin iyice artırılması,
barajın 65 e çıkarılması, tüm eserleri ve makaleleri bilim jürileriyle incelenmiş olan ve ilmen yükseldiği kabul edilen ancak dil yüzünden 12 sene bekleyip tekrar doktora seviyesine inen öğretim elemanlarımızın hali maalesef bu ülkenin bilim yuvalarının köküne dökülen kezzabın acı birer örneğidir.
Mevcut iktidarın kurulu siteme karşı ağız dalaşından öteye gidememesi, sorunu daha da kangrenleştirmiştir
Eğitim alanında birşeyler yapılacaksa ya da yapılmak isteniyorsa önce yabancı dilden sorununa el atılmalıdır.
İlköğretimde kadar inen yabancı hayranlığı ve buna sebebiyet veren İngilizce dilde eğitim saçmalığı kaldırılmalıdır. Özellikle adı Anadolu olan ama kendisi İngiliz olan liselerin durumu biran önce görüşülmelidir.
Üniversite yabancı dil sistemi de Türkiyenin en önde gelen üniversitelerinden başlanarak kademeli olarak yabancı dille öğretimden yabancı dil destekli öğrenime dönüştürülmelidir.
Bunları yapacak iradeyi de, duruma bakılırsa halk iktidarı değiştirmeden maalesef göremeyeceğiz..
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1